İP Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever'in Ergenekon Savunması: Zulmünüz arttıkça yıkılacaksınız, işte yıkılıyorsunuz!

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever, bugün Ergenekon davasında son savunmasını yaptı. İlsever "Zulmünüz arttıkça yıkılacaksınız, işte yıkılıyorsunuz!" dedi.

Tayyip-Gül diktatörlüğün zindanları halk devrimini durduramadı. Yüzbinler Tayyip ...

Tarih:

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever, bugün Ergenekon davasında son savunmasını yaptı. İlsever "Zulmünüz arttıkça yıkılacaksınız, işte yıkılıyorsunuz!" dedi.

Tayyip-Gül diktatörlüğün zindanları halk devrimini durduramadı. Yüzbinler Tayyip Erdoğan'a meydan okurken, bugün Silivri'de de Ergenekon davasında diktatörlüğe meydan okuma vardı. İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever, Aydınlık muhabiri İlyas Gümrükçü, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Adnan Türkkan ve İP MKK üyesi Tunç Akkoç bugün savunmalarını yaptı. Savunmalarda Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül diktatörlüğünün yıkılacağı vurgusu tekrar tekrar yapıldı.

"Sürecin böyle ilerleyeceğini başından beri söylüyoruz. Bu yüzden Gladyo operasyonlarına başta Genel Başkanım olmak üzere İşçi Partililerin “Yıkılacaksınız” sloganları damgasını vurdu. Hep söyledik: Zulmünüz arttıkça daha hızlı yıkılacaksınız! İşte yıkılıyorsunuz! Şimdi gördünüz mü, Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkılmanın, Milleti parçalanmanın eşiğine götürdüğünüz noktada devrimin güçleri ayağa kalkmış bulunuyor. Karşı devrimin güçleri ise, birbirine girmiş, moralsiz ve yönetemez durumda. Giderek büyüyen bir iktidar boşluğu..."

"En demokratik yöntemlerle elbette Mafya-Gladyo-Tarikat diktasının, “görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye, hatta ortadan kaldırmaya” çalışıyoruz. Milletin gücüyle... İşte bu milyonların gücüyle önümüzdeki yerel seçim-genel seçim sürecinde BOP Eşbaşkanlığı iktidarına son vereceğiz."


İŞTE İLSEVER'İN SAVUNMASI

S A V U N M A

Sayın Başkan
Sayın Hakimler

Savcılığın hakkımda hazırladığı Esas Hakkında Mütalaa gerek içeriği, gerekse ruhuyla bu davanın tükendiğinin kanıtıdır.
İddianamede konu edilen hakkımdaki birçok suçlamayı burada belgeleriyle, kanıtlarıyla çürüttüm. Ama görüyorum ki, savcılık bu suçlamalardan bazılarını iddianamedeki gibi açık şekliyle değil, örtülü olarak sürdürüyor. Sadece bu tutum bile, bu davanın esas olarak bittiğini gösterir. Çürütülmüş iddiaları boş bir çabayla sürdürme zorunluluğu... Herhalde bir hukukçu için en zor durum olsa gerek...
Hakkımdaki Mütalaayı dikkatlice, bir kaç kez okudum. Vardığım sonuç şudur: Savcılık bu davada suçlama iddiasını kaybetmiştir. İmalı, dolaylı, örtülü ve yuvarlak bazı sözcüklerle hakkımdaki suçlamayı sürdürmektedir. “Suçsuzdur” diyememekte, açık ve net bir şekilde, “İşte şu şu nedenlerden ve kanıtlardan dolayı suçludur” ise, hiç diyememektedir. Önde duran görevin nereye, nasıl sokuşturulacağı bilinmeyen, şaşkın bir ruh hali hakimdir Mütalaaya.
“Terör örgütü” iddialarından uzaklaşıldığı anlaşılıyor. Bu iddiadan gerçekten vazgeçildi mi? Öyle gibi görünüyor. Aksi halde sorarlar; Bu örgütün lideri kim? 1 Numarası, 2 Numarası, şeması nerede? Eylemleri nerede? vb. Beş yıldır bu konularda ileri sürülen bütün suçlamalar buharlaşmış. “Ergenekon Terör Örgütü”nün bir tek adı kalmış Mütalaada. Bu durumda bazı arkadaşların ileri sürdüğü gibi, “Neyle suçlandığımı bilmiyorum” diye mi düşünmeliyim? Yok, hayır, bu operasyonun başından beri neyle suçlandığımızı çok iyi biliyorum. Mütalaanın şaşkınlığını ve çaresizliğini görünce bu konudaki düşüncem daha da pekişti.

Dava daha en başından siyasi bir davaydı. Operasyonun ilk gününden beri söylüyorduk: Beşiktaş'ta Türk Hukuku yok, Amerikan Hukuku var. Gladyo'nun 1 Numarası, “Ben bu davanın savcısıyım” diyordu. (….) 2 Numarası ise, operasyon talimatını, “Savcı bulun” diye veriyordu. (….) Yüz bilmem kaçıncı numaraları ise, “Operasyon Gladyo olunca” diye başlıyor, sinkaflarla bitiriyordu.
Özetle, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eşbaşkanlığı siyaseti çökünce, hukuku da çöktü. Bu davanın yapımcılarından olan haham Tuncay Güney bile, geçenlerde, “Ergenekon bir projeydi, bitti” diyordu. (….) ABD kaybetti, Gladyo projesi “bitti” değil, çöktü.
Olaya bu yönüyle bakınca Esas Hakkında Mütalaanın biz sanıklar hakkında bir belge olmaktan çok, savcıların kendileriyle ilgili düzenledikleri bir belge olduğu sonucuna varıyorum.

SUÇLAMALARA YANIT

Bunlara rağmen, tarihe belge bırakmak açısından benimle ilgili suçlamalara yanıt vereceğim.

1. “PKK Terör Örgütü'yle irtibat” suçlaması!
“Sanık Ferit İlsever'in geçmişte PKK Terör Örgütü lideri Abdullah Öcalan ile PKK Terör Örgütü'nün kamplarında görüştüğü... Ergenekon Terör Örgütü'nün PKK Terör Örgütü ile olan irtibatında sanık Ferit İlsever'in önemli bir yeri olduğunun anlaşıldığı...”
Dört yıl önce burada belgeleriyle kanıtladım: 1992 yılında Abdullah Öcalan ile Bekaa'da yaptığım görüşme ve sonuçları devrimci yaşamımda yaptığım en başarılı işlerden birincisidir. Kuşkusuz ülkemizin birliği, bütünlüğü ve Türk, Kürt tüm milletin kardeşliği açısından. Sorgumda bu konuda söylediklerimi bir kez daha özetlemek istiyorum.
1992 Mayıs'ında PKK’nın aldığı ayaklanma (serhıldan) kararını önlemek amacıyla, 2000'e Doğru Dergisi Genel Yayın Yönetmeni olarak Bekaa'da Abdullah Öcalan'la görüştüm. Öcalan bu görüşmede bana 92' Nevruz'u için planladıkları ayaklanma senaryosunu açıkladı: Cizre gibi bir kaç bölgede ayaklanacak halkı güvenlik güçleri şiddet uygulayarak bastıracak. Bölgede on binlerce insan çoluk çocuk, yaşlı genç buna tepki olarak Batılı insan hakları kuruluşlarının gözetiminde yürüyüşe geçecek ve sınırı geçerek Irak'ın kuzeyinde çadır köylerde yerleşecek.
Bu operasyon sırasında Batıda yoğun bir “Türk Ordusu Kürtleri katlediyor” propagandası yapılacak. Bir süre sonra da Irak'ın kuzeyinde Botan – Behdinan Sürgünde Kürt Hükümeti ilan edilecek.
Hem Öcalan ile görüşmede, hem de iki sayı üst üste 2000'e Doğru Dergisi'nde kapak olan haberde, bu eylemin yanlışlığını, halkımıza bir yararı olmayacağını, birlik ve kardeşlik ilkelerine zarar vereceğini ve en önemlisi de ABD'nin Kürt sorunu konusunda konumunu güçlendireceğini anlattım.
Bu görüşme Türk – Kürt çatışmasından ve Türkiye'nin bölünmesinden medet uman güçlerin oyununun bozulması açısından tarihi önemdedir. Görüşmeyle aylarca bir ayaklanmaya koşullanmış güçlere “Dur” denilmiş ve 92' Nevruz'unun Türk – Kürt birlikte kutlanması dileği ilan edilmiştir. Gerçekten birçok ilimizde Nevruz kardeşçe kutlanmıştır. Öte yandan, basında günlerce süren yorumlara bu yeni durumun rahatlığı damgasını vurmuştur.
Sorgumun ekinde gerek Öcalan'la yaptığım söyleşinin özetini, gerekse bu söyleşinin o dönemde günlerce süren yankılarını heyetinize verdim. Burada tekrar etmeyeceğim.
Ben halkımızın birliği, kardeşliği ve gerçek barışı için çalışıyorum. Ve bunun somut bir örneğini gerçekleştiriyorum. Savcılık ise beni, “Terör örgütleri arasında irtibat kurmakla” suçluyor.
Terör örgütünü baş tacı edenler, PKK'ya devlet muamelesi yapanlar, oturup birlikte bölücü anayasa hazırlayanlar, ABD'nin talimatıyla PKK'yla birlikte bölge ülkelerine savaş kışkırtanlar “barışçı” oluyor. Bunlar BOP Eşbaşkanlığı iktidarının bakanlık ve başbakanlık koltuklarını paylaşıyorlar. Biz ise, “Terör örgütüyle işbirliğiyle” suçlanıyor ve müebbet hapisle cezalandırılmamız isteniyor.
Tayyip Apo'yla anlaşarak bölüyor. Biz ise birleştiriyorduk,. Onlar sahte barış ve açılım edebiyatıyla iç çatışma kışkırtıyor. :is ise, gerçek barış ve kardeşliğin örneklerini yaratıyorduk. İşte tam da bu yüzden Gladyo belgelerinde suçlamalara maruz kalıyoruz. İşte bu Ergenekon vb. operasyonlarının gerçek amacı tam da budur: Türkiye Cumhuriyeti'ni çökertmek ve Türkiye'yi bölmek için TSK ve İşçi Partisi'ni tasfiye etmek!
Ben bu gerçekleri sorgumda belgeleriyle bir bir kanıtladım. Dört yıl sonra, hem de bölücülüğün koşullarının bu kadar geliştiği bir ortamda Savcılık hala beni, “PKK Terör Örgütüyle işbirliği” ile suçluyorsa, bunda kasıt ararım. Bu Esas Hakkında Mütalaa gerçekler üzerine oturtulmamıştır. Kasıtlıdır, kötü niyetlidir. Bile bile gerçekleri örtmekte veya saptırmaktadır.

2. “Talatpaşa Komitesi ETÖ'nün sivil toplum örgütü” suçlaması!
“Sanık Ferit İlsever'in Talatpaşa Komitesi'nin Genel Sekreteri olduğu ve birçok faaliyetine katıldığı... bu Komitenin faaliyetlerinin Ergenekon Terör Örgütü'nün temel örgüt belgesi olan Ergenekon isimli belgede kurulması kararlaştırılan sivil toplum örgütlerine güzel bir örnek teşkil ettiği...” (….)
“Talatpaşa ismini kullanarak Ermeni Soykırımı iddialarıyla mücadele ettiklerini ileri sürmelerinin Ergenekon Terör Örgütü'nün bir psikolojik savaş uygulaması olduğu...” (….)

Gördünüz mü, emperyalist Batının Türkiye'yi bölmek için ileri sürdüğü Ermeni Soykırımı yalanıyla mücadele etmek, “ETÖ'nün psikolojik savaş uygulaması” oluyormuş. Bu Mütalaa'nın amacını ve kimlere hizmet ettiğini bunun kadar net gösteren ikinci bir kanıt yoktur.
Burada sorgumda Talatpaşa Komitesi'nin mücadelesini ve başarılarını ayrıntısıyla anlattım. Talatpaşa Komitesi olarak yaptıklarımızı, bu kurumun genel sekreteri olarak, devrimci yaşamımın en başarılı ikinci işi olarak niteleyebilirim. Talatpaşa Komitesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı rahmetli Rauf Denktaş'ın başkanlığında, Ermeni Soykırımı yalanı konusunda Avrupa kamuoyunu aydınlatma faaliyetinde büyük başarılar kazandı. Lozan'da, Berlin'de ve Paris'te yapılan konferans ve mitingler Avrupa'da çok ses getirdi. Dışişleri Bakanlığı'nın yapmadıklarını yaparak, emperyalist merkezleri geriletti. 27 Eylül 2006'da Avrupa Parlamentosu Hükümetten Talatpaşa Komitesi'nin dağıtılmasını istedi.
İşte o tarihten beri Batılı devletlerin yanı sıra, Bop Eşbaşkanlığı iktidarının da baskı ve tertipleriyle mücadele ediyoruz. Ergenekon Operasyonu daha 2006 yılının Eylül ayında Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu'nda kararlaştırıldı. Talatpaşa Komitesi her partiden ve toplum kesimlerinden yüzlerce seçkin aydını bir araya getiriyordu. Karar sonrasında Tayyip Erdoğan'lar hemen harekete geçti ve Komite'de yer alan AKP milletvekillerini baskı altına aldı. İsviçre'deki eylemimizle ilgili olarak Sayın Doğu Perinçek hakkında önce takipsizlik kararı veren İsviçre yargısı daha sonra para cezasına hükmetti ve ardından 5 Kasım 2007'de Bush – Tayyip görüşmesinde alınan operasyon kararı...

Sayın Hakimler,
ABD emperyalizminin on yıllardır küllenmiş olan Ermeni Soykırımı yalanını bugün ısıtıp Türkiye'nin ve dünyanın önüne koymasının bir tek nedeni vardır: BOP gereği milli devletimizi çökertmek ve Türkiye'yi bölmek. Uluslararası kurumlarda Türkiye Cumhuriyeti “soykırımcı devlet” ilan edilecek ve bugünkü Türk – Kürt bölünmesine sözümona yasallık zemini hazırlanacak. Batılı emperyalist devletler işte bu projeye taş koyduğu için Talatpaşa Komitesi'ni hedef alıyorlar. Ergenekon ve PKK'yla Açılım operasyonlarının BOP ve Eşbaşkanlığı merkezlerince aynı anda ve eşgüdüm halinde yürütülmesinin nedeni budur. Talatpaşa Komitesi'nin eylemlerine karşı tavır tamamen bir Türkiye'ye tavır meselesidir. Soru çok açıktır: Türkiye'den mi, Amerikan Emperyalizmi'nden mi yanasın?
Bu arada Talatpaşa Komitesi bu davada yargılanmasına rağmen, 2010 yılında Fransa'da da büyük bir başarıya imza attı. Fransa Parlamentosu'nun aldığı “Ermeni Soykırımının inkârını suç sayan” karara karşı, Paris'te on binlerce Türk Vatandaşının toplanmasına önderlik etti ve Fransız Hükümeti'yle, Anayasa Konseyi'ni uyardı. Kısa bir süre sonra Fransa Anayasa Konseyi, Parlamentonun aldığı kararı, “Düşünce özgürlüğüne aykırı” olduğu gerekçesiyle iptal etti.
Bir yandan burada yargılanıyor ve Savcılık tarafından, “Talatpaşa Komitesi eylemleriyle, ETÖ'nün psikolojik savaşını uygulamakla” suçlanıyoruz. Diğer yandan Fransa'nın en yüksek mahkemesinden Türkiye lehine karar çıkartıyoruz.
Şimdi çok daha önemli gördüğüm bir konuya dikkatinizi çekerek, bu konudaki sözlerimi noktalayacağım. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) şu sıralarda İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek'in İsviçre hakkında açtığı Ermeni Soykırımı ile ilgili davayı karara bağlamak üzeredir. Doğu Perinçek İsviçre Hükümetinin, aynı Fransa Parlamentosu gibi, “Ermeni Soykırımının inkârını suç sayan” kararını, iptali için 2007 yılında AİHM'e götürmüştü. AİHM başvuruyu ciddiye alıp kabul etmiş ve İsviçre Hükümeti'nden savunma talep etmiştir. Dava bu sırada Avrupalı yetkililerin geciktirici girişimlerine rağmen karar aşamasına gelmiştir. Özellikle Fransa Anayasa Konseyi'nin kararından sonra bu davada elimiz daha da güçlenmiştir.
İşte tam bu aşamada Savcılık, Talatpaşa Komitesi'ni, “Terör örgütünün yan örgütü” olmakla suçluyor. Batılı emperyalistlerin Türkiye'yi bölmek için ileri sürdükleri ve yıllardır kullandıkları bir yalana tam büyük bir darbe indireceğimiz sırada bu Mütalaanın anlamı nedir? Bunu yazanlar kimdir? Kime hizmet ediyorlar? “Yazıklar olsun” diyor ve takdiri kamuoyuna bırakıyorum.
Yine de bu karanlık tablonun resmi kayıtlara girerek Türkiye'yi iyice zor durumda bırakmaması ve tarihe mal olmaması açısından, Heyetinizce Mütalaanın veya ilgili bölümünün “düzeltilmesi” amacıyla Savcılığa iadesini talep ediyorum.

3. AKP'nin Bölücü Anayasasına karşı Milli Anayasa suçlaması!
Esas Hakkında Mütalaa benimle, Sayın Doğu Perinçek arasındaki bir telefon görüşmesinde geçen, “Anayasa yapıcıları silahlı olur” şeklindeki bir söz nedeniyle, “Çağdaş dünya ve demokratik kriterler açısından kabul edilemeyecek, açıkça gayrı demokratik ve silahlı güçlere dayalı bir rejim beklentisi içinde” olduğumuz sonucuna varıyor.
Evet, bütün anayasalar bir devrim veya karşı devrimle yapılır. Tarihi gerçek, yani işin özü budur. Bu konuyu daha fazla uzatmayacağım. Bu konunun Türkiye'deki uzmanlarından Doğu Perinçek arkadaşım savcıların iddialarını net bir şekilde yanıtlamıştır.
Burada şunun üzerinde durmak istiyorum: Haydi bilmiyordunuz veya bugüne kadar anlamadınız. Şu beş yıldır da hala bir ülkenin nasıl bölündüğünü, bölücü, gerici bir anayasanın nasıl silahlı bir güçle yapıldığını anlamadınız mı? Sizin önünüze koyulan “özel görevin” ne olduğunu bilmiyor musunuz?
Bugün Tayyip Erdoğan'la, Abdullah Öcalan oturmuşlar bölücü, gerici, emek düşmanı anayasa yapıyorlar. Bu anayasanın Meclis komisyonlarında mı tasarlandığını zannediyordunuz? Bu ikili “Ergenekon, Balyoz vb. operasyonlarıyla TSK ve yurtseverler sindirildi, haydi şimdi Bölücü Anayasaya” dediler. Daha doğrusu dedirtildiler.
Şu gerçek bile, bu konudaki düşüncemizi doğruluyor: BOP Eşbaşkanlığı Hükümeti 2007 Seçimlerinden sonra Bölücü Anayasa işine girişti. Ama yapamadı. Neden? Silahlı Kuvvetlerin ve halkın o günkü gücü dolayısıyla yapamazdı da ondan. Bundan sonra Tayyip – Bush görüşmesi, operasyon kararları ve uygulamaları...
AKP – PKK’nın Bölücü-Gerici-Emek düşmanı Anayasası bugün Amerikan Ordusu'nun, Gladyo'nun gücüyle yapılmaya çalışılıyor. 2002'de BOP darbesiyle iktidarını pekiştiren karşı devrim, uygulanan operasyonlarla Türkiye Cumhuriyeti'ni çökerttiğini ve milleti fiilen böldüğünü hesap ediyor ve Bölücü Anayasayla bu süreci noktalamak istiyor.
Ama milletin gücüyle yaptırmadık ve yaptırmayacağız. Tayyip Erdoğan'ın Bölücü Anayasa girişimini başlattığı 2011 Seçimlerinden sonra kurulan Milli Anayasa Forumu'yla, bugüne kadar Türkiye'nin 160 (?) il ve ilçesinde yüz bine yakın öncümüzün katıldığı forumlarla Bölücü Anayasayı yaptırmama irademizi ortaya koyduk. 23 Nisan'larda, 29 Ekim ve 19 Mayıs'larda yüz binlerce yurttaşımız Bölücü – Gerici Anayasaya karşı seslerini yükselttiler. 23 Nisan 2013 günü Ankara'da on bini aşkın öncünün katılımıyla kurulan Milli Merkez, Anayasa Forumlarını şimdi köylere ve mahallelere taşıyor. Ve Tayyip Erdoğan'lar artık yapamayacaklarını itiraf ediyorlar.
Gördünüz mü, milletin gücünü? Köy ve mahalleden büyükşehirlere kadar ayağa kalkan ve bundan sonra da kalkacak olan milletin gücüyle Bölücü – Gerici – Emek düşmanı Anayasayı yaptırmıyoruz ve yaptırmayacağız! “Çağdaş dünyanın demokratik kriterlerine aykırı”ymış! Hangisi “çağdaş dünya”, hangisi “demokratik”? ABD'nin silah gücüyle “Türk Milleti”ni Anayasadan çıkartmak mı “çağdaş dünya”? Laikliği kaldırmak, Atatürk'ü ve TC'yi yasaklamak, komşularımıza terörist ihraç etmek mi “çağdaş dünya”?

Hangisi “demokratik”? ABD'nin silah gücüyle Gladyo'nun tertip ve psikolojik savaşıyla sahte operasyonlar düzenlemek, baskı ve zulüm uygulamak mı “demokrasi”, yoksa bağımsızlık ve özgürlük için yüz binleri, milyonları ayağa kaldırmak mı? Milli Demokratik Devrim'le “çağdaş dünya”ya ve gerçek demokrasiye koşar adım gidiyoruz. Bu davanın savcısı olduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan'ın ve Esas Hakkındaki Mütalaa'nın telaşı ve rahatsızlığı bundan.
“Ferit İlsever kendisine bu konu sorulduğu zaman mantıklı cevap verememiş.” (….) Dört yıl sonra bugün cevabım mantıklı oldu mu?

4. “1990'da ÖKK'nın kurulmasından sonra Gladyo yapılanmasının buradan silindiği iddiasıyla ETÖ'yü gizlediği” suçlaması! (….)
Bizim tarihimizde bırakın “gizlemeyi”, Gladyo'yla hiçbir şekilde uzlaşmak yok. Hayatımız ABD'nin bu derin devletiyle mücadeleyle geçmiş. Çünkü, güzel yurdumuz altmış yıldır ABD Emperyalizmi'nin tahakkümü altındadır. Bu yarım yüz yıldan fazla süre içinde her dönemde Gladyo'nun 1 Numaralı hedefi olduk ve ağır saldırılarına uğradık. Kendimin bizzat yaşadığım olaylardan ve bu tahakküme karşı mücadelemizin deneylerinden hareketle bu konuda üç cilt kitap yazdım.
1990'dan önce veya 90'dan sonra her dönemde ABD Emperyalizmi'ne karşı mücadelenin en önünde yer aldık. Buradaki sorgumda Gladyo'yla mücadele tarihimizi şemalarla, uzun uzun anlattım. ABD Derin Devletindeki bir yapısal değişikliğe dikkat çektim. 1990'lardan, yani Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra Gladyo, merkezini Emniyet'e taşıdı. Bu yıllara kadar ABD Derin Devleti önce Özel Harp Dairesi'nde (ÖHD), sonra da Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda (ÖKK) üstlenmişti. Sovyetler Birliği yıkılıp, ABD “Dünyanın tek efendisi” olma iddiasıyla bölgemize yüklenmeye başladıktan sonra, o yıllara kadar NATO'nun ve ABD'nin güçlü bir şekilde yanında olan TSK'de uyanış başladı. Bu uyanış en somut ifadesini ABD Derin Devleti'ne karşı tutumda gösteriyordu. 1991'deki 1. Körfez Savaşı'yla ABD'nin Irak'ı işgaliyle birlikte, TSK ve Onun en hassas kuruluşu ÖKK milli mevzilerdeki yerini aldı.
İşte Gladyo'nun merkezini Emniyet'e taşımasının nedeni budur. Bu tarihten günümüze kadar Emniyet'te Fethullahçı cemaat kadrolarıyla işbirliği halinde ABD'nin BOP ve Türkiye'nin bölünmesi projelerinde çalışmaktadır. Gladyo merkezi 90'lara kadar ÖHD ve ÖKK'da nasıl ABD'nin planları için faaliyet gösterdiyse, 90'lardan sonra da Fethullahçı Gladyo yapılanmasıyla Emniyet merkezli ve günümüzde kısmen Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı (KDGM) merkezli olarak karanlık faaliyetini sürdürmektedir.
Bize gelince; 1970'lerde, 80'lerde ÖHD ve ÖKK merkezli Gladyo'nun 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle nasıl mücadele ettiysek, 90'larda ve sonrasında da Gladyo'nun somut ifadesi olan Çiller Özel Örgütü'yle, Tayyip Özel Örgütü'yle ve Fethullahçı Gladyo'yla aynı kararlılıkla mücadele ettik.
“ETÖ'yü gizleme” suçlamasına gelince... Olmayan bir şey gizlenmez. Sen önce şu ETÖ'yü bir anlat da, sonra ben onu gizlemiş olayım. ETÖ'yü sakız gibi üç cümlede bir çiğneyerek olmaz. Göster bakalım; merkezini, liderlerini, şemasını, faaliyetlerini somut olarak göster! Bakın burada ben dört yıldır belgesiyle, şemalarıyla saatlerce Gladyo'yu ve ona karşı verdiğimiz mücadeleyi anlatıyorum.
Şu Gladyo'ya “Ergenekon” suçlamasını bile bizden öğrendiniz. O yıllarda Genel Yayın Yönetmenliği'ni yaptığım Aydınlık Dergisi'nin 14 – 15 Haziran 1997 günlerinde İstanbul'da düzenlediği Susurluk Konferansı'nın konuşmacılarından e. Dz. Binbaşı ve araştırmacı - yazar Erol Mütercimler, e. General Memduh Ünlütürk'ün, Kontrgerilla'nın ilk kez “Ergenekon” adıyla 12 Mart 1971'den önce Amerikalıların önderliğinde kurulduğu konusunda kendisine ayrıntılı bilgiler verdiğini anlattı. Böylece kamuoyu Kontrgerilla'ya, ilk kurulduğu dönemde “Ergenekon” dendiğini bizden öğrendi. Gladyo ise, yarım yüz yıldır her pisliğini nasıl üzerimize atmaya çalıştıysa, 90' öncesi karanlık faaliyetinin etiketini de bize yapıştırarak yoluna devam etmek istiyor. Ancak yolun sonuna geldik.

5. “ENKA'da Ulusal Medya Grubu toplantısı” suçlaması! (….)
Mütalaanın hakkımdaki “gizemli” suçlamalarından biri de şu “ENKA Tesislerindeki yemek” hikayesi... İddianamede yer alan ve yandaş medyada günlerce gürültüsü kopartılan, “Veli Küçük, Kemal Özden ve Ferit İlsever Ergenekon Terör Örgütü'nün yayın grubunu kuracaklardı” iddiası Mütalaada buharlaşmış, yok! En azından benimle ilgili bölümde yok. Ama içi boş, “Bu toplantının örgütsel içeriğini inkâr ediyor” suçlaması devam ediyor. Hani Gürbüz Çapan'dan Cumhuriyet'in hisselerini satın alacaktık? Hatta zorla alacaktık? Yok efendim, “Ulusal Medya 2001 belgelerinde de belirtildiği gibi, yayın grubu kuracaktık” vb. Nereye uçtu bu iddialar?
Cumhuriyet Gazetesi'nin satılamayacağı ve satın alınamayacağı, Gürbüz Çapan'ın hisselerinin Cumhuriyet'in mülkiyeti açısından beş paralık değerinin olmadığı, bu toplantıya çağırılış nedenimin Cumhuriyet'in yan kuruluşuna ortak bulmak, yani Cumhuriyet'e finansman sağlamak olduğu açığa çıkınca tertip çöktü. Ortada kala kala ne idüğü belirsiz “örgütsel içerik” suçlaması kaldı.
Ama Mütalaada bizzat Gürbüz Çapan sorgusunda yalanlamasına rağmen, “Ferit İlsever toplantı hakkında basına bilgi veren Çapan üzerinde baskı kurdu. Bu beyanatları geri aldırmaya çalıştı” iddiası devam ediyor. İnsaf! Gürbüz Çapan Emniyet'te, Savcılık'ta ve burada huzurunuzda böyle bir şey olmadığını defalarca söylemesine, 28. 08. 2009 günlü duruşmada burada size uzun uzun bu iddiayı çürüten Çapan'la yaptığım telefon görüşmesini dinletmeme rağmen bu suçlama sürüyor.
Hem de bu telefon görüşmesini “illegal” kaydettiğim ve bu kaydın bu davanın sanıklarından “Emcet Olcaytu'da ele geçtiği” iddia edilerek. Gürbüz Çapan'la yapılan telefon konuşmasını diğer bütün yayın ve konuşmaları olduğu gibi, Kurumumuz (Ulusal Kanal) kaydetti ve buraya getirip sizlere bizzat ben dinlettim. RTÜK kurallarına göre, her türlü yayının ve toplumsal iletişimin kaydı zorunludur. Burada “illegal” bir şey yok. Tersine burada tanık olduğumuz türden yalan yanlış iddiaların açığa çıkartılması açısından çok yararlı bir uygulama olduğu ortada.
Son bir not: Mütalaada yer alan, Ulusal Medya Grubuyla ilgili olarak Akatlar'da başka bir toplantıya daha katıldığım suçlaması ise tamamen gerçek dışıdır. Ben Akatlar'ı bilmem, burada yapılan bir toplantıya katılmadım.

6. Hikmet Çiçek'in flash – bellek'inden hareketle “Üst yapılanma” suçlaması!
Mütalaadaki şahsımla ilgili suçlamalardan biri de, İşçi Partisi Genel Merkezi'nde bulunan ve Sayın Hikmet Çiçek'e ait olduğu söylenen bir flash-bellek'teki Ferit İlsever'le sayın İlhan Selçuk arasındaki konuşma notlarıdır. Mütalaaya göre, İlhan Selçuk'un Ferit İlsever'e, “Ulusal Kanal ile Cumhuriyet Gazetesi'nin tek çatı altında birleştirilmesi”yle ilgili olarak, 'Bir taban hareketi olacak, siz, G, Cumok'lar ve benzeri herkesin hissesi olacak, ama yukarı ile ilişki bakımından benim önderliğimde' diyerek, üst yapılanma planını sanık Ferit İlsever'e anlattığı, sanık Ferit İlsever'in bu belge hakkında inkâr yollu genel savunma stratejisine uygun olarak, 'İlhan Selçuk böyle bir şey söyleyecek biri değil, o ibareleri buraya birisi yerleştirmiş' şeklinde ifade kullandığı...” (….)
Evet, 28. 08. 2009 tarihli sorgumda savcı Nihat Taşkın tarafından bu tek cümlelik diyalog gündeme getirildi ve ben de böyle yanıt verdim. Flash bellek'teki İlhan Selçuk'la uzun konuşmamız içinden bu tek cümle cımbızlanarak alınmış ve yorumlanarak İddianameye de konmuştu. Sorgum sırasında da ısrarla belirttiğim gibi, konuşmanın tamamından haberim yoktu. Bu belge bana ne Emniyet'te, ne de Savcılık'ta sorulmuştu. Buradaki sorgumda bu flash bellek olayını ilk kez duyduğumu söylediğimde, Savcı Nihat Taşkın, “Belgeler çözüldükçe dosyaya giriyor” şeklinde yanıt vermişti.
Buradaki sorgum sırasında flash bellekteki konuşmadan haberim olmadığını ve Savcı Nihat Taşkın'ın cevabını burada özetliyorum:
“Sanık Ferit İlsever: Sözü edilen belgeyi ne Emniyet'te, ne Savcılık'ta sordular. Hikmet Çiçek'te çıktığını söylediğiniz bu belgeden ben İddianamede haberdar oldum.
“Cum. Savcısı Nihat Taşkın: İddianame tarihine kadar incelenmesi tamamlanmayan şeyler sonradan dava dosyasına girdi. Halen de şifreli olduğu için çözülemeyen belgeler var.
“Sanık Ferit İlsever: Hikmet Çiçek'te çıkmışsa çıkmıştır. Ben böyle bir belge çıkmadı demedim. Çünkü böyle bir flash bellekten haberim yok... Burada söylediğiniz şeylerin de tamamını okumadım. Az önce verdiniz bana, okuyacağım. İddianameye aldığınız kadarıyla biliyorum.”
Özetle; İlhan Selçuk'la konuşmamın tamamını bilmiyorum ama, İddianameye cımbızlanarak alınmış tek cümleye dayanarak şöyle bir suçlamayla karşı karşıya kalıyorum: “İlhan Selçuk bu konuşmada Ferit İlsever'e bbu birleşmenin üst yapılanma planını anlatmış.” Yani ETÖ'nün üst yapılanmasının talimatıyla, Ulusal Kanal ile Cumhuriyet'i birleştirmeye çalışıyormuşuz.
Tabii ki, bu gerçek dışı suçlamaya isyan edecektim ve ettim de: “İlhan Selçuk böyle bir şey söyleyecek biri değil. Belge bunu söylüyorsa, o ibareleri buraya birisi yerleştirmiş” dedim.
Belge böyle bir şey söylemiyordu. İlhan Selçuk'la konuşmamın tamamını görünce, gerçek bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor. “Yukarı ile ilişki” cımbızlanıp kötü niyetli yorumlanırsa, ortaya Ergenekon İddianamesi veya Mütalaası çıkar. Ama konuşmanın bütünü okununce gerçek bambaşka! Ortada yalnızca Ulusal Kanal'ın Cumhuriyet ailesine alınarak bir Cumhuriyet Televizyonu yapılması projesi var. Çünkü Gürbüz Çapan 4 milyon dolara bir Cumhuriyet Televizyonu kurmuş ama, RTÜK'ten yayın hakkı yok. Oysa Ulusal Kanal'ın yayın lisansı var.
Bakın, konuşmanın başında İlhan Selçuk öncelikle, “Bize TV'yi verin” diyor. Yani en başta “ortaklık”, “beraberlik” yok. Konuşmanın tamamı okununca görülüyor ki, vermemişiz. Versek, zaten ortada ne “üst yapılanma” ne de “yukarı ile ilişki” diye bir şey olmayacak.
İlhan Selçuk daha sonra “Beraber yapalım” teklifinde bulunmuş. Nasıl yapılacak? Kendi ifadesiyle; “Piramit şeklinde”. Sonra bu piramidi açmış; Önce “Taban hareketi şeklinde” Yenigün A.Ş'nin hisseleri dağıtılacak. Yayın hakkı olduğu için Ulusal Kanal'a, Gürbüz Çapan'a ve Cumok'lara (Cumhuriyet Okurları) hisseler verilecek. “Yukarı ile ilişki” yani Cumhuriyet'in gerçek sahibi olan Vakıf'la ilişki açısından ise, “Benim önderliğimde.” Burada aylarca konuşuldu. Son kez söylüyorum: Cumhuriyet'in biricik sahibi Cumhuriyet Vakfı'dır. Sayın İlhan Selçuk Vakıf adına Cumhuriyet'in imtiyaz sahibiydi. Dolayısıyla Cumhuriyet Televizyonu yapılacaksa ve konuşmada da belirttiği gibi Cumhuriyet logosu kullanılacaksa, bu girişim yalnızca İlhan Selçuk'un önderliğinde gerçekleşebilirdi.
Tıpkı Cumhuriyet Gazetesi'nde olduğu gibi. Cumhuriyet de böyle piramit şeklinde örgütlüdür. Cumhuriyet'in “patronu” olan Vakıf'la ilişki ise İlhan Selçuk'un önderliğinde sağlanıyordu. Heyetinize daha önce sunduğum İlhan Selçuk'un bu konudaki Emniyet ifadesini bir kez daha özetliyorum: “Cumhuriyet Gazetesi'nin asli sahibinin Cumhuriyet Vakfı olup, Cumhuriyet Vakfı'nın iştiraki olan birden çok şirket olduğunu, gazeteye finansman temin etmek amacıyla Vakfın bünyesinde Yenigün Holding A.Ş isimli şirketin bu şirketlerden birisi olduğunu...ancak bu şirketin söz ve yetki sahibinin imtiyazlı ortağı olan Cumhuriyet Vakfı olduğunu...o holdingin sadece Cumhuriyet Gazetesi'ne finansman desteği sağlamak amacıyla kurulduğunu, Cumhuriyet Gazetesi'nin yayın politikasında bir etkisinin olmadığını...” (Ergenekon 1. İddianame; s. 1717-18)
Bu ilişkiyi, dolayısıyla “yukarısı” ile “taban hareketi” arasındaki bağlantıyı özetleyen şemayı da Ekte bir kez daha Heyetinize sunuyorum.
Cumhuriyet'in “yukarısı” ve “aşağısı” gerçeği bu olduğu için, konuşmanın devamında arkadaşlarıma şöyle diyorum: “TV'yi bizden bedava alacaklar. Belki bize küçük bir rol de verecekler.” (….)
Sonuçta İlhan Selçuk'un önerdiği “beraberliği” de kabul etmemişiz. Konuşmamda “Bugün işbirliğinin koşulları yoktur. En temel konularda Cumhuriyet ile karşıt konumlardayız” diyorum, İlhan Selçuk'a. En fazla söylediğim, “Biz size TV'yi satalım. Cumhuriyet TV'yi dilediğiniz gibi yapın” olmuş. Yani suçlama konusu olan “üst yapılanma planı” daha o zaman yatmış.
Kaldı ki, nasıl bir “yapılanma” veya “yayın grubu”dur ki, her temel konuda ayrı düşmüşüz. Konuşmanın sonunda sayın İlhan Selçuk'a şöyle diyorum: “MHP, NATO saldırısı, özelleştirme, hatta son polis operasyonu, her önemli konuda Cumhuriyet'ten ayrılıyoruz. Cumhuriyet son aylarda çok değişti. Siz NATO saldırısını alkışlıyorsunuz, biz karşı çıkıyoruz. Siz MHP'nin değiştiğini var sayarak koalisyonda yer almasını savunuyorsunuz, biz ise NATO'nun emrinde taşeronluk görevleri için ırkçı partinin iktidara getirildiğini söylüyoruz. Orduyu dinleyen polisi bile 'yurtsever polisler' diye savunuyorsunuz. Nasıl yayın yapacağız?”
Mütalaanın “üst yapılanma” suçlamasına en iyi cevap, İlhan Selçuk'la konuşmamızın sonunda yer alıyor:
“İlhan Selçuk: Tavrımızı devletin genel savunma planları içinde düşünmek lazım.
“Ferit İlsever'in notu: İlhan Selçuk'la görüşmede ilk kez bu kadar net karşımda devleti gördüm.”
Sonuç: İlle de zorlayarak bir “üst yapılanma” ararsanız, görüldüğü gibi karşınıza sadece devlet çıkıyor.

7. 1972 Robert Kolej baskını ve “ABD'li” Hillary Summer Boyd edebiyatı...
Mütalaa CIA görevlisi Mehmet Eymür'ün yalancı tanıklığına dayanarak Ferit İlsever hakkında İddianamede kullandığı suçlamaların bazılarından vazgeçmiş. Ama bazı suçlamaları örtülü de olsa sürdürüyor.
İddianamedeki, “Ferit İlsever'in bulunduğu örgütün 1970'lerde İngiliz istihbaratıyla ilişkili olduğu” suçlaması rafa kalkmış. Ama bu kez ABD'yle ilişkiyi ima eden şu suçlama yer almış: “Bu dava öncesi yapılan operasyonlarda ABD vatandaşı Hillary Summer Boyd'un lojmanında yakalanan Cahit Düzel'in, Ferit İlsever'in zaman zaman bu lojmana geldiğini, geldiğinde ruhsatsız silah, örgütsel döküman, telsiz, alarm vs. cihazlar bıraktığını beyan ettiği, bu operasyonlarda sanık Ferit İlsever'den ele geçirilen şifreli notların sanık Ferit İlsever'in ikrar ve açıklamalarıyla çözüldüğü, buna göre operasyonun genişletilerek birçok kişinin tutuklandığı...” (….)
İşte yine her satırı gerçek dışı olan bir iddia.
Birincisi; Şu Hillary Summer Boyd'un hangi milletten olduğuna bir karar verin. Verin ki, bizde hangi milletin istihbarat örgütüyle ilişkide olmakla suçlandığımızı bilelim. Eymür'ün iddialarına ve İddianameye göre İngiliz, burada ABD vatandaşı. Benim bildiğim İngiliz vatandaşı. O zamanki adıyla Robert Kolej'de öğretim üyesi.
İkincisi; Ferit İlsever'in arkadaşı olan Cahit Düzel, “Hillarya Summer Boyd'un lojmanında yakalanmış” değil. Cahit Düzel bu okulda asistan-öğrenci. Ve hocası Hillary Summer Boyd ile aynı öğretim üyeleri lojmanının alt katında kalıyor.
İşte kırk yıl önceki Sıkıyönetim Mahkemesi kararının ilgili bölümleri:
“Cahit Düzel'le bir arada kaldıkları öğrenilen ancak bir ilişiği görülmeyen Hillary Summer Boyd...” (Esas No:1974/1; Karar No: 1974/25; S. 59)
“İfade sahibi Hillary Summer Boyd; Robert Kolej'de hocalık yapması sebebiyle öğrencisi Cahit Düzel'i tanıdığını, ayrıca Kolej'in binalarında Cahit Düzel'in bir arkadaşıyla birlikte kaldıklarını, hen ne kadar kendisi de Kolej'e ait bir binada ve Cahit Düzel'e yakın odada kalmakta ise de, aralarında hoca-öğrenci münasebetlerinden başka sol konular üzerinde bir tartışma geçmediği gibi, Cahit Düzel'in Şafak'la ilgili bir faaliyetini bilmediğini beyan etmiştir.” (s. 6)
Mütalaanın ilgili bölümünün üçüncüsü; “Ferit İlsever'in zaman zaman bu lojmana geldiğinde ruhsatsız silah, örgütsel doküman, telsiz, alarm vs. cihazlar bıraktığı” suçlaması...
Yine kırk yıl önceki Sıkıyönetim Mahkemesi kararına göz atıyoruz (Cahit Düzel'in Emniyet ifadesinden):
“1971 Ekim ayında Ferit İlsever evime telefon etti. Evinde bulunan yasak kitapları evde saklayıp saklayamayacağımı sordu. Kısa bir süre için kabul ettim. Bir kaç gün sonra dört kutu kitabı evime getirdi.”
Demek kırk yıl önceki yasak kitap, 21. yy.ın Özel Görevli Savcılarının Mütalaasında “ruhsatsız silaha” dönüşmüş.
Dördüncüsü; Sanık Ferit İlsever'in ele geçirilen şifreli notlarının çözülerek operasyonun genişletildiği ve birçok kişinin tutuklandığı iddiası. Bu da en son yalan. Çünkü Ferit İlsever'in şifreli notlarının çözülmesiyle yakalanmış kimse yok. İlsever İstanbul'da en son gözaltına alınan kişi.
Bu Mütalaadaki suçlamalara son olarak sorgumdaki ifadelerle yanıt vermek istiyorum:
“Şu Robert Kolej baskını... Bu olayın hedefi, yani canlı tanığı olduğum için biliyorum. Eymür'ün bu konuda söylediklerinin tamamı yalandır. 'Türkiye İhtilalci İşçi köylü Partisi'nin İstanbul karargâhı' diye bir olgu yoktur. 'Bu karargâhın Robert Kolej'de bulunması' diye bir olgu yoktur. Yine bu 'karargâhın bir İngiliz Hocanın ikametgâhında bulunması' diye bir olgu da yoktur. Bir cümlede üç yalan... Tipik Mehmet Eymür. Sadece İstanbul Robert Kolej'de öğrenci olan bir dostumuzun, okul kampusu içinde, üst katında bir İngiliz Hocanın oturduğu öğretim üyeleri lojmanının Eymür'ler tarafından basılması vardır.
“Bu davada Partinin İstanbul sorumlusu suçlamasıyla yargılandım. Ne bana, ne de yargılanan diğer arkadaşlarıma, ne Emniyette, ne Savcılıkta ne de Mahkeme'de Eymür'ün iddiası sorulmadı. Yargılandığımız davanın iddianamesinde de böyle saçma bir suçlama yer almadı. Eymür'ün iftirasını kimse ciddiye almadı. Eymür'ün, 12 Mart Darbesinin Sıkıyönetim Savcılarının ciddiye almadığı iftirasını, kırk yıl sonra Ergenekon Savcıları iddianamelerine aldılar.
“İddianamelerine almakla kalmadılar. Bir de yalancı tanık misali Mahkemeye getirip saatlerce yalanlarını dinlediler.
“Şu hale bakın ki, 21. Yüzyıl'daki özel yetkili savcıların iddialarını, kırk yıl önceki sıkıyönetim mahkemelerinin belgeleriyle çürütüyoruz.
“Bir kez daha altını çiziyorum: Biz bu davada 'düşünce ve örgütlenme suçlusu' olarak yargılandık. İşçi sınıfımızı ve emekçi halkımızı iktidar mücadelesinde örgütlemekle suçlandık. 68' Gençlik Hareketinin önderleri olarak, Amerikan emperyalizmine karşı yurdumuzun bağımsızlığını savunduğumuz için yargılandık. Daha sonra utanç duyguları ifade edilerek, 141. ve 142. maddeler kaldırıldı. Devlet özür diler gibi, bu maddelerden hüküm giyenlerin sabıka kayıtlarını sildi. Ancak savcıların iddianamesinde hala 'devlete karşı suç işlemiş kişiler' olarak gösteriliyoruz. Hayatımız, ABD ve İngiliz istihbarat örgütleriyle ve onların Eymür gibi memurlarıyla mücadele ile geçti.” (….)
Daha vahimi ben dört yıl önce burada sorgumda bunları vurguladığım halde, savcılar hiç bir şey olmamış gibi bugün de Mütalaalarında 141. maddeden nasıl mahkûm olduğumuzu uzun uzun anlatıyorlar. Söyleyecek söz bulamıyorum; Utanın! Savcılık, 12 Eylül döneminin Başbakanı Turgut Özal'ın, “düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı” gerekçesiyle kaldırdığı bu maddelerle beni suçlamaya devam ediyor. Çünkü kafaları 12 Eylül kafasından bile geridir.

8. Cumhuriyet Çalışma Grubu suçlaması!
Savcıların illegal bir yapı olduğunu ilan ettikleri Cumhuriyet Çalışma Gurubu'nu ilk kez duyuyorum. Bana ne Emniyet'te, ne Savcılık'ta ne de buradaki sorgumda bu konu sorulmadı. Böyle bir örgütle ilgim yoktur.
Ancak bu Gurubun belgeleri arasında bulunduğu söylenen, “Ulusal Birlik Kurultayı”nda yaptığım ifade edilen konuşmadan alınan bir kaç cümleyi beğendiğimi ifade etmeliyim. Şöyle demişim:
“Ulusal Kanal adına Ferit İlsever'in konuşması' başlığı altında, Kuvayı Milliye hareketinin sesi ve gözü olacakları, buradan bir Milli Kongre kararı ile çıkılmasını, ülkemizin uçurumdan aşağıya yuvarlandığı, Kuvayı Milliye merkezlerinin birleştirilmesi şeklinde konuşmanın özetlendiği...” (….)

Nerede, ne zaman, nasıl konuşmuşum belli değil ama ağzıma sağlık! Güzel konuşmuşum.

9. “ETÖ'nün basın-yayın faaliyetleri alanında çalıştığım” suçlaması!
Yazıyorsunuz, ama kendiniz bile inanmıyorsunuz.

BENİM YÜREĞİMLE, BEYNİMLE, TÜM VARLIĞIMLA BAĞLI OLDUĞUM BİR TANE ÖRGÜT VARDIR: İŞÇİ PARTİSİ!
Yaklaşık kırk beş yıldır Partimin verdiği görevle, ağırlıklı olarak basın-yayın alanında çalıştım.
Mütalaada benimle ilgili yer alan “üst yapılanma”, “yukarıyla ilişki”, “örgütsel ilişki”, “örgütsel disiplin”, “örgütün emir ve talimatları”, “örgütsel faaliyetlerin sürekliliği, çeşitliliği, yoğunluğu ve kamuoyunda etkisi” gibi ifadelerin benim için bir tane anlamı vardır: İŞÇİ PARTİSİ!
1965 yılında Türkiye İşçi Partisi'nin Üsküdar İlçe Örgütü'ne üye oldum. 48 yıl sonra bugün 2013'te hala İŞÇİ PARTİLİYİM!

TÜRKİYE DEVRİM DÖNEMİNE GİRMİŞTİR!
Sayın Başkan
Sayın Heyet,
Son sözlerime, işin temelindeki gerçeğe geliyorum.
2006-2007 yıllarıyla birlikte Türkiye bir devrim dönemine girmiştir. Esas Hakkında Mütalaa “Devrim”, “millet ordu el ele” vb. çok kullandığımızdan yakınıyor, belli bundan çok rahatsız olmuş. Evet, kullanıyor ve gerçeği saptıyoruz: TÜRKİYE BUGÜN MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİMİNİ GERÇEKLEŞTİRME veya KEMALİST DEVRİMİ TAMAMLAMA AŞAMASINDADIR. 1950'lerden beri hüküm süren karşı devrimin Türkiye Cumhuriyeti'ni yıktık ve milleti böldük diye hesap yaptığı dönemde, ülkemiz Cumhuriyet'in yeniden ve çok daha sağlam kurulacağı, milletin birliğinin pekişeceği yeni bir devrimci döneme girmiştir.
Bu vesileyle, Mütalaada çok suçlandığı ve aynı zamanda yıldönümü olması nedeniyle 27 Mayıs Devrimi'ne bir kaç cümleyle değinmek istiyorum. Evet, 27 Mayıs 1960 hareketi yarım kalmış bir devrimdir. Özgürlük isteyen bir gençlik ve halk hareketinin eseri olmuştur. ABD emperyalizminin ve Ortaçağ güçlerinin diktasını yıkamamış, ancak düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlükleri açısından ileri adımlar atmıştır. 1961 Anayasası bunun en somut örneğidir. En önemlisi, 27 Mayıs Devrimi sonraki yıllardaki büyük halk hareketinin önünü açmıştır.
Darbeye en somut örnekler ise, 1971-12 Mart Darbesi, 1980-12 Eylül Darbesi ve 2002-BOP Eşbaşkanlığı Darbeleridir. Darbeler Amerikancıdır ve Onun Gladyo'sunun eseridir. ABD'ye teslim olmadan darbe olmaz. Gladyo darbelerinde halka, emekçilere, sola ve yurtseverlere baskı uygulanır. Biz di her Gladyo darbesinden nasibimizi almışız.
Milli Demokratik Devrim ise, ABD emperyalizminin, işbirlikçilerinin ve Ortaçağ güçlerinin diktasını yıkmayı hedefler. Temel sloganımız; BAĞIMSIZ, DEMOKRATİK TÜRKİYE'DİR!
Partimiz bir devrim dönemine girdiğimizi saptadıktan sonra, Aralık 2006'daki 7. Genel Kurulu'nda tüzük ve programında değişiklikler yaparak Milli Hükümet programını benimsedi. Çünkü artık Türkiye'nin bu sürecin sonunda varacağı yer Milli Hükümet olacaktı. Bu gerçeği Türkiye'de büyük birikimiyle İşçi Partisi'nden başka kimse saptayamazdı ve öyle de oldu. Bu yıllarda yükselen Cumhuriyet hareketini Milli Hükümet hedefine yönlendirmek ve ulaştırmak için uğraştık. Ancak başaramadık.
Bu dönem Türkiye'miz ve devrimci-halk hareketi açısından bir dönüm noktasıydı. Bu noktada, beni daha sonra çok düşündüren bir anımı paylaşmak isterim. 2007 yılı içinde AKP İstanbul Milletvekili Prof. Burhan Kuzu'yu Ulusal Kanal'ın kablolu yayın sorunu nedeniyle ziyaret ettim. Ulusal Kanal'ın kablolu yayın hakkı AKP İktidarı'nın oyunlarıyla gasp edilmişti. Prof. Kuzu'ya uğradığımız haksızlığı ayrıntılarıyla anlattım. Görüşmemiz bitti. Ayrılırken Sayın Burhan Kuzu bir sorusu olduğunu söyledi ve şöyle dedi: “Ferit Bey, siz bir zamanlar ne güzel sosyalisttiniz. Niye bugün sosyalistliği bırakıp milliyetçi oldunuz?” Benim yanıtım ise şöyle olmuştu: “Biz ne bugün sosyalistliği bıraktık, ne de bugün yurtsever olduk. Kendimizi bildiğimizden beri hem yurtsever, hem de sosyalistiz.” Bu diyalogdan sonra 2006 Genel Kurul kararlarımızın çok doğru ve yerinde olduğunu bir kez daha düşündüm.
Devrimci dönem diye adlandırdığım bu dönem aynı zamanda karşı devrimin de son aşaması oluyordu. Sosyal bilimlerin temel yasasıdır: Her devrimci süreç, karşı devrimci atakları alt ederek ilerler ve başarıya ulaşır. Yani karşı devrimci ataklar da işin doğasında var. Gladyo'nun TSK ve İşçi Partisi'ni hedef alan Ergenekon, Balyoz vb. operasyonları da işte bu son atakların örnekleri oluyor.

YIKILACAKSINIZ!
Sürecin böyle ilerleyeceğini başından beri söylüyoruz. Bu yüzden Gladyo operasyonlarına başta Genel Başkanım olmak üzere İşçi Partililerin “Yıkılacaksınız” sloganları damgasını vurdu. Hep söyledik: Zulmünüz arttıkça daha hızlı yıkılacaksınız! İşte yıkılıyorsunuz! Şimdi gördünüz mü, Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkılmanın, Milleti parçalanmanın eşiğine götürdüğünüz noktada devrimin güçleri ayağa kalkmış bulunuyor. Karşı devrimin güçleri ise, birbirine girmiş, moralsiz ve yönetemez durumda. Giderek büyüyen bir iktidar boşluğu... Ayrıca BOP Eşbaşkanlığı'nın kuyruğunda giden muhalefetin asla dolduramadığı bir muhalefet boşluğu...İktidarı da, muhalefeti de boşalıyorsa, sistem boşalıyor demektir. Aynen de böyle olmaktadır. Geldiğimiz yeri saptayalım: Bu aşamada ABD emperyalizmi ve BOP Eşbaşkanlığı kaybetmiş, devrim kazanmıştır.
Bu noktada “zulüm”le ilgili bir gerçeği daha vurgulayalım: “Zulmünüz arttıkça daha hızlı yıkılacaksınız” gerçeğin bir yanı. Gerçeğin diğer yanı ise, “Zulmünüz arttıkça biz daha hızlı büyüyeceğiz”dir. Karşı devrim yıkıldıkça devrim gelişir.
Bakın bugün İşçi Partisi nasıl büyüyor ve kararlı adımlarla Milli Hükümete yürüyor? İşçi Partisi bugün panik halindeki Tayyip Erdoğan'ın kâbusu olmuştur. Üç cümlesinden birinde İşçi Partisi'ne saldırıyor.
İşçi Partisi büyüdükçe millet de ayağa kalkıyor. İşte 19 Mayıs 2012! 29 Ekim 2012! 10 Kasım 2012! ve 23 Nisan 2013 Milli Merkez Kurultayı! 1 Mayıs ve 19 Mayıs 2013 eylemleri! Ve on binlerin 13 Aralık 2012, 8 Nisan 2013 Silivri buluşmaları! Açılımın Akillerine karşı her il ve ilçede büyük tepkiler...
Ve millet Ordusunu da ayağa kaldırıyor. Yüz binlerin her eyleminin temel sloganı: MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİYİZ! Bir millet ordusunu böyle yaratır, böyle yaşatır ve böyle dirilterek ayağa kaldırır!

Görseller........görseller.........görseller..........görseller.........görseller.....

“CEBİR VE ŞİDDET” YOK! ÖZGÜRLÜK VAR!
İzlediniz...Büyük ölçüde benim partim önderlik ediyor. Mütalaa bizi (tabii beni de), “Cebir ve şiddet kullanarak Hükümeti devirmek”le suçluyor. “Cebir ve şiddet” bu eylemlerin neresinde? Vatandaşın haklı tepkilerine polisin biber gazı ve gaz bombası “cebiri” uygulamasına karşı, yer yer barikat yıkma “fiziğiyle” cevap veriliyor. Hepsi o kadar.
“Cebir ve şiddet” ABD emperyalistlerinin ve işbirlikçilerinin kültüründe bulunmaktadır. Her şey bir yana, Amerikan emperyalistleri ve onların yönetimindeki terör çeteleri sadece Irak ve Suriye'de yüz binlerce, milyonlarca Müslümanı katletti.
Bizde “Cebir ve şiddet” yok. Ama en demokratik yöntemlerle elbette Mafya-Gladyo-Tarikat diktasının, “görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye, hatta ortadan kaldırmaya” çalışıyoruz. Milletin gücüyle...İşte bu milyonların gücüyle önümüzdeki yerel seçim-genel seçim sürecinde BOP Eşbaşkanlığı iktidarına son vereceğiz.
Mafya-Gladyo iktidarının “engellemeye” çalıştığımız “görevlerini” şöyle bir hatırlayalım:

o 1 Mart 2003'te ABD-AKP'nin hazırladığı Tezkere'nin Meclis'ten geçmesini “engelledik”.
o AKP'nin PKK ile hazırladığı Bölücü Anayasa'yı “engellemeye” çalışıyoruz.
o 4+4+4 gerici eğitim sistemini “engellemeye” çalışıyoruz.
o AKP'li yetkililerin kamu kurumlarından TC'yi ve Atatürk büstlerini kaldırmasını “engellemeye” çalışıyoruz.
o AKP'nin Devlet Tiyatrolarını kapatma girişimini “engellemeye” çalışıyoruz.
o AKP'nin sendika ve grev hakkını kısıtlamaya, kıdem tazminatını kaldırmaya yönelik girişimlerini “engellemeye” çalışıyoruz.
o AKP'nin 2 B Yasası'yla köylülerimizin topraklarına el koyup, yabancılara peşkeş çekmesini “engellemeye” çalışıyoruz.
o AKP ve PKK'nin Açılım adı altında Türkiye'yi bölme girişimlerini “engellemeye” çalışıyoruz.

Gerici iktidarın bunlar gibi Türkiye ve millet düşmanı yüzlerce marifetini “engellemeye” çalışıyoruz.
Burada bir kez daha altını çiziyorum: İşçi Partisi'nin önderlik ettiği eylemlerde kimsenin burnu kanamaz. Hayatımız Gladyo'nun “cebir ve şiddetiyle” mücadele içinde geçti. Burada örnekleriyle saatlerce anlattım. “Gladyo'nun terörü” deyince, sadece ABD işbirlikçisi iktidarların, darbelerin teröründen söz etmiyorum. Gladyo'nun yönettiği, yönlendirdiği sahte “sol” örgütlerin terörüyle de yıllardır mücadele ediyoruz. Sırf bu yüzden bunlar tarafından yıllardır karalanıyoruz. Ne mutlu ki, 1 Mayıs 2013, “sol” görünümlü “Gladyo 1 Mayıs'larının” sonu oldu.

MAYINLI ARAZİDE YALNIZ KALDILAR!
İşte bu koşullarda ABD emperyalizminin kurguladığı bu dava da bitmiş ve tükenmiş bulunuyor. Bush, bölgedeki ülkelere saldırının yanı sıra, 2007'de Tayyip Erdoğan'ı milletimizin, partimizin ve TSK'nin üstüne de sürdü. Obama geldi, baskıyı sürdürdü ve ABD emperyalizmi bugün iflas etti. Tayyip Erdoğan ve ekibi sürüldükleri mayınlı arazide yapayalnız kaldılar. Panik halindeler ve kara kara düşünüyorlar. “Nasıl yapsam da Çankaya'ya kaçsam” hesabı yapıyorlar.

Sayın Hakimler,
Tayyip Erdoğan'lar yalnız kaldılar, ama sizi de yalnızlığa sürüklüyorlar. Malum, yasayı değiştirdiler ve Özel Görevli Mahkemeleri kaldırdılar. Demek ki, sadece isimleriyle değil, her şeyleriyle yasadışıymış bu mahkemeler. Ama sizi bu davaların başında nöbetçi gibi, mayınlı arazide yalnız bıraktılar. Yasadışılığı üstünüze yıkıp, kendilerini sıyırdılar. Kuruluşu, işleyişiyle yasa dışı, haydi en hafif ifadesiyle derin kuşkulu bir mahkemede hakim nasıl karar verecek?
Son karara yaklaşırken, yarınları, bağımsız, özgür ve aydınlık Türkiye'nin insanlarını, çocuklarınızı, torunlarınızı düşünün! Burada beş yıldır, dört yıldır esir tutulan, öte yandan alnı açık başı dik bir şekilde, Gladyo'nun haksız, hukuksuz zulmüne direnen arkadaşlarımızı tahliye edin v e onurlu bir tutumla bu kâbustan çekilin!

Yukarıda açıkladığım gerekçelerle tutukluluğunuzu sonlandırmanızı ve beraatınızı talep ediyorum.