İç tehdit, dış tehdit (3)

Hiçbir varlık, yaşamına kasteden bir tehlikeyi sonuna kadar görmemezlikten gelemez. Varlığa yönelik tehdide karşı kendini savunmak, deyim yerindeyse içgüdüsel bir davranıştır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti de ayrılıkçı teröre karşı verdiği mücadelenin yanı sıra, v...

Tarih:

Hiçbir varlık, yaşamına kasteden bir tehlikeyi sonuna kadar görmemezlikten gelemez. Varlığa yönelik tehdide karşı kendini savunmak, deyim yerindeyse içgüdüsel bir davranıştır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti de ayrılıkçı teröre karşı verdiği mücadelenin yanı sıra, varlığına kasteden irtica tehdidine karşı da 1990’larla birlikte tavır almaya başladı.
Çünkü Birinci Körfez Savaşı ile birlikte iki cepheden, Türkiye Cumhuriyetini hedef alan tehdit, en kör gözlerin bile görebileceği netlikte kendini ortaya koyuyordu.
Birinci olarak Savaş sonrası Amerikan Çekiç Güç’ünün Bölgeye yerleşmesi ve Amerika ile PKK arasında doğrudan ilişkilerin kurulması, ikinci olarak 1994 yerel seçimleri ile birlikte yerel yönetimlerin önemli bir kısmının İrtica güçlerinin eline geçmesi ve bu güçlerin bir iktidar seçeneği olarak ortaya çıkmaları; her iki tehdidi potansiyel tehlike olmaktan fiili tehlike durumuna getirdi.
Ve Batı Emperyalizminin Türkiye’ye ilişkin planlarında da, bu iki güç ile işbirliği, birinci sıraya yerleşti. Türkiye Batı açısından artık, “halledilmesi gereken” bir ülke konumundaydı.
İç tehdidin, dış tehdidin uzantısı olduğu gerçeği, 1990’lar Türkiye’sinin gerçekliğinde böylece kendini bir kez daha ortaya koydu.
Türkiye’de, başta TSK olmak üzere giderek çok daha geniş kesimler açıkça adını koymasalar da, bu iki tehdidin arkasındaki emperyalist desteği görüp ona göre konumlanmaya çalıştılar.
Amerikan emperyalizmi bu gelişmeyi, 1994 yılının sonlarında, “Türk generaller hizadan çıktı” tespitiyle belirledi.

28 ŞUBAT
28 Şubat, dış tehdit tarafından desteklenen iç cephedeki bu iki tehdide karşı Cumhuriyetin kendini savunma refleksi idi.
Bu dönemde irtica ve bölücülük, yerinde bir teşhisle, “iç tehdit” kapsamına alındı. Bu arada; İrtica’ya tehdit sıralamasında birinci önceliğin verilmesinin yanısıra, iç tehditler arasında ırkçı milliyetçiliğin de belirtilmiş olmasının, ayrılıkçı teröre karşı mücadelede doğru bir yaklaşımın geliştirilmesine katkıda bulunduğunu da belirtelim.
İki cephede önemli bir mücadele verildi. 12 yıllık zorunlu öğretim, İrticai örgütlenmelere karşı yarım yamalak da olsa alınan tedbirler, ayrılıkçı teröre karşı halkın kazanmasına özen gösterilerek verilen mücadele; bu arada Susurluk süreciyle birlikte Amerika’nın Türkiye’deki illegal örgütlenmesine, Gladyo’ya vurulan darbeler, Türkiye’ye nefes aldırdı.
Bütün bu adımların atılmasının sonucunda irticai güçler önemli ölçüde geriletildi. 1975 seçimlerinde birinci Parti olan Refah Partisi, 1999 yılında yapılan seçimleri kaybetti. Aynı yıl Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte ayrılıkçı terör sona erdi. PKK silahlı güçlerini ülke dışına çekmek zorunda bırakıldı.
Ama 28 Şubat’ı gerçekleştirenler, “iç tehdit”i doğru olarak tanımlamalarına rağmen bu tehdidin arkasındaki dış güce karşı aynı doğru tavrı alamadılar. Batı sistemi içinde kalarak sorunu çözebileceklerini düşündüler.
En büyük yanılgıları da bu oldu. Dış tehdidin uzantısı olarak var olan iç tehdit, 28 Şubat sürecinde darbe yemiş olmasına rağmen, dış tehdide karşı hiçbir tedbir alınmaması sonucunda yeniden kendini toparlama ve hamle yama fırsatı buldu.

AMERİKA’NIN HAMLESİ
Türkiye’yi yönetenlerin bir türlü adını koyamadıkları “dış tehdit”, 2001 yılında çıkardığı ekonomik krizle işbaşındaki koalisyon iktidarının altını oydu. Bu arada Saadet Partisi’ni parçalayarak iktidara taşıyacağı kadroya AKP’yi kurdurdu.
Amerika’dan gönderilen Kemal Derviş, bir yandan ülke ekonomisinin Batılıların istediği yönde düzenlenmesi için gerekli adımları atarken, öte yandan 2002 Baharı ile birlikte mevcut iktidarı yıkmak için kendisine verilen Truva atı rolünü oynamaya başladı. DSP’yi böldü. Başarılı olmayınca İkinci Truva atı (Bahçeli) devreye sokuldu.
Amerika, 2002 bitmeden Irak’a girmeyi planlıyordu. Bunun için Kasım ayında seçimin yapılması ve AKP’nin işbaşına getirilmesi gerekiyordu. Plan başarıyla uygulandı.
Yüzyılımızın büyük gerçeği bir kez daha kanıtlandı. Saldırgan emperyalistin Kemal Derviş operasyonu ile Türkiye’de inisiyatif kazanması, Haçlı irticanın temsilcilerini iktidara taşıdı.
28 Şubat’ın birinci sıradaki “iç tehdidi”, iktidar koltuğuna oturdu. Amerika’yı müttefik olarak görmeye devam edenler bu süreci seyretmekle yetindiler.
Öte yandan Amerika’nın Irak’ı işgal etmesiyle birlikte, 1999 yılından itibaren silahlarını susturmuş olan ayrılıkçı terör yeniden başladı.
Böylece 28 Şubat ile ortaya çıkan olumlu tablo, Amerika’nın 2001 ve 2002 yıllarında gerçekleştirdiği tertipler ile birlikte sona erdi.
2003 yılında Amerika’nın Irak’a girmesi ise, “dış tehdidi” Türkiye’nin komşusu yaptı.
Dış tehdit böylece bir kez daha ülke içinde uzantısı olan iç tehditleri canlandırdı ve ileri sürdü.