4300 yılın dersi

“Tanrının öküzleri, Kralın soğan evleklerini sürüyorlardı.”
Milattan Önce 2300’lerde Lagaş kentinde Urukagina, Kral’a karşı halkın başına geçerek ayaklandı. Gerekçesini, bugüne kadar kalan tabletlerde bu şekilde yazdı:
“Tanrı’nın öküzleri” kamu m...

Tarih:

“Tanrının öküzleri, Kralın soğan evleklerini sürüyorlardı.”
Milattan Önce 2300’lerde Lagaş kentinde Urukagina, Kral’a karşı halkın başına geçerek ayaklandı. Gerekçesini, bugüne kadar kalan tabletlerde bu şekilde yazdı:
“Tanrı’nın öküzleri” kamu malı olan tapınağa ait olan hayvanlar. Toplumun eşitlikçi yapısı yeni yeni bozuluyor. Bir takım din adamları ve askeri şefler, toplumun yarattığı artı değeri kendileri için kullanmaya başlıyorlar. Yani sınıflaşma ortaya çıkıyor. Farklı sınıflar farklı çıkarları, farklı çıkarlar farklı politikaları doğuruyor.
“Tanrının öküzlerini kendi soğan tarlasını sürmek” için kullanan” Kral, politika yapıyor.
Aynı şekilde Ona karşı ayaklanan ve “Tanrının öküzlerinin ancak kamu için kullanılabileceğini” ileri süren Urukagina da politika yapıyor.
Farklı politikaların varlığı, toplumun ürettiği kaynakların bölüşümü konusunda farklı tercihlerin varlığını gösterir.
Yani politika, toplumunun ürettiği artı değerin nasıl bölüşüleceği konusunda verilen kararların bütünüdür. Dolaysıyla insan toplumu, tarihte ilk olarak yarattığı artı değerin sonucunda toplumsal işbölümünde farklılaşmaya giderken, aynı zamanda politika da yapmaya başlamıştır.

GÜNÜMÜZDE “TANRININ ÖKÜZLERİ”
Gelelim bugüne:
Türkiye bütçesinde 1980’lere ve hatta 1980’lerin sonlarına kadar iç borç ödemesi veya iç borç faiz ödemesi diye ciddiye alınabilecek ölçülerde bir gider kalemi yoktu.
Sonra Özal çıktı ve dedi ki; ‘finansman için ihtiyaç duyduğumuz ve elimizde olmayan parayı dışardan borç olarak alıyoruz. Böylece kaynaklarımız dışarıya akıyor. Onun yerine içerden borçlanalım. Paramız içerde kalsın.’
Ne kadar mantıklı ve “yurtsever” görünüyor! Lagaş’ın Kralı da mutlaka böylesine “mantıklı” ve “Kentinin çıkarlarını gözeten gerekçeler” ileri sürmüştü!
Oysa ülkeyi dış borç sarmalına sokan da Özal ve Özal gibi düşünenlerdi. Ama artık başka bir oyunun sahneye konması gerekiyordu. Yandaşlara ve dışarıdaki efendilere ülke kaynaklarını sonuna kadar peşkeş çekmek için bir adım daha ileri gitmek lazımdı.
İşte bu adım, yüksek faizlerle içerden borçlanmak şeklinde oldu. İç borç vurgunundan yabancılar da sonuna kadar yararlandılar. Yabancılar paralarını, 1989 yılında gene Özal’ın değiştirdiği Kambiyo Yasası’nın sağladığı olanaklarla ülkeye soktular, Türk lirasına çevirdiler, işbirlikçileri aracılığı ile yüksek faizle devlete borç verdiler.
Daha sonra faiziyle aldıkları paraları yeniden kendi paralarına çevirerek dışarı çıkardılar. Böylece döviz üzerinden yüzde 17’lere varan ve dünyada bir başka örneği olmayan kârlar elde ettiler.
Tezgâh, içerdeki işbirlikçilere ise üretimde bulunmak yerine devlete borç vererek büyük kârlar elde etme olanağı verdi. Bir büyük Holdingin 1999 yılına ait bilançosunda “üretim dışı faaliyet kârı”, toplam kârın yüzde 90’ı olarak görülüyordu.
İşte bu mekanizma sayesinde 1980 öncesinde toplam beş tane olan dolar milyarderimiz, 2000’li yıllarda yirminin üzerine çıktı.
Bu da bir politikadır. Toplumun yarattığı artı değeri bir avuç haramiye aktarılmasını sağlayan politika… Bu politikanın bugün en öndeki savunucusu AKP’dir.

BİR BAŞKA TARİF
Bu konuda net bir tavır almadan AKP’ye karşı mücadele edemezsiniz. Örneğin 2008 bütçesinde bir avuç haramiye iç borç faizi adı altında aktarılan 58 milyar Türk lirası konusunda bir söyleyeceğiniz yoksa yaptığınız muhalefet, havaya yapılan bir muhalefettir.
Urukagina tam 4300 yıl önce son derece net bir söylemle halkın karşısına çıktı. “Tanrının öküzlerinin, krala ait soğan tarlasında kullanılmasına hayır!” dedi. Lagaş halkını ardında topladı, kralı devirdi ve iktidar oldu.
Şimdi de ancak benzer bir net söylem, halk tarafından kabul görebilir ve sizi desteklemesine yol açabilir.
Örneğin şöyle demek gerekir: İç borç anapara ve faiz ödemeleri ertelenmelidir. 58 milyar Türk lirası ile ayda bin liradan toplam 5 milyon işsize iş verilebilir. Beş milyon işsize iş vermek, iç talebin olağanüstü büyümesi, piyasanın canlanması, duran çarkların dönmeye başlaması demektir.”
Ama bu tercihte bulunursanız bir avuç haraminin canını yakmış olacaksınız. Tıpkı 4300 yıl önce Urukagina’nın yaptığı gibi.
Ve böylece bu noktada bir başka politika tarifine ulaşıyoruz. Politika, sınıflı toplumlarda “kimin canının yanacağına” karar vermektir.

BAŞARININ ŞARTI
Özallar ve Tayyip Erdoğanlar bu temel soru konusunda son derece netler. Hiçbir tereddütleri yok.
Onlar Türk milletinin canı yansın ama ülkenin zenginlikleri bir avuç yandaş ile emperyalistlere aksın diyorlar.
Birbiri peşi sıra açıklanan krize karşı önlem paketleri içinde faiz gelirlerinin, faizcilere akıtılması noktasında neden en ufak bir tedbir yok?...
Toplumsal ve siyasal mücadelede, ne yapacaklarına karar vermiş olanlar sonuca ulaşırlar.
Urukagina da net olduğu için başarıya ulaştı. Bugünün toplumsal muhalefeti de, AKP’nin yerine hangi programı ve kiminle uygulamaya koyacağı konusunda netliğe ulaştığı zaman başarıya ulaşacaktır.
mbgultekin@ip.org.tr