İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 30 Temmuz ve sonrasındaki gelişmeleri değerlendirdi. Sayın Perinçek'in değerlendirmesini aşağıda sunuyoruz;
Dünya ölçeğinde, büyük geleneği ve yüksek savaş yeteneği olan ordumuzun 294 değerli generali vardır; ama Atatürk Devrimi tektir; bir tanedir. Her komutanımızın yerine aynı saygınlıkta yeni bir komutan bulabilirsiniz; ancak ikinci bir Atatürk devrimini bulamazsınız. Türkiye ancak Atatürk devrimi temelinde var olabilir. Öyleyse Türkiye Atatürk devrimi için olanağını feda edebilir.
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 10 Ağustos 2008 tarihli Aydınlık dergisinde yayınlanan başyazısını kamuoyunun bilgisine sunuyoruz:
14 Mart 2008 günü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın AKP hakkında kapatma davası açmasından 30 Temmuz 2008 günü Anayasa Mahkemesi kararının açıklanmasına kadar Türkiye ile ABD arasında yoğun çarpışmalar yaşandı.
ATEŞKESİN KOŞULLARI
30 Temmuz 2008 günü bir ateşkes ilan edildi. Bu ateşkesin şartları şöyle özetlenebilir:
1. Hükümet ve Çankaya mevzisi, ABD’ye bırakılmıştır. Türkiye’nin, ABD BOP Eşbaşkanlığı marifetiyle ve Çankaya’ya yerleştirilen ABD ile gizli hizmet sözleşmesi yapan personel eliyle yönetilmesi devam edecektir.
2. AB’ye uyum ve reform süreci altında Kemalist Devrim’in yıkılması programı kararlı olarak yürütülecektir.
3. TSK’nin terfi sistemine dokunulmayacaktır.
HEDEF BU MUYDU?
Soru şudur: 14 Mart 2008 günü AKP’yi kapatma davası bu sonuca ulaşmak için mi açılmıştı?
Elbette hedef bu değildi.
14 Mart 2008 günü Cumhuriyet Adaleti’nin arkasında Cumhuriyet’in gücü vardı. Bu güce kuşkusuz Türk Ordusu da dahildi.
Aradan geçen 4,5 ay içinde ne olmuştur da Cumhuriyet’in iradesi zayıflatılmış ve hatta kırılmıştır?
ABD’NİN TEHDİT OLANAKLARI
ABD’nin elindeki olanakları biliyoruz:
- Etnik çatışma ve gerici kalkışma tehditleri, PKK terörü ve Haçlı İrtica kalkışmaları,
- Sıcak para akışının kontrolü sayesinde Türkiye’nin büyük tefecileri ve borsa üzerinde ekonomik baskılar,
- Ordunun terfi sistemine müdahale tehditleri.
AKP’nin yerine bir hükümet seçeneğinin oluşturulmamış olması da, kuşkusuz ABD ve
AB’nin konumunu güçlendiriyordu.
13 MART GÜNÜ HESAP YAPILMADI MI?
Ancak 13 Mart 2008 günü bunlar hesap edilmemiş miydi? Kuşkusuz bu Cumhuriyet Savaşı’na bütün bu tehditler ve güç dengeleri değerlendirilerek başlanmıştı.
Cumhuriyet yıkıcıları hükümet mevzilerinden indirilmezse, ülke bütünlüğü gidiyordu; millet parçalanıyordu ve Atatürk Devrimi yıkılıyordu. Türkiye’nin dış ve iç hatlardan içine düştüğü çember yarılmazsa, savaşın bütününü kaybetme tehlikesi vardı.
Yargıtay C. Başsavcılığı’nın davası kuşkusuz sağlam hukuki gerekçelere, Cumhuriyet’in yasallığına dayanıyordu. Ancak atılan bu yargısal adımın çok önemli siyasal sonuçları vardı. Herkes biliyor ki, bu adım ancak güçler dengesi doğru hesap edilerek ve başarı hedefine ulaşma olanağı güvence altındaysa atılabilirdi.
30 Temmuz 2008 günü ilan edilen ateşkeste tutulan mevziler göstermiştir ki, ortada bir hesap hatası vardır. Ve bu hata, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na ait değildir.
MİLLİ DEVLETİN ELİNDE KALAN MEVZİLER
30 Temmuz 2008 günü, yani Yüksek Askeri Şura toplantısının arifesinde, hükümet ABD’ye ve Kemalist Devrim yıkıcılığına terk edildikten sonra Türkiye tarafının elinde kalan mevziler şunlardır:
- TSK’nın terfi düzeneği.
- Kamu kurumlarında türban yasağının devamı.
Bu mevziler ne kadar gerçek mevzilerdir?
ORDUNUN GÖREVİ
TERFİ DÜZENEĞİNİ SAVUNMAK MI?
Şöyle bir tehlike var:
Ordu’nun görevi, komuta kademesinin terfi düzeneğini mi savunmaktadır, yoksa dış ve iç düşmanlara karşı Cumhuriyet Devrimi’ni mi savunmaktır?
Biz de biliyoruz, aralarında bağ var, ama:
Komuta kademesinin Atatürk Devrimi’ne bağlılığı, vatana ve millete bağlılık demektir ve Türkiye için büyük güvencedir. Ancak mesele, o bağlılığın hayatta görülmesidir.
Ayrıca şöyle bir soru daha var:
ABD’nin elinde terfi düzeneğine müdahale olanağı bulunduğu 13 Mart 2008 günü bilinmiyor muydu?
294 GENERAL VAR AMA ATATÜRK DEVRİMİ BİR TANE
TSK’nin komuta kademesini oluşturan generallerimiz aynı birikimi temsil etmektedirler. Ordunun esas kumanda yeteneği ve savaş gücü, karargahlarının birikim ve sağlamlığındadır. O nedenle Türk Ordusu’nun sağlamlığı, terfi kararlarında değil en başta kumanda yeteneğinde, geleneklerinde, eğitiminde ve insan kaynaklarındadır.
Ordumuz, 294 değerli generale sahiptir; ancak Atatürk Devrimi tektir. Her komutanımızın yerine aynı sağlamlıkta yeni bir komutan bulabilirsiniz. Komutan ocağı olan ordumuzda ikinci, üçüncü, dördüncü ve doksanıncı generali bulmak mümkündür ama ikinci bir Cumhuriyet Devrimi bulmak mümkün değildir. O nedenle Türkiye Atatürk Devrimi için her olanağını feda edebilir.
14 Mart- 30 Temmuz ABD ile Türkiye arasındaki yargı savaşlarından çıkarılacak en önemli ders budur!
ATEŞKES NE DEMEK
Ateşkes, savaştaki moladır.
ABD ile Türkiye arasındaki çelişmeler ortada: Kuzey Irak, Kıbrıs, vatanın bütünlüğü, Atatürk Devrimi, milli ekonomi, insanca yaşamak, aydınlanma; hepsi birer savaş cephesi.
ABD’nin BOP Eşbaşkanı, “yola devam” dedi. Söyletene bakmalısınız!
Öyleyse sayılan cephelerde göğüs göğüse muharebeler kaçınılmazdır. Bunu karşı güçler söylüyor.
Ordu, son zamanlarının en tutarlı, en sağlam komuta kademesini oluşturdu. Bu güzel!
Üniversiteler darbe yiyor; bu olumsuz!
Ama savaşı kazanacak olan, milletin gücüdür. Milletin yaşayan varlığı ise halktır.
Türkiye’de vatanın bütünlüğü de milletin birliği de, Cumhuriyet Devrimleri de, Atatürk devrimciliği de hepsi en sonunda emperyalizme isyan eden halkın eseridir.
Öncünün görevi orada!
Zorluklar büyük, ama Türk Devrimciliği zorluklardan daha büyüktür.