*VİDEO HABER*
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever Ergenekon Davasının 105. duruşmasında ifade vermeye devam etti. İlsever, iddianamede atılı suçlara 40 yıllık siyasi hayatındaki örneklerle cevap verdi. Ferit İlsever’in terör ve kaos yaratarak hükümeti düşürmeye yönelik suçlamaya cevabı çok sertti: “2000’li yılların terör örgütü Büyük Ortadoğu Projes Eşbaşkanlığıdır. Biz Diyarbakır’da barış ve kardeşlik mitingi yaparken, Tayip Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olduğunu açıklıyordu”.
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Ulusal Kanal Genel yayın yönetmeni Ferit İlsever Ergenekon Davası’nın 104. duruşmasında başladığı savunmasına kaldığı yerden devam etti. İlsever, iddianamedeki suçlamaları siyasi hayatı boyunca yaptığı uygulamalar ve alınan parti kararlarından örnekler vererek tek tek çürüttü. Büyük Ortadoğu Projesinin bölgede kaos ortamı yaratan en büyük unsur olduğunu belirten İlsever Tayip Erdoğan’ın “Ben Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanıyım sözlerini de haıtrlattı.
2000’LERİN DERİN DEVLETİ, BOP EŞBAŞKANLIĞIDIR
“İddianamede bizim terör yaratmaya çalıştığımız söyleniyor. Bu gün teröre karşı mücadele eden biricik parti İşçi Partisi’dir. 2000’lerin derin devleti BOP Eşbaşkanlığıdır. Tayip Erdoğan Teke Tek Programında “BOP Eşbaşkanı” olduğunu anlatırken, İşçi Partisi Diyarbakır’da Birlik ve Kardeşlik Mitingi düzenliyordu”. İlsever, Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün tertipteki rolünü de ortaya koydu.
BOP EŞBAŞKANLIĞININ EN ÖNEMLİ İSİMLERİNDEN BİRİSİ HİLMİ ÖZKÖK’TÜR
2000’li yıllarda kurulan BOP eşbaşkanlığı derin devleti’nin en önemli isimlerinden birisi Türkiye Cumhuriyeti adını bile tartışmaya açan Hilmi Özkök denen zattır. Mehmet Eymür’ün 2001 yılında CİA tarafından ABD’ye çekilmesinin ardından hazırladığı belgeler istihbarat servisine sunuldu. Onlar da Genelkurmaya sundular. Ancak Özkök tertip için zamanının gelmesini bekledi. Özkök belgeyi cebine atarak gitti.
40 YILDIR TERÖRLE MÜCADELE EDİYORUZ
İlsever 40 yıllık siyasi mücadele tarihinde her zaman terörle mücadele ettiğini, örgütlü halk mücadelesine inandığını söyledi. “siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz. 40 yıldır terörle mücadele eden bir partiye terörü bulaştırıyorsunuz. altında kalacaksınız. kaldınız bile”.
Ferit İlsever bir fotoğraf karesinden örnekle Türkiye’de darbe gerçeğini anlattı. Fotoğraf Çankaya köşkünde çekilmiş.12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren Çankaya Köşkünde ağırlanıyor.
İşte İlseverin çözümlemesi:
"Ergenekon" sanıklarına karşı aylardır sürdürülen "darbeci" suçlamasına en güzel yanıtı 9 Nisan 2009 tarihinde Çankaya Köşkü'nde çekilen kare veriyordu: "Cumhurbaşkanı" Abdullah Gül, 7. “Cumhurbaşkanı” Kenan Evren'i Çankaya Köşk'ünde ağırladı. Kenan Evren malum, 12 Eylül Darbesi'nin başı. Kendisinin darbeci olduğunu "delillendirmeye", "savcı bulmaya" hiç gerek yok. Darbeyi yapmış. ABD tarafından ödüllendirilmiş. Darbeci Kenan Evren el üstünde tutuluyor, Evren'lerin darbe yapıp hapse attığı Doğu Perinçek'ler Silivri Cezaevi'nde. Evet gerçekten bu isimlerin hepsi hiçbir kanıt gösterilmeden "darbecilikle" suçlanırken, gerçek darbeciye Çankaya'da selam duruluyor. Demek Amerikan darbesi yaptın mı, makbul kişisin. Amerika'ya tavır aldığında ise, lanetleniyorsun!
İlsever kendisine ve İşçi Partisine yapılan devlet kurumlarına sızmak, devlet otoritesinin zaafa düşürülmesi gibi suçlamalara maddeler halinde cevap verdi:
MİLLİ DEVLET BİZİMDİR
“İşçi Partisi’nin devlete ve devlet kurumlarına sızması ve denetlemesi” diye bir saçmalık olamaz. Milli Devlet tüm kurumlarıyla milletindir, bizimdir.
GÜÇLÜ VE ÖRGÜTLÜ DEVLET
“İşçi Partisi’nin devlet otoritesini zaafa düşürmesi” söz konusu olamaz. Güçlü ve örgütlü devlet!”
DEVLET YENİDEN YAPILANDIRILACAK
“İşçi Partisi’nin devleti perde arkasından yönetmesi” söz konusu olamaz. Milli Hükümet, Güçlü Devleti yeniden yapılandıracak ve doğrudan yönetecektir.
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever ABD’nin denetiminde 1950lerden bu yana oluşturulan GLADYO’yu ve başındaki isimleri tek tek açıkladı.
ULUSAL KANAL’LA MİLLETİ AYDINLATTIĞIMIZ İÇİN YARGILANIYORUZ!
Daha önce de belirttiğim gibi, gerek Emniyet, gerekse Savcılık sorgumda bana yöneltilen soruların neredeyse tamamı telefon görüşmelerimle ilgiliydi. Emniyet’te sorulan soruların yüzde 90’ı, Ulusal Kanal ve İşçi Partisi çalışmalarıma ait konulardaydı. Toplam 49 sorunun 18’i Ulusal Kanal çalışmalarımla ilgiliydi. Yani soruların yüzde 36’sı!
ULUSAL KANAL’IN HABERCİLİĞİ
GAZETECİLİK FAALİYETİMİZ SORUŞTURULUYOR
Aşağıda örneğini vereceğim Ferit İlsever’e yöneltilmiş sorulara ve İlsever’in yanıtlarına lütfen dikkat edin. Savcılık, “Ergenekon Terör Örgütü” örtüsü altında RTÜK’ten lisanslı yasal bir televizyon olan Ulusal Kanal’ın haberciliğini, yani bizim yayıncılığımızı sorgulamaktadır:
- Mehmet Adnan AKFIRAT İsimli Şahıstan Elde Edilen, Üzerinde El Yazısı İle “Fikret AKFIRAT’ın Dikkatine” yazılmış, özgeçmiş başlıklı, Sayın Ferid İLSEVER’e Veriniz ile biten, DR.Ümit SAYIN’IN özgeçmişi olan (6) sayfa belge ile ilgili olarak; Dr. Ümit SAYIN’ı İstanbul Üniversitesinden hoca olarak tanıdığını, Böyle bir belge görmediğini, kendisine gösterilen belgeyi ilk olarak burada gördüğünü, Mehmet Adnan AKFIRAT’ın Ulusal Kanalda ve Aydınlık dergisinde çalıştığını, O zamanlar haber müdürü olduğunu, Kendisi ile zaman zaman görüştüklerini… (İddianame, s. 1550).
- Mehmet Adnan AKFIRAT İsimli Şahıstan Elde Edilen Üzerinde El Yazısı İle “Ferid İLSEVER’e” yazılı “ Generallerin Bekleme Süresinin 4 Yıla Çıkmasıyla Bu Yıl Şura Önüne Gelmeyecekler” Başlıklı (3) Sayfa Belge ile ilgili olarak: Mehmet Adnan AKFIRAT’ın yukarıda da dediği gibi Ulusal kanalda ve Aydınlık dergisinde çalıştığını, O zamanlar haber müdürü olduğunu, Belge içeriği incelendiğinde haber amaçlı olduğu anlaşıldığını, Eski tarihli şu an emekli olmuş generallerin listesi olduğunu, Atamalara ilişkin bu tür belgelerin her yıl 30 ağustosta basında yayınlandığını, Bu belgeyi hatırlamadığını, Ulusal Kanal'ın Genel Yayın Yönetmeni olduğunu, bu tür belgelerin kendisine gelmesinin normal olduğunu… (İddianame, s. 1550).
“SORULDU: … Görüşme içeriğinde bir TV ile TV programı hakkında kimliği tespit edilemeyen şahısla görüştüğünüz anlaşılmaktadır [Ulusal Kanal Haber Koordinatörü Halil Nebiler’le Ulusal Kanal’daki Televizyon Gazetesi programı hakkında konuşuyordum]. Bu konudaki ifadenizi veriniz.” (Ferit İlsever’in Polis Sorgusu, s. 13).
“Oktay Ekşi’nin Hürriyet gazetesinin başyazarı olduğunu, Aynı zamanda Basın Konseyi'nin başkanı olduğunu, Kendisi ile RTÜK’ün Ulusal Kanal'a uyguladığı baskılar ile yeni hazırlanan RTÜK Yasası üzerine konuştuklarını, Basın Konseyi olarak ilgilenmelerini rica ettiğini…[Ulusal Kanal adına yürüttüğüm faaliyet ve Basın Konseyi Başkanı ile görüşmem soruşturuluyor]” (İddianame, s. 1552).
“08.02.2008 tarihinde saat 16:11 sıralarında Nusret isimli şahıs ile yaptıkları telefon görüşmesi okunup sorulduğunda: Avukat İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret SENEM olduğunu, Bir gün sonra Ankara da yapılacak olan 9 Şubat mitinginin hazırlığı konuşulduğunu, Ulusal Kanal'ın nasıl yayın yapacağı vb. konuşulduğunu… [Ulusal Kanal’ın 9 Şubat mitingini canlı yayınlayacağını bildirmem soruşturma konusu oluyor]” (İddianame, s. 1554).
“SORULDU: 11 Şubat 2008 tarihinde Nurettin Veren isimli şahısla telefon görüşmesi yaptığınız tespit edilmiştir. Görüşme içeriğinde haber yapmayı düşündüğünüz konu nedir, açıklayınız.
“CEVAP: …burada söz konusu olan haber, o gün ABD borsasının hızlı çöküşü sonucunda Venezuella’nın borçlarına el koyması ve Venezuella’nın da ABD’ye gönderdiği petrolü kesmesi konusudur” (Polis Sorgusu, s. 18; İddianame, s. 1555).
Görüldüğü gibi Emniyet’te açıkça Ulusal Kanal’ın haber çalışması sorgulanmış ve böyle olduğu biline biline bu tür sorular ve yanıtları İddianame’ye bir suç kanıtı olarak alınmıştır.
“SORULDU: 11 Mart 2008 tarihinde Niyazi Işık isimli şahısla telefon görüşmesi yaptığınız tespit edilmiştir. Niyazi Işık kimdir? İlişkileriniz nedir? Görüşmede geçen konular hakkında detaylı bilgi veriniz. Niyazi Işık neden Çatalca’da yapılacak eylemde Ulusal Kanal olarak özellikle sizin bulunmanızı istemektedir, açıklayınız.
“CEVAP: Niyazi IŞIK İşçi Partisi’nin Avcılar ilçe başkanıdır. Ulusal Kanal olarak benden kamera talebinde bulundu. Ben de Niyazi Işık’a kamerayı nasıl göndereceğimi anlattım. İşçi Partisi faaliyetlerinin bu şekilde soruşturulması suçtur” (Polis Sorgusu, s. 24; İddianame, s. 1557).
Burada sadece İşçi Partisi’nin değil, Ulusal Kanal’ın faaliyetleri de “kamera nasıl gönderilecek” gibi ayrıntılara kadar sorgulanmakta ve suç işlenmektedir.
Kanalımızın Avcılar'daki temsilcisi Niyazi Işık’ın Çatalca’daki bir etkinlik için beni davet etmesi bile soruşturma konusu olmaktadır.
“SORULDU: 16 Şubat 2008 tarihinde Sibel isimli şahıs ile telefon görüşmesi yaptığınız tespit edilmiştir. Sibel kimdir, ilişkiniz nedir? Görüşmede birçok haber konusu ile ilgili konuştuğunuz anlaşılmaktadır. Buradaki amacınız nedir, açıklayınız.
“CEVAP: Sibel isimli şahıs Ulusal Kanal’ın Haber Müdürü Sibel Koç’tur. Kendisi ile 16 Şubat tarihli gündem ile ilgili konuştuk. Ulusal Kanal’ın haberleri planlanmaktadır. Böylece Ulusal Kanal da soruşturma konusu olmuştur” (Polis Sorgusu, s. 19).
“SORULDU: 18 Şubat 2008 tarihinde Fikret Akfırat isimli şahısla telefon görüşmesi yaptığınız tespit edilmiştir. Fikret Akfırat kimdir, ilişkileriniz nedir? Görüşmede geçen yorumlarla ilgili ifadenizi veriniz.” (Polis Sorgusu, s. 20; İddianame, s. 1555).
Fikret Akfırat Ulusal Kanal’ın Ankara Temsilcisidir. Görüldüğü gibi Emniyet ve Savcılık, Ulusal Kanal’ın haberciliğini bitirmiş, şimdi de yorumlarını soruşturmakta ve suç üstüne suç işlemektedir.
“SORULDU: 22 Şubat 2008 tarihinde Serhan Bolluk isimli şahısla telefon görüşmesi yaptığınız tespit edilmiştir. Serhan Bolluk kimdir, ilişkileriniz nedir? Görüşmede gözaltına alınan Vedat Yenerer ve beraberinde gözaltına alınanları belirttiğiniz ve Vedat Yenerer ile ilgili haber yapıp yapmayacağınızı konuştuğunuz ve içeriği hakkında bildiklerinizi anlatınız.
“CEVAP: Serhan Bolluk Aydınlık dergisi genel yayın yönetmenidir. Ben hastanede tedavi görürken konuşmalardan da anlaşılacağı gibi bazı gözaltılar olduğunu öğrendim. Serhan Bolluk’tan bunu araştırmasını istedim. Konuşmada geçen Serhan Bolluk’un olayla ilgili olarak “Hiçbir şey bilmiyoruz ki” ifadesi de bu konunun bilgilerinin dışında olduğunu göstermektedir.” (Polis Sorgusu, s. 20; İddianame, s. 1555).
“SORULDU: 23 Şubat 2008 tarihinde Şule ve Doğu Perinçek isimli şahıslarla telefon görüşmesi yaptığınız tespit edilmiştir. Görüşmede bahsettiğiniz Zahit Akman hakkındaki konunun içeriğini açıklayınız. Zahit Akman hakkında bilgi getirdiği anlaşılan Ali isimli şahıs kimdir, ilişkileriniz nedir, açıklayınız.
“CEVAP: Ulusal Kanal’ın Almanya’daki Deniz Feneri davası ile ilgili yürüttüğü haberciliğin ulaştığı bilgilere dayanmaktadır. Burada Frankfurt savcısının RTÜK başkanı Zahit Akman hakkında tutuklama bilgilerine ulaşıldığı anlaşılmıştır… Bu konuları araştıran Ali Mercan yurtdışı temsilcimizdir. Bu soru vesilesi ile bu soruşturmada Ulusal Kanal’ın yayınının soruşturulduğunun bir kez daha altını çiziyorum.” (Polis Sorgusu, s. 20; İddianame, s. 1555).
Gördünüz mü, zehir hafiyeleri? Deniz Feneri ve Zahit Akman isimleri geçince nasıl da pür dikkat kesilip sorguyu “derinleştiriyorlar”.
Sayın Başkan,
Değerli Yargıçlar,
Sadece bu örnek bile Ergenekon soruşturmasının ne kadar ciddiyetten uzak olduğunu, daha doğrusu bu soruşturmanın bir yönüyle AKP ile ilgili suçlamaları örtme amacı taşıdığını kanıtlamaya yeter. Yoksa Ergenekon soruşturmasının Ulusal Kanal’ın Deniz Feneri haberlerinin soruşturulmasıyla ne ilgisi olabilir?
Şimdi de İddianame’nin Deniz Feneri ile birlikte Tayyip Erdoğan duyarlılığına bir örnek:
“SORULDU: 23 Şubat 2008 tarihinde Doğu Perinçek ile telefon görüşmesi yaptığınız tespit edilmiştir. Görüşmede bahsettiğiniz Filiz Topaloğlu kimdir, onun hakkındaki konu nedir?
“CEVAP: Bu da yukarıda açıkladığım UlusalKanal'ın haberciliği ile ilgili bir konudur. Filiz Topaloğlu’nu yurtdışındaki internet yayınlarından tanıdık. 2007’nin 8. ayında kendi imzası ile bazı internet sitelerinde Frankfurt savcılığının Tayyip Erdoğan’ın ifadesini alacağı bilgisini öğrendik.” (Polis Sorgusu, s. 21; İddianame, s. 1556).
Evet, Deniz Feneri ve Tayyip Erdoğan isimleri geçince telekulak ve savcılar pür dikkat kesiliyor. Ama öte yandan ortada ne basın, ne de iletişim özgürlüğü kalıyor.
Hele konuşmalarımız “Ergenekon” soruşturmasıyla ilgiliyse, aşağıdaki Hikmet Çiçek ve Nusret Senem örneklerinde görüleceği gibi, muhataplarımın Silivri Cezaevi’ni boylaması kaçınılmazdır:
“SORULDU: 3 Mart 2008 tarihinde kimliği tespit edilemeyen bir şahıs ile telefon görüşmesi yaptığınız tespit edilmiştir. Görüştüğünüz kişi size ne göndermiştir, açıklayınız.
“CEVAP: İşçi Partisi Basın Müşaviri Hikmet Çiçek’tir. Basında yer alan Ergenekon yalanı ile ilgili bilgileri dosyalayıp göndermesini rica ettim. Konuyu meclise taşımak üzere. Bu konuşmada geçen Gizem isimli şahıs yurt haberler şefimizdir.”
“SORULDU: 3 Mart 2008 tarihinde Nusret isimli şahısla telefon görüşmesi yaptığınız tespit edilmiştir. Görüşmede geçen, sizin meclise taşımayı düşündüğünüz dosya içeriğini açıklayınız.
“CEVAP: Birincisi, Hikmet Çiçek’in yukarıda açıkladığım dosyasını bazı milletvekillerine götürerek meclise taşımak… İkinci konu, RTÜK’ün Ulusal Kanal üzerindeki baskılarını yine meclise taşımak… Nusret Senem aynı zamanda Ulusal Kanal Hukuk Müşaviri olduğu için…” (Polis Sorgusu, s. 21; İddianame, s. 1556).
İşte burada özetlediğim tablo, Ulusal Kanal’ın ve basın özgürlüğünün katledildiğinin resmidir. Sorgucular Ankara temsilcimizden haber koordinatörümüze, yurt haberler şefimizden haber müdürümüze, Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni'nden yurtdışı temsilcimize kadar kanalımızın tüm röntgenini çıkardılar. Çıkardılar da, halka doğruları söylemek için çırpınan bir ekip dışında ne buldular?
Sayın Yargıçlar,
Bu konuyu geçmeden önce sadece basın ve düşünce özgürlüğünün olmadığı, faşist diktatörlüklerde sorulabilecek olan yüz kızartıcı soruları, tarihe bir ibret belgesi olarak bırakmak amacıyla bir kez daha alt alta yazıyorum:
- Basın Konseyi Başkanı ile ne görüştünüz?
- Konuştuğunuz TV programı hakkında ifadenizi veriniz.
- Görüşmede yer alan, haber yapmayı düşündüğünüz konu nedir?
- Niyazi Işık neden Çatalca’da yapılacak eylemde Ulusal Kanal olarak özellikle sizin bulunmanızı istemektedir?
- Görüşmede Sibel’le (Haber müdürümüz Sibel Koç – Ferit İlsever) bir çok haber konusunda konuştuğunuz anlaşılmaktadır. Buradaki amacınız nedir, açıklayınız.
- Fikret Akfırat (Ankara temsilcimiz – Ferit İlsever) ile görüşmenizde geçen yorumlar ile alakalı ifadenizi veriniz.
- Serhan Bolluk (Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni – Ferit İlsever) ile görüşmenizde belirttiğiniz haber konusu ve içeriği hakkında bildiklerinizi anlatın.
- Zahit Akman hakkında yapacağınız haberin içeriğini açıklayın.
- Meclise götürmeyi düşündüğünüz dosyanın içeriğini açıklayın (Deniz Feneri ile Ulusal Kanal’a yapılan baskılar konusundaki dosyalar – Ferit İlsever).
RTÜK CEZALARI VE ULUSAL KANAL
İddianame benim hukuki durumumu sorguladığı bölümü şu suçlamayla noktalamaktadır:
“Yaptığı yayınlar ve katıldığı organizasyonlar ile suni olarak yaratılacak darbe ve kaos ortamı sonucu halkı TC Hükümeti'ne karşı silahlı isyana tahrik etmek suçlarına iştirak etmek...” (İddianame; s.1591)
Yine İddianame’nin “Sonuç” bölümünde suçlama, “Askeri müdahale için halkı silahlı isyana tahrik ve teşvik etmek” şeklinde ifade edilmektedir (İddianame; s.2454).
“Katıldığı organizasyonlar” ifadesini bir kenara koyuyorum. Çünkü “katıldığım organizasyonların” hemen tamamını oluşturan Talât Paşa Komitesi ve İşçi Partisi faaliyetlerinin, “halkı silahlı isyana tahrik etmek” suçuyla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Öte yandan İddianame’de bana yöneltilen bu suçu belgeleyen bir tane kanıt gösterilememektedir. Aylarca ve yıllarca telefonlarımı dinlemişler. Ne bu telefon konuşmalarımda, ne de diğer konuşma ve yazılarımda bunu doğrulayacak bir unsur vardır. Bu iddia da diğer suçlamalar gibi, içi boş, soyut bir iddia olarak İddianame’ye konmuştur. Daha doğrusu, bir merkez siyasi nedenlerle beni gözaltına aldırmış, ardından burada yargılanmamın gerekçesi olarak bir delil imal edemeseler de, boş iddialarını ileri sürebilmişlerdir. Bu siyasi nedenin, ABD emperyalizmine karşı mücadelenin ön saflarında görev yürütmem olduğuna kuşku yoktur.
1969’dan beri, yani kırk yıldır gazetecilik yapıyorum. Sürekli sarı basın kartı sahibiyim. Bu kırk yılın en az yirmi yılında günlük gazetelerimizde ve haftalık dergilerimizde yöneticilik yaptım. 2000 yılından beri de Ulusal Kanal’ın Genel Yayın Yönetmeni’ydim. Kanal’da, özellikle son yıllarda hemen her gün yorum programları yaptım. Bilindiği gibi televizyon yayınları Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) ilgili dairesi tarafından izlenmekte ve 3984 sayılı RTÜK Yasası’na ve diğer yasalara aykırı bir durum görülürse, ilgili kanal “uyarı” cezasından “yayın durdurma”, hatta “kapatma” cezasına kadar cezalandırılmakta ve para cezasının yanında, hakkında yasal işlem yapılması için yargıya başvurulmaktadır. Her televizyon şirketi gibi, Ulusal Kanal da RTÜK denetimine tabidir. Hiçbir televizyon şirketi RTÜK mevzuatının belirlediği ilkeler dışında yayın yapamaz. Bu husus yasanın amir hükmüdür.
Bugüne kadar ne Ulusal Kanal’da katıldığım programlarda, ne 1969’dan itibaren İşçi-Köylü gazetesinde, Haftalık Halkın Sesi dergisinde, günlük ve haftalık Aydınlık gazetelerinde yazdığım yazılar, ne de bugün İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı, 1988-89’da ise Sosyalist Parti Genel Başkanı olarak yaptığım konuşmalar nedeniyle hakkımda, “Halkı TC hükümetine karşı silahlı isyana tahrik ve teşvik etmek” ten bir kovuşturma yapılmıştır. Bir devrimci Partinin ve onun yayın organının yöneticisi olarak bugüne kadar yaptığım yüzlerce konuşma ve yazdığım yazılar hakkında çok sayıda dava açılmış (bu davaların hepsinden aklandım) ama “Halkı TC hükümetine karşı silahlı isyana tahrik ve teşvik etmek” gibi bir suçlama yapılmamıştır. Savcı bir hukuk adamıysa, elinin altındaki bana ait yüzlerce yazı ve konuşma metninden “Silahlı isyana tahrik ve teşvik” suçunu kanıtlayan bir tane örnek getirmez mi? Getiremez, çünkü böyle bir örnek yoktur, bulamaz.
Türkiye'de televizyon yayıncılığı öyle sıkı kurallara bağlanmıştır ki, bir Anonim Şirketinin yayıncılık yapabilmesi için, yönetim kurulu üyelerinin ve ortaklarının Başbakanlık Güvenlik İşleri Başkanlığı'ndan Güvenlik Belgesi almaları zorunludur ve şarttır. Yöneticisi ve ortağı bulunduğum Ulusal Kanal İletişim Hizmetleri San. ve Tic. A.Ş. ile Yeditepe İletişim Hizmetleri San. ve Tic. A.Ş. için Başbakanlık Güvenlik İşleri Başkanlığı'ndan benim ve arkadaşlarım adına aldığımız Güvenlik Belgelerini ekte heyetinize sunuyorum (Ek-4). "Halkı Hükümete karşı silahlı isyana tahrik ve teşvik" eden bir şahsa her halde bu belgeler verilmezdi.
Öte yandan bir kurum olarak Ulusal Kanal, bırakalım "halkı hükümete karşı silahlı isyana tahrik etmek" suçlamasını, diğer suçlamalar nedeniyle de gerek “para cezası”, gerek “uyarı” olarak, diğer televizyonlara göre çok daha az RTÜK uygulamalarının hedefi olmuştur.
Ulusal Kanal'ın milleti aydınlatan yayınları İddia makamını rahatsız etmiş. “Halkı silahlı isyana tahrik etmek” örtüsü altında, dokuz yıldır BOP Eşbaşkanlığı iktidarına karşı yürüttüğümüz mücadeleyle milleti aydınlatmamız sorgulanmaktadır.
Şimdi heyetinizden talep ediyorum: İstanbul Cumhuriyet Savcılığına yazı yazılarak, Sosyalist Parti Genel Başkanlığım, Aydınlık dergisi ve gazetesi Genel Yayın Yönetmenliğim ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmenliğim dönemlerinde “Halkı silahlı isyana tahrik ve teşvik” suçlamasıyla veya buna benzer bir suçlamayla hakkımda bir soruşturma yapılıp yapılmadığının sorulmasını rica ediyorum.
RTÜK'ün Ulusal Kanal'a yönelik uyarı ve cezalarını ise aşağıda liste halinde sunuyorum. Bu dava ile bu uzun listenin ne ilgisi olduğu sorulabilir. Bu davanın ülkemizde basın özgürlüğü katliamının muhteşem bir örneği olduğu gerçeğinin tarihe geçmesi açısından bu listeyi sorguma ekliyorum.
RTÜK’ün Ulusal Kanal’a verdiği yayın cezalarının listesi yukarıda bilginize sunulmuştur.
Yayınla ilgili cezalar ağırlıklı olarak; Radyo Televizyon Yayınlarıyla ilgili 3984 sayılı yasanın;
“Suçlu olduğu yargı kararıyla kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu ilan edilmemesi ilkesinin ihlali" ve “Kişilerin manevi şahsiyetlerine eleştiri sınırları ötesinde saldırıda bulunulması" maddelerinden verilmiştir.
Bu iki maddenin dışında “seçim yasaklarına uymamak”, “yayın yasağını ihlal”, “gizli reklâm” gibi gerekçelerle verilen cezalar da mevcuttur.
Örneklerini sunduğumuz RTÜK’ün idari ceza kararları da göstermektedir ki, cezaya konu yayınların büyük kısmı, siyasi iktidar uygulamalarını eleştiren, tarikat vb. Cumhuriyet karşıtı yasa dışı örgütlenmelerin faaliyetlerini teşhir eden yayınlardır. İçerik olarak; Abdullah Gül'ü, Tayyip Erdoğan'ı, Fethullah Gülen'i ve bunların BOP Eşbaşkanlığı faaliyetlerini eleştiren, Almanya'daki Deniz Feneri Davası'nın gerçek boyutlarını ortaya koyan, Fethullahçı Gladyo'nun tertiplerini açığa çıkartan, Emniyet'teki F-Tipi yapılanmayı teşhir eden yayınlardır.
Verilen yayın cezalarının yargılandığımız bu davayla hiçbir ilgisi yoktur. "Halkı silahlı isyana tahrik" ile ise, uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Ulusal Kanal, Cumhuriyetimizi tasfiye etmeye girişen iktidarın uygulamalarına karşı milletimize gerçekleri göstermeye kendini adamıştır.
Yayın cezalarının 2006-2009 döneminde yoğunlaşması, AKP iktidarının Anayasa’nın ilgili maddesini değiştirerek dokuz üyeden oluşan Üst Kurul’un altı üyesini doğrudan seçmesinin sonucudur.
RTÜK, artık iktidar partisinin çıkarlarını korumak ve kollamakla görevli bir AKP örgütüne dönüşmüştür. Buna rağmen yukarıdaki listeden de anlaşılabileceği gibi, Kanalımıza devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, Atatürk'e ve Cumhuriyet devrimlerine aykırı hiçbir suçlama yöneltilmemiştir.
Ulusal Kanal, bu haksız ve hukuksuz yayın cezalarını idari yargıya götürmüş, birçoğu hakkında yürütmeyi durdurma kararı aldırmış ve RTÜK kararlarının iptalini sağlamıştır.
İşte değerli Yargıçlar, hakkımızda bu davanın açılmasının bir nedeni de böyle yayınlardır. ABD’nin Türkiye’yi parçalama ve Cumhuriyet’i çökertme senaryolarıyla ve O’nun içimizdeki Eşbaşkanlarıyla mücadele ettiğimiz için buradayız. Ve bu davanın perde arkasındaki Gladyo, her zaman olduğu gibi, kendine ait “terör örgütü” ve “silahlı tahrik” çamurunu biz yurtseverlere bulaştırmaya çalışmaktadır.
KABLODAN ÇIKARTILDIK T-1 LİSANSIMIZ VERİLMEDİ
Hükümet ve RTÜK, Ulusal Kanal’ın yayınını sonlandıracak bir ceza türü bulamamıştır. Ama onun sesini kesmek için bin bir tertibi sahneye koymuştur. RTÜK ve Türk Telekom 2003 yılında tamamen keyfi bir kararla Ulusal Kanal’ı bir yıl yayın yaptığı kablolu yayından çıkartmışlardır. RTÜK, kablolu yayına devam etmemizi kararlaştıran mahkeme kararlarını da uygulamamıştır.
RTÜK, yine mahkeme kararlarına rağmen, ulusal karasal yayın lisansımızı da (T-1 Lisansı) vermemektedir.
Sırf karşılaştığımız baskıların nasıl sürekli ve istikrarlı olduğunu göstermesi açısından, 9 yıldır süren kablolu yayın ve T-1 Lisansı sorunumuzu ekte bilginize sunuyorum (Ek-5).
BANA ULUSAL KANAL’I ELE GEÇİRTTİLER
İddianame’ye göre, "Ergenekon Terör Örgütü" 2000 yılında Ulusal Kanal’ı ele geçirip “Yeniden Yapılandırma” projesi yapmış. İddianame’ye de alınan “Ulusal Medya – 2001” isimli belgede şöyle deniyormuş:
“Ulusal TV’nin görsel yayın kanadını oluşturabileceği, ancak bu TV bünyesinde bir ameliyat gerektiği, yine de Ulusal TV’nin Cumhuriyet gazetesiyle elde edilecek başarıya gölge düşürebileceği… Bu nedenle Cumhuriyet ile Kanal 6 televizyonunun evlilik yapmasının daha akılcı olduğu…” (İddianame, s. 154).
Ulusal Kanal’ın “bir ameliyatla yeniden yapılandırılması"... saçmalığın doruğu işte bu cümlede! İddianame beni "Ergenekon Terör Örgütü" üyesi yaptığına göre, bu cümle bana, yani Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni’ne Kanal’ı ele geçirtip yapılandırtıyor. Diğer yandan, üyesi olduğum söylenen "Ergenekon Terör Örgütü", Genel Yayın Yönetmeni olduğum Ulusal Kanal’ı ele geçirmeye çalışıyor. Ben, bana karşı “ameliyat” yapıyorum! Aslında öyle de, böyle de olsa, işin gerçeği, GLADYO, ULUSAL KANAL’DAN RAHATSIZDIR! Nitekim bu davanın Savcısı Zekeriya Öz, ATV Televizyonu'nun Ana Haber Bülteninde, “Ergenekon soruşturmasının merkezinde İşçi Partisi var, Ulusal Kanal var” (23 Temmuz 2008) diyerek bu rahatsızlığı açığa vurmuştur.
ULUSAL KANAL, “ÖRGÜT TALİMATI İLE KURULAN
TELEVİZYON” DEĞİLDİR.
Anlaşılan "Ergenekon Terör Örgütü" en sonunda Ulusal Kanal’ı ele geçirmiş ki, İddianame Kanal’ımız için, “örgütün talimatları ile kurulan” saptamasını yapmaktadır (İddianame, s. 1651).
Ulusal Kanal RTÜK mevzuatı uyarınca yayın faaliyeti yürüten bir kuruluştur. Kanalımız 1994 Aralık’ında Yeditepe İletişim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. unvanı ile kurulan şirketin “Ulusal” logosuyla yayın yapmasının ürünüdür. Ulusal Kanal’ın “örgütün talimatları ile kurulması” Ferit İlsever’le açıklanıyorsa, İlsever 1994’teki kuruluşta şirketin ne ortağı ne de yöneticisidir. İlsever, 2003 yılında şirkete ortak ve yönetici olmuştur. Keza Adnan Akfırat da 2003 yılında hissedar ve Genel Müdür olmuştur.
İddia makamı, televizyonumuz için ileri sürdüğü “örgüt talimatı ile kuruldu” iddiasına somut hiçbir kanıt göstermemektedir. Ancak, dava dosyasına celp olunan ticaret sicil kayıtları somut olup, bahse konu televizyon şirketinin 1994 yılında kurulduğunu ve Ferit İlsever’in kurucu ortak olmadığını göstermektedir. İddia, “örgüt talimatı ile kurulan” ifadesiyle kurucu iradeye işaret etmektedir. Oysa resmi belgeler bu durumu yalanlamaktadır.
İddia olunan bir diğer husus, örgütün 1999 yılında reorganizasyonuna bağlı olarak medya dünyasına girdiği belirtilmesine karşın, Ulusal Kanal’ın kuruluş yılı 1994’tür. Bu bilgiler resmi belgeye dayanan, elle tutulan, gözle görülen somut savunma kanıtlarıdır. İddia gibi soyut değildir. İddianame'de Yeditepe İletişim Hizmetleri A.Ş'nin "Örgütün talimatlarıyla kurulduğu" yazıyor (İddianame; s.1651). Oysa Şirket 15 Aralık 1994'te kuruldu.
RESMİ TUTANAKLARDA İDDİA MAKAMI YALANLANIYOR
“Ulusal Kanal örgütün talimatı ile kurulduğuna” göre, geliri-gideri de “terör örgütünün” bütçesinin bir parçasıdır. Ne diyordu İddianame, "Ergenekon Terör Örgütü"nün “gelirleri” hakkında!
“Örgüte gelir getirmek amacıyla; mafyanın kontrol altına alınması, uyuşturucu ticareti, hazine arazilerinin satışı, bankalardan para çalma, insan kaçakçılığı, kimyasal silah üretimi gerçekleştirilmiş…” (İddianame, s. 75).
Görüyor musunuz, ABD ve işbirlikçilerinin, Gladyo’nun tüm pislikleri nasıl Türkiye’nin aydınlık insanlarına, yurtseverlerine yapıştırılmaya çalışılıyor. Bu pisliklerin tümü, F Tipi Gladyo’nun nitelikleri ve suçlarıdır. Öyle Ergenekon savcılarının bulaştırma çabalarıyla bize bulaşmaz. Gölgemizi bile kirletmez.
Ferit İlsever’in yöneticisi olduğu Ulusal Kanal şirketinin tüm mali kayıtları Zaman gazetesinin ihbarı ile SPK tarafından incelenmiştir. Bu inceleme sonucu tutulan tutanağı ekte sunuyorum (Ek-6).
Benzer bir inceleme, 2008 yılında MASAK tarafından da yapılmıştır. Buna ilişkin olarak tutulan tutanağı da sunuyorum (Ek-6). Her iki inceleme, Ulusal Kanal televizyon şirketinin pırıl pırıl olduğunun kanıtıdır. Bu resmi belgeler, somut, elle tutulur ve gözle görülür belgelerdir. Soyut bir uydurma değildir. Delil değeri vardır.
Şimdi şu SPK ve MASAK incelemelerini tertibin parçası oldukları için açmak istiyorum.
Fethullahçı Gladyo, yukarıda anlattığım yöntemlerle Ulusal Kanal’ı susturamayınca, bu kez SPK ve MASAK’ın “kara para soruşturmasıyla” üstümüze geldi. Tabii, bu uyduruk suçlamadan bir şey çıkartmaları mümkün değildi. Ve mümkün olmadı. Bugünkü “Ergenekon” tertibi böyle küçük provalarla hazırlandı. Ya da "Ergenekon" tertibinin Ulusal Kanal boyutu, Kanalımız üzerinde on yıldır süren baskıların zirvesidir.
Ulusal Kanal ve kara para? Türkiye’nin en büyük kara para babaları ellerindeki kiri Ulusal Kanal’a bulaştırmaya çalıştılar. Oysa Ulusal Kanal’ın her kuruşu yüzlerce ortağının ve gönüllüsünün alın terinin ürünüdür. Ulusal Kanal 1920’lerin Hâkimiyeti Milliyesi’dir ve Kurtuluş Savaşı’mızın Tekâlifi Milliye yasasını uygular:
İki çift çarığı olanın bir çifti cepheye, Mehmetçik’e! Ulusal Kanal’ın arkasında banka, borsa, holding yoktur. Ulusal Kanal halk televizyonudur.
Dolayısıyla, tertibin aktörlerinden Tuncay Güney’in, Ulusal Kanal’la ilgili olarak söylediği ve iddia makamının sarılarak İddianame’ye aldığı, “yurtdışından 500 milyar getirildiği” iddiası tamamen bir uydurmadır.
Bu uydurma, mülakat metninin 93. sayfasında şöyle yer almaktadır:
“Doğu, Ulusal TV için Avrupa’dan 500 milyar para getirdi.”
Bu cümlenin biraz altında da Tuncay Güney şunları söylemektedir:
“Avrupa’da sol yoktur fazla. Ya PKK vardır, ya İslami kesim vardır. Onlar para toplayabilir ama Doğu Perinçek para toplayamaz.”
Kendi yalanlarını kendisi yalanlayan yalancı! Bizim soruşturmada yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmıyor. Buna rağmen İddianame’nin başyazarı yapılıyor.
Şimdi yukarıda bir cümleyle özetlediğim, Ulusal Kanal’ın bu davada soruşturulmasının nedenlerini açmak istiyorum.
Ulusal Kanal 29 Ekim 2000’de holding televizyonculuğu dünyasına bir halk kanalı olarak girdi. Evet, kuruluşu 1994 yılında bir mahalli kanal olarak gerçekleşmişti. 2000 yılından sonra ise, ulusal çapta yayına geçti. Uluslararası holdinglerin, mafya ve kara para babalarının kirlettiği toplumumuza doğru bilgiyi götürerek, insanımızı Cumhuriyet Devrimi’mizin değerleriyle eğiterek, halkımızın haklı mücadelesini ve örgütlenmesini destekleyerek on yıldır hizmet veriyoruz. İlkemiz daima; “Doğru haber, bağımsızlıkçı, özgürlükçü, aydınlanmacı yorum” oldu.
Ulusal Kanal, TBMM’de 1 Mart 2003’teki tezkere oylamasında, Amerikan Ordusu’nun Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirmesi olayında, Annan Planı tertibine karşı KKTC’nin egemenliğinin savunulmasında, AKP’nin Batılı emperyalistlerle işbirliği halinde uyguladığı Kıbrıs tertiplerine karşı Denktaş nöbetlerinde, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün BOP Eşbaşkanlıklarının sergilenmesinde, Fethullahçı Gladyo’nun tertip ve saldırılarına karşı mücadelede ve tabii en son “Ergenekon” tertibinin çökertilmesinde, işçi – köylü ve memurlarımızın emek – özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinde en kararlı ve doğru tavırları aldı. Milletimizin gözü, kulağı, vicdanı oldu.
Son yıllarda Ulusal Kanal’ın bu güven veren, saygın konumundan hareketle benzerleri yaratılmaya çalışıldı. Ama ikinci bir Ulusal Kanal yaratılamadı.
Değerli Yargıçlar,
Burada benim ve diğer arkadaşlarımın yargılanmasının en önemli nedenlerinden biri de, Ulusal Kanal’la milletimizi aydınlatmaya çalışmamızdır!