19. yüzyılda ulusun içindeki hesaplaşmanın ürünü olan devrim, 20. ve 21. yüzyılda ulus ile emperyalizm arasındaki hesaplaşmanın sonucudur.

Birkaç ay önce bir gazetenin kitap ekinde, Marx ve Engels’in Komünist Parti Manifestosu’nun Türkçe çevirileri tanıtılıyordu. O zaman kafama koymuştum, bu çeviriler üzerine yazmayı.
Bugün 5 Mayıs 2009, Marx’ın doğumunun 191. yılı, Hikmet Çiçek’e saati sordum

Tarih:

Birkaç ay önce bir gazetenin kitap ekinde, Marx ve Engels’in Komünist Parti Manifestosu’nun Türkçe çevirileri tanıtılıyordu. O zaman kafama koymuştum, bu çeviriler üzerine yazmayı.
Bugün 5 Mayıs 2009, Marx’ın doğumunun 191. yılı, Hikmet Çiçek’e saati sordum “Üçü yirmi geçiyor” dedi. Birazdan güneş doğar.
Böyle özel bir sabahı karşılarken Manifesto çevirilerine değinmenin de zamanıdır.

MANİFESTO ÇEVİRİLERİ
Türkçedeki Manifesto çevirileri, genellikle İngilizceden yapılmıştır.
1960’lardaki ilk çeviriyi Bilim ve Sosyalizm Yayınları sahibi Süleyman Ege dostumuz yayımlamıştı. Yıllarca yargılandı; girdi, çıktı.
İngilizceden yapılan çevirilerden en iyisi Celal Üster’inkidir. Aydınlık Yayınları’ndan çıkmıştı. Celal Üster, bu alanın en birikimli birkaç çevirmeninden biridir.
Ancak Manifesto çevirisi Almancadan olmalı. Bilindiği gibi Marx ve Engels, Manifesto’yu Komünistler Birliği’nin 1847’de Londra’da gerçekleşen Kongresi’nin verdiği görevle Almanca olarak kaleme aldılar. Almaca basım, 1848 yılı Şubat ayında Londra’da yayımlandı; İngilizcesi ise 1850 yılında. O nedenle Manifesto metninde esas Almancadır. Tartışmalı konularda Almancasına bakılır.

IŞIK SONER’İN ÇEVİRİSİ
Manifesto’nun İngilizceden yapılan Türkçe çevirilerinde hep sorunlarla karşılaşmışımdır. Almanca aslına bakınca, bunları kaydederim. En sonunda özellikle Işık Soner’den rica ettim; Türkçemize aslına en uygun bir Manifesto çevirisi kazandırması için.
Işık Soner, iyi Almanca ve iyi İngilizce bilir. “Çok iyi” desem daha doğru olur, ama o zaman bana kızar. Konuya hakimdir ve birikimlidir. ODTÜ İdari Bilimler mezunudur. Kendisini örgütlü ve çetin bir hayat içinde çok iyi yetiştirmiştir. Bugüne kadar yaptığı çevirilerin hepsini okumuşumdur; asıllarıyla karşılaştırmışımdır. Toplumsal bilim alanında Türkiye’nin en iyi çevirmenlerindendir. Türkçesi özenlidir ve zengindir. Çeviriyi yaparken, çok titizdir; tek sözcük için bile günlerce araştırır; uğraşır. Babasının ve annesinin titizliğini ağabeyinden daha mükemmeliyetçi olarak sürdürmüştür. Hem hakikatin saptanmasında duyarlıdır; hem de topluma ve vicdanına karşı sorumludur.
Manifesto çevirisi de, bu özellikleri taşıyan seçkin bir devrimci aydının özenli emeğinin ürünü oldu. Işık Soner, çevirideki sorunlu yerlere özellikle yoğunlaştı. Daha önceki çevirileri de gözden geçirdi. Onlardan da yararlandı. Türkçede, en doğrusunu bulmak için, benimle konuştuğu tartıştığı da oldu. Çevirisini Kaynak Yayınları, Mayıs 2003’te yayımladı.
Işık Soner’in Türkçeleştirdiği Manifesto’yu burada yeniden inceledim. Aslına en sadık, en doğru ve Türkçe ifade olanaklarını olanca zenginliğiyle kullanmış. Türkçe kitaplığa unutulmaz bir katkıda bulunmuştur.
Bunları yazdığım için bana darılmasın; amacım Manifesto’nun en doğru çevirisinin okunmasıdır. Çünkü İngilizceden yapılan çevirilerdeki yanlışlar, ideolojik açıdan en nazik konulardadır.
İŞÇİLERİN VATANI
Düzeltilen yanlışlardan biri, ünlü “İşçilerin vatanı yoktur” diye başlayan paragraftır. Cümlenin devamının çevirisi gerçekten zordur. 1888’deki İngilizce yeni basımında, anlaşılan sıkıntı çekilmiş ve yoruma kaçılmıştır.
Işık Soner, o önemli bölümü şöyle çevirdi:
“İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şey alınamaz. Proletarya, her şeyden önce siyasal hakimiyeti fethetmek, ulusal sınıf * durumuna yükselmek, kendisi ulusu oluşturmak zorunda olduğundan zaten ulusaldır; ama kesinlikle sözcüğün burjuva anlamında değil.” (Işık Soner çevirisi, Kaynak Yayınları, s.68)

“ULUSAL SINIF DURUMUNA YÜKSELMEK”
Bu cümleler, Manifesto’yu iktidar mücadelesinde Türkçeleştirmek ve Rusçalaştırmak veya Çinceleştirmek veya Farsçalaştırmak açısından özel bir önem yüklüdür; hele hele emperyalizm çağında.
Kapitalist bir ülkede, vatan bütün mal ve mülküyle burjuvazinindir. Emekçiler, ancak ulusal bir sınıf olma sürecinde siyasal hakimiyeti fethedebilirler. Zaten bu sürecin sonunda vatan artık burjuvazinin değil, emekçilerindir.
İşçi sınıfı da, kendisiyle birlikte bütün toplumu kurtarmak zorunda olduğu için (s. 21), ulusal sınıf durumuna yükselir ve en sonunda emekçilerden oluşan bir ulusu meydana getirir. Üretim araçlarının burjuvazinin mülkiyetinden kurtarılıp ulusa kazandırıldığı bu süreçte, işçi sınıfının kendisi ulus olur. Başka deyişle işçi sınıfı ulusallaşarak ve uluslaşarak iktidara gelir.

İKİ MARKSİZM
Marx’ın da kimi “Marksistlere” bakıp “Ben Marksist değilim” dediğini hatırlarsak, iki ayrı Marksizm vardır. Biri Marksizm düşmanlarının tanımladığı “Marksizm”dir. Şu sıra yeniden piyasaya sürülüyor. Zaten kapitalist piyasada değişim değeri olan, düşmanların Marksizmidir.
Marksizmin düşmanları, Marksizmi 19. yüzyıla kapatmışlardır. Marksizmi bitirmenin en sonuç alıcı yöntemi budur. O zaman Marksizm, hayatın dışına düşer, nefes alamaz, devrimsiz kalır ve tarihin dışında bir eğlence malzemesine dönüştürülür. 19. yüzyıldaki Marksizmin emperyalizme ve kapitalizme hiçbir zararı yoktur; tersine yararı vardır.

AVRUPA MERKEZLİ ÖLÜM
Avrupa merkezli bir Marksizmin, 20. ve 21. yüzyıl dünyasındaki yeri mezarlıktır.
Çünkü emperyalizm çağında devrimin merkezi, gelişmiş kapitalist ülkelerden Ezilen Dünya’ya, Avrupa’dan Asya’ya, Batı’dan Doğu’ya kaydı.
Bu olayı Lenin 1910’larda gördü ve 20. yüzyıl devriminin yeni bir tanımını yaptı. Komünist Enternasyonal de, bu tavrı 1920 Kongresinde karar haline getirdi ve bir çizgi belirledi.
Manifesto’da devrim, “Her ülke proletaryasının her şeyden önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşması”dır (s.59).

ÇAĞIMIZDA DEVRİM
Emperyalizm çağının devrimi ise, Lenin’in tanımıyla “Emperyalist sömürü zincirinin bir ülkede kırılması”dır.
19. yüzyılda ulusun içindeki hesaplaşmanın ürünü olan devrim, 20. ve 21. yüzyılda ulus ile emperyalizm arasındaki hesaplaşmanın sonucudur. O nedenle, işçi sınıfı, ancak ulusun önderi olarak tarihsel görevini yapar. Aslında Manifesto’da da böyledir. İşçi sınıfı, bütün toplumun kurtarıcısı olarak ulusun önderliğini ele geçirir ve ulus haline gelir. Ulusal olmak, işçi sınıfı için iktidar olmakla sımsıkı bağlantılıdır.
Marksizmin düşmanlarının en çok korktuğu budur. O nedenle ulustan kopmuş bir “işçi dalkavukluğuna” bırakın Taksim meydanını, Çankaya’nın kapısını bile açar. Emperyalist fonlar, öldürülmüş bir “Marksizm”in emrine amadedir. Marksizmin düşmanlarının ekranları ve sayfaları, öldürülmüş “Marksizm”in pazarlamacılarına tahsis edilir. Onlar için en iyi Marksizm, mezardaki Marksizmdir.
Mustafa Kemal Paşa, 20. yüzyıl gerçeğini İstanbul’daki 19. yüzyıl Marksistlerinden daha iyi anladığı, Ezen – Ezilen Millet tahlilini özümlediği için, Anadolu İhtilali’ne önderlik etmiştir. Lenin, Mustafa Kemal’i alkışlarken, Avrupa merkezli Marksistler İstanbul’da tramvay işçilerine bildiri dağıtmışlardır. O dönemi anlamak için, Kaynak Yayınları’nın çıkardığı “Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi – Hakimiyeti Milliye Yazıları”, her aydının öncelikle okuması gereken dört kitaptan biri olmalıdır.
20. yüzyıl Lenin, Mustafa Kemal ve Mao’nun saptadığı gibi yaşanmıştır. Çünkü onlar, yaparken, saptıyorlardı.

19. YÜZYILIN SONLARINDA DOĞU’YA DÖNEN GÖZLER
Aslında Marx ve Engels de 19. yüzyılın sonlarına doğru 20. yüzyılın işaretlerini gördüler ve Manifesto’nun 1882 yılındaki Rusça ikinci basımına yazdılar:
“Gelelim Rusya’ya. 1848–1849 Devrimi sırasında (…) Çar Avrupa gericiliğinin başı ilan edilmişti. Oysa bugün Çar, Gatçina’da devrimin savaş tutsağıdır. Rusya ise, Avrupa’da devrimci eylemin öncüsüdür. (…) Rus devrimi, Batı’daki bir proletarya devriminin işareti olur ve böylece bu iki devrim birbirini tamamlarsa, günümüz Rusya’sındaki ortak toprak mülkiyeti, komünist bir gelişmenin başlangıç noktası olabilir.” (s. 18 – 19)
Bu satırlardan bir yıl sonra artık Marx yaşamıyordu. Marx ve Engels’in son zamanlarında Rusya ve Çin’i incelemeye yönelmeleri ve Türkiye’nin direnişini “Türk yanlısı” düzeyinde sıcak duygularla izlemeleri, 20. yüzyılın eşiğindeki gerçekler zeminindedir.
Buradan da görülüyor ki, Avrupa merkezli Marksizm, Avrupa’nın gerçekten uygarlığın merkezi olduğu çağa aittir. O çağ eskirken, Marx ve Engels’in gözleri de Doğu’ya çevrilmiştir.

“GERİ AVRUPA İLERİ ASYA”
20. yüzyılın emperyalizm gerçeğinde Avrupa merkezli Marksizme artık yer yoktur. Lenin ve Mao’nun katkıları o nedenle hayatidir;
Marksizme can veren, pratik ve teori bütünlüğüdür.
Marx ve Engels, Avrupa’da 1848 Devrimi’nin ortasında Manifesto’ya şöyle yazmışlardı:
“Burjuvazi bütün üretim araçlarının hızla gelişmesi ve son derece kolaylaşmış iletişim ile, bütün ulusları, hatta en barbarlarını bile uygarlığın içine çekiyor. (…) Bütün ulusları, eğer yok olup gitmek istemiyorlarsa, burjuva üretim biçimini benimsemeye zorluyor, bütün ulusları kendisinin uygarlık dediği şeyi kabullenmek, yani burjuvalaşmak zorunda bırakıyor.” (s. 51)
19. yüzyılın doğrusu, 20. Yüzyılın eğrisidir.
20. yüzyılda, uygarlığın merkezi, artık Avrupa ve Kuzey Amerika değildir. Uygarlaşmanın önderliği Asya’ya kaymıştır. Bu koşullarda Lenin, haklı olarak, 70 yıl sonra Manifesto’da yazılanın tam tersini vurgular:
“Geri Avrupa, ileri Asya!”

“TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR”
Mehmet Akif’imiz bu büyük teorinin şiirini yapmıştır: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.”
Bu dize, Ezilen Milletlerin ilk İstiklal Savaşı’nın kan ve ateşi içinde ortaya çıktı.
Mustafa Kemal Atatürk, bugünkü sahte Atatürkçüler gibi Avrupa “muhibi” ve Batı hayranı değildi; Emperyalist – kapitalist Batı medeniyetinin “mahv ve nabut olduğunu” son nefesine kadar vurguladı. O’nun mahvolacak dediği emperyalizm, Avrupa Birliği’dir ve ABD’dir.

ÇAĞIMIZDA BÜTÜN DEVRİMLER
VATAN SAVUNMASINDA OLDU
Dünyadaki ve Türkiye’deki sosyalizmin tarihini inceleyin, eğri ile doğrunun ekseni hep Ezen - Ezilen Millet kamplaşmasını kavramadadır.
20. yüzyılda devrimi, “işçi-burjuva çatışması” olarak tanımlayan her hareket, işçilere ihanet etmiş, milletine ve vatanına da ihanet etmiştir.
20. yüzyılda devrimlerin hepsi, istisnasız vatan savunmasına olmuştur. Buna Sovyet Devrimi dahildir. Bolşevik Partisi, 1917 yılı Ekimi’nde Rusya’yı birleştirecek tek hareket olduğu için, “ulusun siyasal hakimiyetini fethedebilmişlerdir.”
Türkiye, Çin, Vietnam, Kore, Doğu Avrupa, Küba, Hindiçini devrimleri hep vatan savunmasında gerçekleşti. Bugün de bakın Chavez’den Morales’e, Mugabe’den Lulla’ya, Irak’tan Afganistan’a kadar bütün devrimler vatan savunması cephesindedir.
20. yüzyıl gerçeği, Lenin’in ve Atatürk’ün formülleriyle Ezen Milletlerin Ezilen Milletlere karşı mücadelesidir. Dünyayı uygarlaştıran eylem budur ve uygarlığın merkezi Asya’dır.

20. VE 21. YÜZYIL AŞAMASI:
MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM
Devrim odağının Asya ve Afrika ve Latin Amerika’ya kayması, devrimin aşamasını da belirlemiştir. Çünkü üç kıta, yalnız bir coğrafya tanımı değil, toplumsal – ekonomik koşulların tanımıdır.
Ezilen Dünya’nın devrimleri, emperyalizme karşıdır; millidir. Ve Ortaçağ ilişkilerini temizler; demokratiktir; bizim Kemalist Devrimimizdeki adıyla halkçıdır.
Hatta bu derinleşen krizle birlikte ABD ve Avrupa’daki hareketler de, öncelikle emperyalist mafyaya, faşizmin tırmanışına ve Ortaçağlaşmaya karşıdır. ABD’de ciddi siyaset adamları ve düşünürler, son zamanlarda ısrarla Faşizmin tırmanışına dikkat çekiyorlar.
Kapitalizmin merkezlerinde bile hemen ve doğrudan sosyalizmi kurma koşulları yoktur. Örneğin dünyanın en güçlü komünist partilerinden biri olan Japonya Komünist Partisi, önündeki aşamayı Milli Demokratik Devrim olarak belirliyor.
Manifesto’dan herkesin öğrenmesi gereken çok önemli bir Tarihsel Materyalizm dersi, menzile adım adım ilerleneceğidir.
Marx ve Engels, 1848 yılında yazdıkları Manifesto’da Almanya’nın “burjuva devriminin arifesinde” olduğunu saptarlar. (s. 85)

MANİFESTO’DAN BAĞIMSIZLIK DERSİ
Ve yine bugün en önemli Manifesto dersi şudur: Bağımsızlık olmadan ne demokrasi olur ne sosyalizm!
Bir milletin bağımsız olması, ileri adım atmasının ön şartıdır. Çünkü adımı atacak olan milletin kendisidir. Her canlı önündeki adımı atar; önüne konan “adımı” değil.
Manifesto’ya göre, bağımsızlık, burjuvazi için “en hafif deyimiyle önemsizdir.” Ama işçi sınıfı için, sömürü ve baskıdan kurtulmanın ön şartıdır. O nedenle, Marx ve Engels, 1848’den Manifesto basımlarına önsöz yazmaya devam ettikleri 1893’e kadar, Polonya’nın, Almanya’nın, İtalya’nın, Macaristan’ın bağımsızlık mücadelesini Avrupa devrimlerinin merkezine yerleştirdiler (s. 40, 41, 42, 85).
Onlara göre ulusal boyunduruk, öncelikle kırılması gereken boyunduruktu. “Ulusal bağımsızlık olmadan”, bırakalım işçi sınıfının hakimiyetini, demokratik devrimi ifade eden “burjuvazinin hakimiyeti dahi hiçbir ülkede mümkün değildi.” (s. 42) O nedenle bağımsızlık devrimleri, “sosyalist devrimin yolunu açar, temelini hazırlar.” (s. 42)
İşçi sınıfının “uluslar arası birliği” için de, “Avrupa’da tek tek bir ulusun birlik ve bağımsızlığının yeniden sağlanması” ön şarttır. “Ulusların ortak hedeflere yönelik barışçı ve mantıklı işbirliğinin yolu, bağımsızlıktan geçer (s. 42). Marx ve Engels’in vurguladığı gibi, Enternasyonalizm bağımsız ve özgür uluslarla olur.

TATLI İŞ: MADDEYİ ANLAMAK
Bağımsızlığa yan bakan, NATO’nun hizmetkârlığıyla iftihar eden, hatta emperyalistlerin cinsel organlarına gönderme yaparak kendi milletlerini tehdit eden utanmazlara ne demeli! Bunların Marx’ı ve Marksizmi kirletmek için 1848’den bu yana gösterdikleri gayrete engel olamazsınız. Onlara bu misyonu yükleyen, onları bu “iş” için besleyenler vardır ve onlarla savaşıyoruz.
Ancak Bilimsel Sosyalizmin yeniden yükselişe geçtiği bu kriz ortamında, özellikle ve öncelikle gençlerimizi Tarihsel Materyalizmle eğitmek, onlarda insanlığın bilim birikimine merak uyandırmak tatlı bir iş oluyor.
Mustafa Kemal, aydın hayatına nasıl girdiğini 5 Ocak 1904 günü not defterine kaydetmiş:
“Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. I, s.15) Manifesto, bir yanıyla maddeyi anlama öğretisidir. Ve elbette zamanın içindedir. O nedenle 19. yüzyılın maddesini ve 20. yüzyılın ipuçlarını orada bulabiliriz.
Manifesto’nun 150. yıldönümünde, 1988 yılında Bilim ve Ütopya dergisine bir Marx tahlili yazmıştım. Meraklılarına öneririm.

(*)1888 İngilizce basımda, “ulusal sınıf” yerine, “ulusun önde gelen sınıf” denmiştir. (Işık Soner’in notu). Aslında bu yorumlu çeviri de işin özünü ortaya koyuyor. İşçi sınıfı için ulusal olmak, iktidar olmakla sımsıkı bağlantılıdır.

www.doguperincek.info - www.doguperincek.com.tr