Bugünün geleceği dünden belliydi. Balyoz Davası iddiaları ortaya atıldığından bu yana sanıklar, sanık avukatları ve sanık yakınlarının yaptıkları araştırmalar sonucu ortaya konan gerçekler ile iddiaların iler tutar yanı kalmamıştı.
Örneğin 2003 yılında hazırlandığı iddia edilen “darbe planı” içinde yer alan birçok bilgi daha sonraki yıllara aitti. Görev verildiği söylenen subaylardan bazıları o sırada uzun süreli yurt dışı görevindedir vb. vb.
Bunun üzerine Ergenekon savcılarına bir “ihbar” daha geldi! Gölcükte, o sırada bir yurt dışı görevinde olan subayın odasında döşemelerin altında darbe planları gizlenmişti(!) Savcı Fikret Seçen gitti, eliyle koymuş gibi belgeleri buldu(!)
Ve yandaş basın hemen yayına başladı. 2003 yılına ait olduğu iddia edilen belgelerde şüphe doğuran ne varsa, o şüpheleri giderici yeni belgeler bulunmuştu(!) Örneğin söz konusu belge en son 2008 yılında güncellenmişti. Demek ki darbe planı devam ediyordu.
Bu rezalete inanacak aptal var mıdır yeryüzünde ayrı mesele. Darbeciler olacak, bunlar işleyecekleri bütün suçları en ince ayrıntısına kadar yazacak, daha önemlisi tutuklamalar başlayıp, yargılamalar başladıktan sonra bile bu belgeler muhafaza edilecek ve sonunda bir ihbarcı çıkıp bunların mahkeme dosyasına girmesini sağlayacak!!!
Ama karanlık işlerle uğraşan bütün hainler aptal olur. Bulunan yeni belgelerin, Aralık 2010 tarihinde en son Reşat Polat adında bir polis memuru tarafından üzerinde defalarca oynandığı ve kaydedildiği ortaya çıktı.
Ama işte bu “belgeler” tam iki ay boyunca yandaş basın tarafından, TSK ve komutanlar aleyhine kamuoyu yaratmak için her gün yalan haberlere malzeme yapıldı.
Bütün bunlar yetmedi. Davanın başlamasına üç gün kala Mahkeme Başkanı yeni HSYK tarafından görevden alındı. Hukuk tarihinde olmayan bir olay gerçekleşti.
Eldeki bütün deliller toplanmışken, sanıkların kaçma şüphesinin kırıntısı bile yokken, dava başladıktan sonra bütün duruşmalara kendi ayağı ile giden 163 subay mahkeme salonunda tutuklandı.
Bu olayı nasıl yorumlamak gerekiyor?
NEMRUT MUSTAFA PAŞA DİVANI
Her şeyden önce gerçekleşen olay, Türk silahlı kuvvetlerine karşı yapılmış olan büyük bir saldırıdır.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İstanbul’da işgalci İngilizlerin emriyle kurulan Nemrut Mustafa Paşa Divanı’nın tasfiye ettiği, tutukladığı subay sayısı, Silivri yargılamaları ile tasfiye edilen subay sayısından daha fazla değildir.
Sadece Balyoz davasında yargılanan subay sayısı 190’dan fazladır. Diğer davalarda yargılanan subayları da bu rakama eklediğiniz zaman rakam 300’ü geçer.
Kurtuluş Savaşında cephede ölen 300 subay yoktur.
Tarihte, bir Ordu’nun otuzdan fazla Generalinin esir edildiği bir savaş yaşanmamıştır.
ORDU’YA OPERASYONLAR
Atatürk’ün ordusu tarihinin en büyük üçüncü tasfiye operasyonu ile karşı karşıyadır.
Daha önceki iki tasfiye operasyonu, 12 Mart ve 12 Eylül Amerikancı askeri müdahaleleri sırasında gerçekleşti.
12 Mart askeri darbe döneminde yüzlerce, 12 Eylül döneminde ise binlerce subay tasfiye edildi.
Ama AKP iktidarı, yürüttüğü yalan ve iftira kampanyası ve hedefleri açısından, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri ile kıyaslanmayacak kadar ölçüsüzdür, kanunsuzdur ve halk düşmanıdır.
AMERİKA VE FETHULLAHÇI GLADYO
Son tutuklamalar şu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.
AKP iktidarı ve Fethullahçı Gladyo sonuna kadar gitmek zorundadırlar. Aslında bu ifadeyi, “ABD sonuna kadar gitmek zorundadır” diye yazmak en doğrusudur.
Amerika Türkiye’deki bütün yurtsever kesimleri tasfiye ederek, Türk Ordusu’nu tamamen kontrol altına almak ve böylece Ortadoğu’da kaybetmekte olduğu mevzilerin yarattığı olumsuzluğu bertaraf etmek peşindedir. AKP iktidarı ile bir avantaj yakalamıştır ve sonuna kadar gitmek istemektedir.
Büyük Ortadoğu Projesi karaya oturmuştur. Ancak Türkiye ölçeğindeki bir ülkede istediklerine ulaşabilirse (etnik temelde yeniden yapılandırılmış hatta parçalanmış, Fethullahçı Ilımlı İslam diktasına teslim edilmiş bir Türkiye) Batı Asya ve Orta Asya’ya ilişkin planlarını yeniden yürürlüğe koyabilir.
Onun için Amerika’nın ve onun uzantısı durumundaki Fethullahçı Gladyo’nun gözü karadır. Her türlü kanunsuzluğu ve pervasızlığı yapmaktadırlar.
İKTİDAR AÇISINDAN
Öte yandan AKP iktidarı, Ergenekon soruşturması ile birlikte suça o kadar battı ki, onlar açısından bu kanunsuzluğu sonuna kadar götürüp, nihayetinde “kanunsuzluğu yeni kanun haline getirmek” dışında bir kurtuluş yolu kalmamıştır.
Sahte kanıt üretmişlerdir.
Yalancı tanık kullanmışlardır.
Bağımsız yargıyı yok etmişlerdir.
Yandaş basın aracılığı ile sürmekte olan davalara müdahale etmişlerdir. Yargısız infaz yapmışlardır.
Masum insanları, yurtsever aydınları yıllardır hiçbir suç kanıtı olmaksızın hapiste tutmuşlardır.
Bütün bunlar ağır cezalık suçlardır. İktidar açısından cezadan kurtulmanın bir tek yolu kalmıştır: Ancak bütün muhalifler yok edilirse kendileri kurtulacaktır.
163 komutanın tutuklanmasının arkasındaki gerçek budur.