· Önümüzdeki seçim, Atlantik tehdidi ile Türkiye arasındaki seçimdir.
· Önümüzdeki seçim, Üretim Devrimi ile borç batağı arasındadır.
· Türkiye ile NATO arasında iktidar mücadelesinin seçimi yapılıyor.
· Ya Türkiye ya NATO: seçenekler bunlardır.
· Türkiye’nin tek seçeneği: NATO zincirini kırmak ve Üretim Devrimini başarmak.
· Vatan Partisi, bu tarihsel süreçte tek seçenektir.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, İstanbul İl Merkezi’nde basın toplantısı yaptı. Perinçek, AK Parti Hükümetinin ABD’yi Suriye’nin kuzeyinde işbirliğine davet etmesinin getirdiği ciddî tehlikelere işaret etti ve genel seçime giden ortamda, Vatan Partisi’nin “NATO’dan çıkalım” kampanyasında yeni bir atak başlattığını açıkladı.
Perinçek, özetle şunları belirtti:
TEHDİDE KARŞI DOĞRU MEVZİLENME GEREĞİ
Açıkça belirtelim: AK Parti yönetiminin “Denge politikası” dediği strateji, Türkiye için çok ağır bedelleri olan bir aşamaya girmiştir.
Bir kez “Denge” diye bir strateji olamaz. Strateji, belli tarihsel koşullarda, baş tehdidin, baş tehdide karşı öz gücün ve müttefik güçlerin saptanmasıdır. Tehdidin etkisiz hale getirilmesi için doğru mevzilenmenin belirlenmesi öncelikli koşuldur.
DOĞADA DENGE YOK HAREKET VAR
Öncelikle belirtelim, “Denge politikası” adına yapılan iş, Türkiye’yi hedef alan tehdidin saptanmasından kaçınmaktır. Tehdidi saptamayanlar, marifet işlemiyorlar; gerçeği saptamaktan kaçınıyorlar, hatta üzülerek belirtiyoruz korkuyorlar. Düşman ile dostlar arasında dans etmek, siyaset değil, fakat çaresizliktir ve bilgisizliktir.
Tehdidi saptamayanlar, düşmanı ve dostu belirleyemezler, başka deyişle strateji kuramazlar. Dolayısıyla siyaset, başka deyişle taktik de üretemezler. Çünkü siyaset, stratejik hedefe ulaşmak için saptanan yol ve yöntemlerdir.
Doğada, toplumda ve siyasette denge yoktur, hareket vardır. Denge peşinde koştuklarını sananlar, kendilerini hareketsizliğe bağlarlar ve “denge” dedikleri pasifliğe teslim olurlar. Dans ettikleri partner, acizlik, çözümsüzlük ve teslimiyettir.
DİKKAT: STRATEJİK YANLIŞ
TAKTİK MANEVRALARLA DÜZELTİLEMEZ
Askerliğin ve siyasetin temel bir ilkesi vardır: Yığınakta yapılan hata düzeltilemez. AK Parti yönetimi, denge adına ABD emperyalizmi ile insanlık arasındaki cepheleşmede tarafsız kalarak tehdide karşı mevzilenmekten kaçınıyor. Buna askerlikte ve siyasette “yığınakta hata” adı verilir. Yığınakta hata, stratejide yapılan hatadır ve taktik plandaki uygulamalarla düzeltilemez.
AK Parti Hükümetini dostça duygularla ve Türkiye adına ciddî kaygılarla uyarıyoruz: Stratejik hatanın getirdiği sorunlar, taktik oyunlarla aşılamaz. Bu nedenle çıkışta son sapağa yaklaşmış bulunuyoruz.
YIĞINAKTA HATA:
SURİYE’DE ABD İLE İŞBİRLİĞİNE ODAKLANMAK
Yığınakta hatanın adını koyalım: AK Parti Hükümeti, Suriye’de çözüm için ABD ile işbirliğine odaklanmaktadır. Dışişleri Bakanının ağzından dün yapılan açıklama aynen böyle.
Oysa daha 23 gün önce, 28 Aralık 2022 günü, Türkiye, Rusya ve Suriye Savunma Bakanları, Moskova’da toplanarak, Suriye’de terör örgütlerine birlikte son vereceklerini ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü birlikte sağlayacaklarını ilan etmişlerdi.
Türkiye, Suriye ve Rusya’nın Suriye’de birlikte hareket etmesi, doğru stratejiydi. ABD tehdidi, üç ülke adına doğru saptanmıştı. Çözüm de doğru saptanmıştı: Üç ülke hedefe ulaşmak için askerî işbirliği yapacaktı.
Son günlerdeki gelişmelere bakıyoruz: Türkiye yönetimi, Rusya Dışişleri Bakanı’nın 14 Ocak 2023 günü Moskova’ya yaptığı daveti reddediyor ve ABD’ye koşuyor.
Türkiye yönetimi, üç ülke dışişleri bakanlarının Moskova’da buluşmasını Şubat ayına sallıyor. Sallıyor diyoruz, çünkü burada bir erteleme söz konusu değildir. Üçlü Çözüm meçhule sallanıyor, hatta aslında reddediliyor ve arkasından ABD Dışişleri Bakanı ile yapılan görüşmeden sonra, ABD ile çözüm stratejisi yeğleniyor.
Bölgenin terörden temizlenmesini ve mültecilerin ülkelerine dönmelerini sağlayacak doğru stratejiden 20 gün içinde tamamen karşıt stratejiye geçişe AK Parti kamuoyunda “denge siyaseti” adı veriliyor. Burada denge adı altında yapılan marifet, yığınakta hatadır.
BİRİCİK ÇÖZÜM: SURİYE VE RUSYA İLE İŞBİRLİĞİ
Burada özellikle vurgulamak gerekir: Suriye’de ABD ile birlikte çözüm hayâline kapılmak, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun omuzlarına yüklenecek bir yöneliş değildir. Dışişleri Bakanı, başında Sayın Cumhurbaşkanımızın bulunduğu kabinenin stratejisini açıklamaktadır. Bu stratejinin siyasetleri de belirlenmiştir. ABD, Suriye’ye sözümona anayasa yapacak siyasal sürece davet ediliyor. ABD’den Suriye Özel Temsilcisi ataması talep ediliyor. Suriye muhalefeti ile “rejimi” uzlaştırma siyaseti yeniden pişirilip sofraya getiriliyor. Dahası ABD’den Türkiye’nin 30 km derinliğindeki Güvenlik Koridorunu desteklemesi isteniyor. ABD’nin Ege’de silah dengesini Yunanistan yararına bozan siyasetlerden ve PKK’ya silah desteğinden vazgeç ;mesi, Türkiye’ye F-16 uçaklarını vermesi de, AK Parti yönetiminin beklentileri arasında.
Türkiye’nin Rusya ve Suriye ile birlikte Üçlü Çözüm fırsatını tepmesi ve denge adı altında düşmanla dans etmesi, çok ağır sonuçlar doğurur.
SAFLIĞIN VE HAYÂLPERESTLİĞİN ADINA
TAKTİK DENMEZ
AK Parti yönetimi, ABD’yi açıkça Türkiye’yi ve Suriye’yi bölme stratejisine davet etmektedir. Bu davete taktik denemez. Saflığın ve hayalperestliğin adı, taktik değildir.
ABD Hükümetinin bir stratejisi var. Bu strateji, taktik oyunlarla ve denge adı verilen manevralarla değiştirilemez. Çünkü ABD’nin Karadeniz, Doğu Akdeniz, Batı Asya ve Asya siyasetleri, genel ABD stratejisinin ufku içinde saptanmıştır. ABD, Yunanistan kıyılarına yığdığı büyük askeri güçle ve Doğu Akdeniz’den Türkiye’ye yönelttiği namlularla Türkiye düşmanı stratejisinin gereğini yapmaktadır. PKK ve PYD’ye yapılan silahlı destek de o stratejinin içindedir ve ricayla, ödünle ya da yakarmayla değişmez. Nitekim ABD, Türkiye’nin kendisini savunmasına yönelik her uygulamanın karşısındadır ve Suriye’nin meşru yönetimi olan Beşar Esat Hükümeti ile normalleşmeyi de kabul etmiyor. Bu durumda AK Parti yönetimi, denge siyaseti ad? ? altında kendisini aldatmakta ve kendisiyle birlikte Türk milletini de aldatmaktadır.
ABD ve NATO, Natocuların sandığı gibi, safiyane taktiklerle Türkiye’nin müttefiki konumuna çekilemez.
MİLLÎ STRATEJİ VE ÜÇLÜ ÇÖZÜM
Türkiye, bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze, ekonomik gelişmemize ve Akdeniz’deki hayatî çıkarlarımıza yönelik ABD+İsrail tehdidini gerçekçi olarak saptamak ve stratejisini de buna göre gerçekçi olarak saptamak durumundadır.
Türkiye’nin önünde korkarak, çekinerek, ödün vererek hayata geçirilecek çözümler yok.
Varolan koşullarda Türkiye’nin sorunları, gerçeklere dayanarak cesaretle çözülür ve Türk devletinin ve milletinin cesaretini seferber edebilecek çözüm de vardır. O çözümün başında, bugüne kadar her kritik durumda kanıtlandığı üzere Vatan Partisi bulunuyor. Atlantik güçlerinin ağız birliği halinde Vatan Partisi’ni hedef almalarının sebebi de budur.
AK PARTİ YÖNETİMİ ALTILI MASA’NIN
HANGİ SANDALYESİNDE OTURUYOR
Bugün NATO, Türkiyemiz için bir güvence, bir müttefik, bir korunak değil, ABD tehdidinin esas aletidir.
Bugün Türkiye hapishanelerinde NATO generalleri yatıyor. İşte NATO hakikati budur.
O Natocu-Fetöcü generalleri kurtarma gayretindeki Altılı Masa liderleri de, ABD’nin iç cephedeki bozguncu güçleridir. Peki AK Parti Hükümeti, ABD oltasına takılarak Altılı Masa’nın hangi sandalyesinde oturuyor?
ABD Dışişleri Bakanlığının denetimindeki Foreign Policy, daha yirmi gün önce, Tayyip Erdoğan’ı devirme hedeflerini yeniden ilan etti ve önümüzdeki seçimlerde “kan banyosu” yaşanacağını yazdı.
Altılı Masa aktörleri, bu senaryonun oyuncuları olarak harekete geçtiler:
Kılıçdaroğlu, TSK Komutanlarına “haddinizi bilin” hakaretiyle psikolojik harekât meydanına sürüldü.
Babacan, Türk kavramını Anayasadan çıkartma rezilliğini yeniden piyasaya sürdü.
Meral Akşener, Gladyo kraliçesi görevinde final perdesini açtı.
Davutoğlu, “ABD’nin Ankara’daki adamı” olarak heyecanını tazelemiş bulunuyor.
Saadet Partisi, ABD işbirlikçisi ve İran düşmanı cephede salyangoz satıyor.
Peki AK Parti yönetimi ABD’nin bu “kan banyosu” senaryosunun neresinde?
Stratejik soru budur ve yaşanan süreç bu soruya yanıt vermekten korkan ya da yanlış yanıtlar veren tutumu affetmez.
GÜVENLİĞİMİZİ VE ÜRETİM DEVRİMİNİ
NATO’DAN MEDET UMARAK DEĞİL,
NATO ZİNCİRİNİ KIRARAK SAĞLAYABİLİRİZ
NATO’dan ayrılmak, ABD tehditlerine ve tertiplerine karşı en etkin uygulamadır. NATO’dan kurtulan Türkiye, iç cephesini birleştirir ve sağlamlaştırır, Ekonomide Kurtuluş Savaşını zafere ulaştırır.
NATO’dan ayrılmak, aynı zamanda Asya’ya yönelişi güçlendirir ve dış cepheyi pekiştirir.
NATO üyeliğine son vermek, millî güvenliğimizin gereği olması yanında, ABD tehdidiyle karşı karşıya olan ülkelere güven verecek ve Türkiye’nin ittifak birikimini harekete geçirecektir.
Türkiye’nin NATO’ya karşı bağımsızlığını ve güvenliğini savunmaya yönelik uygulamaları, NATO içindeki çözülme sürecini hızlandıracak ve Dünya Barışına katkıda bulunacaktır.
NATO İLE TÜRKİYE ARASINDAKİ İKTİDAR MÜCADELESİ
Önümüzdeki seçim, Atlantik tehdidi ile Türkiye arasındaki seçimdir.
Önümüzdeki seçim, bağımsız Türkiye’nin Üretim Devrimi atağı ile borç batağında boğulmak arasındaki seçimdir.
Önümüzdeki seçim, Türkiye ile NATO arasındaki iktidar mücadelesine sahne olacaktır.
Ya Türkiye, ya NATO: Seçenekler bunlardır.
Türkiye’nin tek seçeneği var: NATO zincirini kırmak ve Üretim Devrimini başarmak.
Vatan Partisi, bu tarihsel süreçte tek seçenektir.
Herkes ve her parti, bu süreçte Vatan Partisi ile birlikte Türkiye cephesinde saf tutarak, Türkiye’nin ufkunun aydınlanmasına hizmet eder.
NATO’DAN ÇIKALIM KAMPANYASINDA YENİ ATAK
Vatan Partisi, bütün örgütleriyle NATO’dan Çıkalım Kampanyasında yeni bir atak başlatıyor.
Türkiye’nin bütün halk önderlerini NATO’ya karşı öncü görevlere çağırıyoruz.
Bütün vatandaşlarımızı NATO tehdidine karşı vatan görevine çağırıyoruz.
NATO’dan çıkalım, Gladyo’dan kurtulalım, güvenliğimizi sağlama alalım.
NATO’dan çıkalım, Ekonomik Kurtuluş Savaşımızı zafere ulaştıralım.
NATO’dan çıkalım, Asya uygarlığının öncü konumlarına yerleşelim.”
Vatan Partisi Merkez Karar Kurulu
Türkiye’nin Güvenliği ve NATO Üzerine Karar ve Gerekçesi
-5 Şubat 2022 -
Vatan Partisi Merkez Karar Kurulu, üç ay süren inceleme ve çalışmalardan sonra 29 Ocak 2022 ve 5 Şubat 2022 günü yaptığı toplantılarda, “Türkiye’nin Güvenliği ve NATO Üzerine Karar ve Gerekçesi”ni görüşerek oybirliğiyle karara bağladı. Karar ve Gerekçesi’ni, Türk milletine ve dünya kamuoyuna duyurdu.
KARAR
1. Vatan Partisi’nin konumu ve güvenlik kavramı
Vatan Partisi, Atlantik Sisteminin partisi değildir. Sistemin iktidarını paylaşmıyor, sistemin içindeki muhalefet de değildir.
Vatan Partisi’nin amacı, Üretim Devrimini başarıya ulaştırmak, başta PKK ve FETÖ olmak üzere terör örgütlerini temizlemek, bağımsız ve halkçı Türkiye’yi kurmaktır; başka deyişle Türkiye’nin Millî Demokratik Devrimini tamamlamaktır.
Vatan Partisi’nin güvenlik kavramı, Üretim Devriminin ve Vatan Savaşının güvenliğidir.
NATO’ya bakışımızı da bu güvenlik anlayışı belirler: Atlantik Sistemine bağlılığın güvenliğini değil, Bağımsız ve Üreten Türkiye mücadelesinin güvenliğini savunuyoruz.
2. Türkiye’nin güvenliği için bütünsel cephe
Vatan Partisi, güvenlikte doğru cephenin merkezinde yer alan öncü partidir. Öncelikle Türkiye’ye yönelen tehdidi gerçeklere dayanarak saptıyor ve halkımızın dikkatine sunuyoruz.
Türkiye Ege’de, Akdeniz’de, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde, Kafkaslar ve Karadeniz’de, bütün cephelerde ABD-İsrail eksenli tehditlerle karşı karşıyadır. İsrail Hükümeti ve MOSSAD Başkanı, ülkeleri için birinci tehlikenin Türkiye olduğunu açıkladı ve Güvenlik Belgelerine yazdılar.[1]ABD’nin güvenlik yetkilileri de Batı Asya’da birinci tehdidin Türkiye olduğunu resmen belirtiyorlar. Bu olgular, Türkiye’nin güvenlik stratejisi için belirleyicidir.
Bölgemizde Karadeniz’den Akdeniz’e, dahası Hürmüz Boğazı’na kadar tek bir cephe oluşmuştur. Bu cephenin farklı alanlarında farklı stratejiler oluşturmanın bedeli ağır olur.
Bütünsel bir strateji kurmak, güvenliğimizi sağlamanın en temel görevidir.
Bütünsel cephede ABD-İsrail eksenli tehditle karşı karşıya bulunan bütün ülkeler, Türkiye’nin ittifak birikimini oluşturuyor.
Dünya ölçeğindeki saflaşmada da ABD eksenli tehditle mücadele eden ülkeler, yine Türkiye ile aynı güvenlik cephesinde yer alıyorlar.
Bütün dünya, bugün ABD’nin öncelikle Çin, Rusya, İran ve Türkiye’yi hedef aldığını saptıyor.
3. Türkiye’ye yönelik tehdidin odağı Ege ve Doğu Akdeniz
Türkiye’yi hedef alan tehdidin odağı, Doğu Akdeniz’dir. Ege, Doğu Akdeniz’in içindedir. Bu saptamamızın kanıtları şöyle özetlenebilir:
- ABD, Yunanistan kıyılarında, Dedeağaç, Kavala, Selanik, Larisa, Stefanovikio ve Girit’teüsler kuruyor ve silahlı yığınak yapıyor.
- Yunanistan yönetimi, kara sularını 12 mile çıkaracağı yönünde açıklamalarda bulunuyor.
- ABD, AB ve Yunanistan, Türkiye’nin Mavi Vatanındaki doğal kaynaklarını ele geçirmeye yönelik girişimlerini yoğunlaştırıyorlar.
Bütün bu olgular, Akdeniz sularının ısındığına işaret etmektedir. ABD’nin Türkiye Cumhurbaşkanını devirme planını uygulamada Doğu Akdeniz merkezli girişimlere kalkışma olasılığı dikkate alınmalıdır. Çünkü Ege ve Doğu Akdeniz cephesinde güçler dengesi, ABD’ye cüret kazandırmaktadır.
Türkiye’ye yönelik ikincil tehdit odağı, Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki ABD askerî varlığı ve denetimindeki PKK/PYD/YPG ile DEAŞ gibi terör örgütleridir.
4. Güvenliğin temel gücü
Güvenliğimizin temel gücü, başta Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Polisi olmak üzere, Türk devleti ve milletinin güç birikimidir.
Devletimizin ve Milletimizin güvenlik bilincini ve moral yeteneklerini geliştirmek esas görevdir. Bu nedenle devlet ve millet güçlerinin ABD, NATO ve İsrail tehdidine karşı gerçekçi ittifak birikimimiz konusunda doğru bilgilendirilmesi tarihî sorumluluktur.
5. İttifak birikimimiz
Türkiye’ye yönelik tehditlere karşı ittifak birikimimiz, ABD-İsrail tehdidi altındaki devletlerdir.
Başta Rusya olmak üzere İran, Irak, Suriye, Libya, Azerbaycan, Kazakistan, Abhazya ve KKTC gibi bölge ülkeleri yakın coğrafyamızdaki öncelikli ittifak birikimimizi oluşturuyor.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın Orta Asya’daki üyeleri olan Özbekistan, Kırgızistan ve gözlemci statüsündeki Türkmenistan ve Macaristan, Türkiye’nin güvenlik stratejisinde ikinci bir halkayı oluşturuyorlar.
Başta Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere Pakistan, Bangladeş, Afganistan, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Vietnam gibi Asya ülkeleri ile Belarus ve ABD denetimine tavır alan Avrupa ülkeleri; başta Venezuela, Meksika ve Küba olmak üzere Orta ve Güney Amerika ülkeleri; Mısır, Cezayir, Mali gibi Afrika ülkeleri Türkiye’nin dünya çapındaki ittifak birikimi içindedirler.
Türkiye, ittifak birikimini hayata geçirmek için, süreçlere etkin olarak müdahalede bulunmalı, ilgili ülkeleri ortak çıkarlar temelinde kazanmaya yönelik siyasetler geliştirmelidir.
6. Askerî Liseler ve Hastaneler açılmalı, Harp Okulları Kuvvet komutanlıklarına bağlanmalı
2016 sonrasında kapatılan Askerî Liseler tekrar açılarak Türk Ordusu’na ve Türk Donanması’na küçük yaştan itibaren savaşa hazırlanmış, daha nitelikli askerle görev yapma olanağı sağlanmalı; Türk subayını yetiştiren 249 yıllık Harp Okulu Geleneği yeniden Kuvvet Komutanlıklarına bağlanarak canlandırılmalıdır.
Savaşa yönelik daha özel hazırlıklar gerektiren sağlık görevi için özel uzmanlar yetiştiren Askerî Hastaneler ve GATA yeniden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetim ve hizmetine girmelidir.
7. Bedelli askerliğe son
Türk Ordusunun geleneğine, temel vatandaşlık görevine ve eşitliğe aykırı olan Bedelli Askerlik uygulamasına, yurt dışında çalışan vatandaşlarımız bağışık tutularak son verilmelidir.
8. Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatımız ve MİT
ABD ve NATO ideolojisiyle değil
Cumhuriyetimizin millî ideolojisiyle eğitilmeli
Arkada kalan Atlantik Sistemi döneminde, Türk Ordusu, Emniyet Teşkilatımız ve MİT; ABD ve NATO ideolojisiyle millî geleneklerimizden ve millî amaçlarımızdan uzaklaştırılmak istendi. Sonuçlarını görüyoruz: FETÖ Darbe girişiminden sonra 125.618 kamu görevlisi Devlet Örgütünden ihraç edildi. Ancak bir de ideolojik bozulmanın etki ve kalıntıları var.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün silahlı güçleri ve istihbarat örgütü, Cumhuriyetimizin Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci öğretisiyle eğitilmeli ve kurumlaştırılmalıdır.
9. Millî savunma sanayimiz geliştirilmeli
Türkiye, savunma ve güvenliğini millîleştirmek, millî kaynaklarla güçlendirmek ve özgüveni sağlamlaştırmak yolunda yürüttüğü çabaları kararlılıkla sürdürmeli ve millî savunma sanayimizi çağdaş ölçülerde geliştirmelidir. Savunma sanayimize araştırma ve geliştirme için yeterli kaynak ayrılmalıdır. Rusya, Çin, İran, Azerbaycan, Kazakistan, KKTC ve Pakistan gibi ittifak birikimimiz içinde olan ülkelerle işbirliği yapılmalıdır.
10. Millî İnternet Ağı ve uydu sistemi geliştirilmeli
Atlantik emperyalistlerinin internet tekeline son vermek ve milli devletimizin güvenliği için, millî uydu sistemimizi geliştirmeli ve bu amaçla Asya Merkezli İnternet Ağının inşasına katılmalıyız. Bu yönde Çin ve Rusya devletlerinin girişiminde yer almalıyız.
11. BM İkiz Sözleşmelerini onaylayan yasa kaldırılmalı ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki imzamız çekilmeli
TBMM’nin 4 Haziran 2003 tarihinde kabul ettiği, “İkiz Yasalar” diye anılan “BM Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile “BM Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi”ni onaylayan 4867 ve 4868 sayılı kanunlar kaldırılmalıdır. Çünkü İkiz Yasalar, etnik, mezhepsel, ekonomik ve bölgesel bölünmelere ve özerkliğe zemin oluşturuyor, devlet ve millet bütünlüğünü tehdit ediyor, devlet egemenliğimize aykırılık taşıyor, yabancı devletlere müdahale hakkı tanıyor ve Devrim Kanunlarını hedef alıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki 21 Kasım 1988 günlü imzası geri çekilmelidir.
12. Bağımsızlığımıza ve güvenliğimize aykırı düzenlemeler kaldırılmalı
NATO ve AB sürecinde millî egemenliğimize aykırı düzenlemeler yapılmış, “sivil toplum örgütleri”nin emperyalist kurumların denetimi altında faaliyette bulunmalarına ve bunlardan maddî destek almalarına olanak sağlanmıştır. Dahası yıkıcılık ve casusluk faaliyetlerine zemin tanınmıştır.
2004 yılında Anayasa’nın 90. Maddesinde yapılan değişiklikle uluslararası antlaşmaları anayasa hükmü düzeyine çıkaran hüküm kaldırılmalıdır. AİHM kararlarını Türk yargısının üzerinde sayan bütün düzenleme ve uygulamalar kaldırılmalıdır.
Bağımsızlığımıza ve güvenliğimize aykırı olan düzenlemeler kaldırılmalı ve uygulamalara son verilmelidir. Bu amaçla yapılacak kanunda, dernekler, sendikalar, oda ve meslek kuruluşları, basın ve medya kuruluşları ile kişi grup ve platformların yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyruğu olmayan gerçek ve tüzel kişilerden Türkiye’nin içişlerine müdahaleye yönelik, bağımsızlığımıza ve güvenliğimize zarar veren maddî yardım alamayacakları hükme bağlanmalıdır. Kanuna aykırı eylemde bulunanların cezalandırılması, maddî yardım alan kuruluşun kapatılması ve alınan maddî yardıma elkonulması öngörülmelidir.
13. HDP kapatılmalı, Kandil’e beyaz bayrak çektirilmeli
ABD’nin ve NATO’nun iç cephedeki kuvvetlerine karşı Ordumuzun, Polisimizin ve Köy Korucularımızın yürüttüğü başarılı mücadele kesin sonuca ulaştırılmalı, Kandil’e beyaz bayrak çektirilmelidir. Bu bağlamda Terör Örgütünün yasal olanakları kullanmasına kesinlikle izin verilmemeli ve HDP kapatılmalı, yerine herhangi bir parti ya da örgüt kurulmasına kesinlikle fırsat tanınmamalıdır. Terör Örgütü Mecliste olamaz. Belediyeler, çocuklarımızı kaçırıp terör örgütüne teslim edenlere, mayın döşeyenlere, haraç toplayanlara bırakılamaz.
14. İncirlik ve Kürecik üsleri bütünüyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimine alınmalı
ABD ve NATO tarafından kullanılan İncirlik ve Kürecik üsleri, hem Türkiyemiz için hem de komşularımız için tehdit oluşturuyor. Bu üsler bütünüyle Türk Ordusunun denetimine alınmalıdır. ABD askeri ve personeli en kısa zamanda üsleri terk etmelidir.
Şirinyer İzmir Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Çiğli İzmir ABD Hava İstasyonu, Konya NATO Awacs İleri Harekât Üssü, Ankara ABD Savunma İşbirliği Ofisi, Ankara Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi, NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Mersin Limanının ABD kullanımına açılan birimleri; ABD ve NATO kullanımına kapatılmalı ve bütünüyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimine alınmalıdır.
15. Doğu Akdeniz ve Ege’de Mavi Vatanın güvenliği
Ege’de Yunanistan’ın karasularını 6 milin üzerine çıkarma girişimlerinin TBMM’nin 8 Ağustos 1995 tarihinde aldığı savaş nedeni (casus belli) sayılacağı konusunda kararın her durumda uygulanması için gerekli hazırlık yapılmalıdır.
Ege’de Türkiye toprağı olan 153 ada ve adacık grubu üzerindeki yabancı işgaline son verilmeli ve egemenliğimiz fiilen hayata geçirilmelidir.
Mavi Vatanda güvenliğimizi sağlamak, denizlerimizdeki canlı ve cansız doğal kaynakları değerlendirmek için Münhasır Ekonomik Bölge derhal ilan edilmelidir.
Mavi Vatanın savunulmasında ve kaynakların değerlendirilmesinde eşgüdümü sağlamak amacıyla Denizcilik Bakanlığı kurulmalıdır.
Denizcilik alanında 40’ın üzerinde yasa, 20’nin üzerinde tüzük ve 100’den fazla yönetmelik birleştirilmeli ve düzenlemeler geliştirilip sadeleştirilmelidir.
16. KKTC’nin tanınması için doğru strateji ve eylem planı
Vatan bütünlüğümüzü ve Doğu Akdeniz’i savunmada ön mevzi, Kıbrıs’tır. KKTC’nin tanınması için, Türkiye gibi NATO tehdidiyle karşı karşıya olan Karadeniz, Akdeniz ve Umman Denizi ülkelerinden başlayan strateji ve eylem planı hayata geçirilmelidir[2]. Doğu Akdeniz’deki silahlı varlığımız güçlendirilmeli ve Kıbrıs’ta deniz üssü kurulmalıdır.
Vatan Partisi, KKTC’nin tanınması için, Abhazya ile Ortak Bildiri imzalamıştır. Aynı amaçla Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, İran, Suriye, Pakistan, Bangladeş, Cezayir, Mali ve Güney Amerika ülkeleriyle ortak güvenlik ve ekonomik çıkarlar temelinde yaptığı görüşmeleri sonuca ulaştırma kararındadır.
17. Suriye ile her alanda acil işbirliği
Türkiye, ABD güdümlü PKK/PYD/YPG gibi bölücü ve DEAŞ türünden yobaz terör örgütlerini temizlemek için, Suriye Devleti ile siyasî, askerî, ekonomik, kültürel alanda derhal işbirliğine başlanmalı ve Suriye’nin toprak bütünlüğü sağlanmalıdır. Bu bağlamda Suriye sınırında 40 km genişliğinde ve 700 km uzunluğunda Güvenlik Şeridi oluşturma siyaseti terk edilmeli, Suriye ile birlikte terör örgütlerini bitirme siyaseti uygulanmalıdır.
Kıyıdaş Suriye ile Doğu Akdeniz’de Yetki Alanları Anlaşması bir an önce imzalanmalıdır.
18. ABD’den ve komşularımızdan Türkiye’yi kuşatan üslerin boşaltılması talep edilmeli
ABD’den ve komşularımızdan Türkiye’yi kuşatan Yunanistan, Güney Kıbrıs, Suriye, Irak, İran-Arap Körfezi, Gürcistan ve Ukrayna’daki üslerin boşaltılması talep edilmelidir.
19. Türkiye NATO’dan çıkmalı
Türkiye’nin NATO’dan çıkması, Vatan Partisi’nin stratejik hedefidir.
NATO’dan ayrılmak, ABD tertiplerine karşı en etkin uygulamadır. NATO’dan kurtulan Türkiye, iç cephesini birleştirir ve sağlamlaştırır, Ekonomide Kurtuluş Savaşını zafere ulaştırır.
NATO’dan ayrılmak, aynı zamanda Asya’ya yönelişi güçlendirir ve dış cepheyi pekiştirir.
NATO üyeliğine son vermek, millî güvenliğimizin gereği olması yanında, ABD tehdidiyle karşı karşıya olan ülkelere güven verecek ve Türkiye’nin ittifak birikimini harekete geçirecektir.
Türkiye’nin NATO’ya karşı bağımsızlığını ve güvenliğini savunmaya yönelik uygulamaları, NATO içindeki çözülme sürecini hızlandıracak ve Dünya Barışına katkıda bulunacaktır.
20. Türkiye Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınmasını veto edeceğini ilan etmeli
ABD’nin NATO’yu doğuya doğru genişletmesi, Türkiye için de ciddî tehdittir ve ayrıca ittifak birikimimizle ilişkilerimizi zedeleyecektir.
NATO’dan çıkmak esas çözüm olmakla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınmasını veto edeceğini bugünden ilan etmelidir. Böylece yalnız Karadeniz’de değil, Doğu Akdeniz’de de ittifak birikimimizi hayata geçirir ve savunmamızı güçlendiririz.
21. Başarı kazanmış güvenlik modelleri
Yakın tarihte Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili üç başarı var. Bu başarılar sayesinde Batı Asya’da ve Asya ölçeğinde iki model oluştu.
Birinci başarı, 2017 yılı Eylül ayında ABD ve İsrail’in Irak’ın kuzeyinde ilan etmeye kalktıkları “Bağımsız Kürdistan” planının bozulmasıdır. Türkiye, o süreçte Vatan Partisi’nin de etkin çabalarıyla İran, Irak, Suriye ve Rusya ile birlikte hareket etti ve “Bağımsız Kürdistan” adı altında İkinci İsrail girişimini önledi.
İkinci başarı, Karabağ’ın silahlı mücadeleyle kurtarılmasında Türkiye, Azerbaycan ve Rusya arasındaki işbirliğidir.
Üçüncü başarı, ABD’nin Ocak 2022’de Kazakistan’da tezgâhladığı darbenin Kazakistan, Rusya, Çin ve Türk devletlerinin işbirliğiyle bastırılmasıdır.
İlk iki başarı, Türkiye-Rusya eksenli bölge birlikteliğinin ABD-İsrail tehditlerini bertaraf etme yeteneğini kanıtlamıştır. İran, Rusya ve Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunma amacıyla yürüttükleri Astana Süreci ve Soçi Mutabakatı da bu başarıya katkıda bulunmuştur.
Kazakistan başarısı ise, Türk devletleri-Rusya-Çin eksenli Asya ölçeğindeki birlikteliğin ürünüdür.
Başarısı kanıtlanmış olan her iki modelin geliştirilmesinde ısrar edilmelidir.
22. Batı Asya Güvenlik Örgütü (BAGÖ)
Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü, Üretim Devriminin başarıya ulaşması, ülkemizin ve bölgemizin güvenliği için en gerçekçi çözüm Batı Asya Güvenlik Örgütü’nün (BAGÖ) kurulmasıdır.
Vatan Partisi, bu amaçla Rusya, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Kazakistan, Abhazya, KKTC ve diğer ilgili ülkeler katındaki girişimlerini sürdürecektir.
23. Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne tam üye olarak katılmalı
Türkiye, dünyada ve bölgemizde güvenlik ve barış için, başta Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Orta Asya Cumhuriyetleri, Hindistan, Pakistan olmak üzere Avrasya ülkeleriyle işbirliği ve dayanışmasını güçlendirmeli, Şanghay İşbirliği Örgütü içindeki bağımsız yerini almalıdır. Böylece ülkemizin ABD ve AB ile ilişkilerini normalleştireceği ve karşılıklı yarar esasına oturtacağı koşullar da yaratılmış olacaktır.
GEREKÇE
1. NATO’nun kuruluşu ve işlevi
NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarda kuruldu.
ABD, Bretton Woods Konferansı sonrasında Dolar Saltanatını kurmuştu. O dönemde ABD, dünya ekonomisinin yarısını üretiyordu.
ABD, Japonya’ya atom bombası atarak bütün dünyayı tehdit altına almış ve özellikle yeni rakibi olan Sovyetler Birliği’ne gözdağı vermişti. Ancak Stalin yönetimindeki SSCB de atom bombası yaptı ve ABD’nin tehdidini dengeledi.
ABD, Batı Avrupa ülkelerini de denetim altına almış, hatta Almanya’nın bir kesimini işgal etmişti.
NATO, ABD’nin ekonomik ve askerî üstünlüğünün dorukta olduğu 1949 yılında kuruldu.
NATO’nun açılımı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’dür. Ancak NATO gerçeğine bakınca, ABD ile diğer üyeler arasında karşılıklı antlaşmadan çok, ABD diktası altında toplanma görülür. NATO, Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün daha 1960’lı yıllarda vurguladığı üzere, ABD’nin “müttefikleri” üzerindeki denetim örgütüdür. Bu denetimi ABD, özellikle Gladyo aracılığıyla sağlamaktadır.
NATO ileri sürülen gerekçeye göre, Kuzey Atlantik ülkelerini Sovyetler Birliği tehdidine karşı savunmak için kurulmuştu. Ancak iki blok arasında bir savaş olmadı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra aslında NATO’nun kuruluş gerekçesi de ortadan kalkmış oldu. Ne var ki NATO, ABD zorlamasıyla devam etti. Çünkü NATO’nun dün olduğu gibi bugün de geçerli olan asıl önemli işlevi, NATO üyelerini savunmak değil, ABD boyunduruğunda tutmaktı.
2. Yeraltındaki NATO: Gladyo
ABD’nin NATO ülkelerini yönetmede kullandığı mekanizmaya kendi içlerinde SüperNATO diyorlar. Öyle bir “Derin Devlet” ki, Norveç ve Almanya’dan Yunanistan ve Türkiye’ye kadar bütün NATO ülkelerinin içinde gizli anlaşmalarla örgütlenmiştir.
SüperNATO, üye ülkelere yerleştirilmiş paralel yönetim merkezleridir. Her ülkede SüperNATO’ya genellikle o ülke tarihinden “millî” isimler verilmiştir. Böylece ABD’nin Derin Devleti, sözümona millîleştirilmiş olmaktadır. ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet eden sözde ‘’milliyetçilik’’, örneğin İtalya’da Latince kılıç anlamına gelen Gladyo adını alarak İtalyanlaştırılmış oluyor.
Gladyo’nun NATO ülkelerindeki işlevini anlamamıza yarayan en açık bilgileri bir zamanların İtalya Cumhurbaşkanı Fransesco Cossiga vermiştir. NATO, Cossiga’nın Nur Batur’a anlattığı gibi, Stay Behind Nets (SBN) denen gizli örgütlenme aracılığıyla bağlı ülkelerin cumhurbaşkanlarını dahi örgütler ve ülkesinin başına ABD bekçisi olarak oturtur. İtalya Cumhurbaşkanı, kendisiyle birlikte Fransa Cumhurbaşkanı Giscard d’Estaing, İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher ve Almanya başbakanları Helmut Schmidt ve Helmut Kohl’ün ABD’de eğitilerek ülkelerinin başına adeta atandıklarını itiraf etmektedir. Gladyo’nun başında öncelikle NATO ülkesinin hükümet yöneticilerinin bulunması sağlanmaktadır. Ordu, onların komutası altındad ır. NATO ülkelerindeki Özel Harp birimleri genellikle Gladyo’nun askerî alandaki çekirdek gücünü oluştururlar.[3]
3. Türkiye’nin NATO tecrübesi
3.1. İkinci Dünya Savaşı sonrasında iki seçenek
Türkiye’nin NATO’ya giriş serüveni günümüz için derin dersler içeriyor. İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte ve savaş ertesinde, Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı.
Birinci seçenek: Atatürk’ün seçeneği idi. Başka deyişle “Arasız Devrimler” seçeneği, Kemalist Devrimi sürdürme seçeneği.
İkinci seçenek ise, Atlantik Sistemine bağlanmak ve Kemalist Devrimden vazgeçmekti.
Bu iki seçenek saptaması çok önemlidir. Çünkü Türkiye’nin Atlantik Sistemine bağlanması basit bir dış siyaset seçimi değildi. Türkiye, Atlantik denetimine girerek Kemalist Devrim’den vazgeçti.
Büyük Devrimci Önderimiz Atatürk, İkinci Büyük Savaşın eşiğinde, Türkiye’nin karşılaşacağı tehdidi çok açık gördü. 1937 yılında Başbakan Celal Bayar’ı, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı, arkadaşı Kılıç Ali’yi toplayarak, dünyanın önündeki savaş tehdidini anlattı ve “Size tek bir vasiyet bırakıyorum” dedi. Atatürk’ün biricik dediği vasiyeti, Sovyet dostluğundan ayrılmamak idi.[4]Atatürk, aynı vasiyeti Dolmabahçe’ye veda amacıyla davet ettiği İsmet İnönü’ye ve Ali Fuat Cebesoy’a da ifade etti.[5]
1935 CHP Büyük Kurultayı’nda “Arasız Devrimler” şiarını açıklayan Büyük Devrimci Önder, İkinci Dünya Savaşı eşiğinde Kemalist Devrim’i sürdürmenin güvencesini Sovyetler Birliği dostluğunda görmüştü. Haklı olduğunu 1945 sonrası yaşananlar kanıtladı. Türkiye’nin Atlantik emperyalizminin denetimi altına düşmemesi için Sovyetler Birliği dostluğunda direnmesi gerekiyordu.
3.2. Türkiye NATO’ya tertiplerle alındı
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Atlantik Sistemine bağlanması, 2014 yılına kadar süren yakın tarihimizi açıklayan en önemli olaydır.
Devrimin önderi olan CHP, Atatürk’ün ölümünden yedi yıl sonra zamanın yükselen emperyalist devleti olan ABD denetimine evet demiştir. Atatürk’ün vasiyeti Atatürk’le birlikte mezara gömülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı sonunda imal edilen “Sovyet tehdidi” propagandası, Atatürk’ün vasiyetinde hatıra değeri bile bırakmadı. Atlantik rüzgârında sürüklenen kamuoyunda Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den Boğazlar’ın kontrolünü istediği ve toprak talep ettiği uydurması yayıldı. Üstü perdelenen gerçekler şöyleydi: Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye Boğazlar’ı birlikte savunmak için resmî nota verdi. Ancak toprak talebine ilişkin resmî nota yok. Gürcü ve Ermeni basınında çıkan bazı yazılarda ve kimi tarihçilerin yazılarında toprak talebine rastlanıyordu. Bu yazılar köpürtülerek bir kamuoyu yaratıldı.[6]
Atatürk’ün Sovyetler Birliği ile dostluk vasiyetine muhatap olanlar, 1945 sonrasında “Küçük Amerika” sürecinin liderleri oldular. İktidardaki CHP yönetimi ve arkasından da CHP’nin içinden çıkarak iktidara gelen DP yönetimi!
3.3. Gladyo’nun 6-7 Eylül 1955 tertibi
NATO tarihinde Gladyo, en büyük marifetlerini Türkiye’de göstermiştir. E. Org. Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul ve İzmir’de azınlıklara karşı uygulanan terör ve yağmayı “muhteşem bir Özel Harp operasyonu” olarak nitelemişti.[7]
3.4. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri
12 Mart 1971 öncesinde arabalı vapurların batırılması, Atatürk Kültür Merkezinin yakılması, şiddet hareketlerinin kışkırtılması, Sunay-Tağmaç darbesini hazırlayan eylemler ve arkasından getirilen ünlü müdahale ve uygulamalar da, toplam olarak Gladyo’nun istikrarsızlaştırma ve “Huzur Operasyonu” idi.
Türkiye’deki 1977-1980 arasındaki istikrarsızlaştırma operasyonu ve 12 Eylül 1980 darbesi de Gladyo tertibiydi. 12 Eylül 1980 sabahı CIA İstasyon Şefi Paul Henze, Washington’a “Bizim oğlanlar başardı” diye Gladyo operasyonunu rapor ediyordu. Böylece Türkiye, 1980 yılında “Dünya ekonomisiyle bütünleşme” programının içine itildi. 1945’te Türkiye’nin Atlantik sistemine katılmasıyla başlayan “Küçük Amerika” 12 Eylül 1980 karşı devrimiyle tamamlandı.
3.5. Faili meçhullerin faili: NATO
NATO Gladyosu, ABD’nin millî devletimizi yıkıma uğratma hedefi kapsamında, 1973 yılından sonra ASALA ve JCAG Ermeni terör örgütlerini kullanarak 31’i diplomat olmak üzere 58 vatandaşımızı şehit etti. 1975 sonrasında “Apocular” diye anılan PKK’yı kurup Doğu Anadolu’da sol örgütleri tasfiyede kullandı.
Yine Gladyo, 1971 ve 1980 darbelerini hazırlama sürecinde ve 1990 sonrasında etnik ve mezhepsel bölücülüğü ve kırımları kışkırttı; gençliği birbirine kırdırdı; 1 Mayıs Taksim, Kahramanmaraş, Erzincan, Çorum, Sivas Madımak, Kemaliye Başbağlar katliamlarını tertipledi, çeşitli sabotajlar düzenledi, Org. Eşref Bitlis ve Yazar Uğur Mumcu gibi çok sayıda sivil ve asker aydınımızı, şehit etti.
Son 70 yılın bütün “faili meçhullerinin” faili, NATO’dur.
3.6. FETÖ Gladyosu’nun Ergenekon-Balyoz Tertibi
ABD, 2000’li yıllarda “Kürdistan” adı altında İkinci İsrail devletçiğini kurma girişimini sahneledi. Başrol, FETÖ Gladyosu’nundu. Van, Şemdinli, Atabeyler tertipleri, Danıştay, Hrant Dink ve Zirve Yayınevi suikastleri ve arkasından Ergenekon, Amirallere Suikast, Kafes, Balyoz, Fuhuş ve Casusluk Tertipleri, NATO tarihinin en etkili uygulamasıdır.
12 Eylül’den sonra Özal ve Çiller yönetimlerinde Gladyo merkezine yerleştirilen ve 2000’li yıllarda devlet içinde daha yaygın ölçülerde yuvalanan FETÖ, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanlarını ve binlerce subayını, Vatan Partisi yöneticilerini ve Millî Güçlerin önde gelen kadrolarını hapse atacak gücü kuşkusuz ABD’den alıyordu.
Türkiye, NATO’nun gerçek yüzünü Ergenekon-Balyoz sürecinde tanıdı.
3.7. FETÖ Gladyosu’nun 15-16 Temmuz 2016 darbe girişimi
ABD ve NATO, 15-16 Temmuz 2016 darbe girişimiyle Ankara’yı işgale kalkıştı. NATO’nun yeraltı örgütlenmesinin tarihsel bir hakikat olduğu bütün yönleriyle ortaya saçıldı. Türkiye, Ankara ve İstanbul’da ABD güçlerine karşı silahla savaştı. FETÖ Gladyosu Türk Ordusu ve Türk Milleti tarafından silahla ezildi.
6-7 Eylül 1955 tertibi, 12 Mart 1971 Darbesi, 12 Eylül 1980 Darbesi, 2007-2014 Ergenekon-Balyoz Tertibi ve 15-16 Temmuz 2016 FETÖ Darbe girişimi, NATO’nun işlevini Türkiye’ye öğretmiş olmalıdır.
4. Türkiye’nin NATO bilançosu
NATO, Türkiye’ye ne kazandırdı? Bırakalım kazanmayı, koskoca bir devrimi kaybettik. 1945 sonrası süreçte Kemalist Devrimimizin altı oyuldu. NATO’ya girmek uğruna ABD emperyalizminin emrinde Kore’ye asker yollandı. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri Cezayir başta olmak üzere mazlum milletlerin kurtuluş savaşlarına karşı emperyalist işgalcileri destekledi.
1980 NATO darbesinden sonra Millî Devletimizi tasfiye ve milletimizi, etnik gruplara, mezheplere, tarikatlara, cemaatlere bölme süreci başladı. Bu süreçte Mafya-Gladyo-Tarikat iktidarı oluştu. NATO, sözümona Kürdistan’ı, aslında İkinci İsrail’i kurmak için, komşularımız Irak ve Suriye topraklarını işgal etti, terör örgütlerini Türkiye ve İran’ın üzerine sürdü. Nerdeyse 40 yıldır ülkemize karşı kanlı terör saldırıları yürütüyor.
Atlantik sistemine bağlandığımız ve NATO’ya girdiğimiz dönemin ekonomik bilançosu da iflasla özetlenir. 450 milyar dolar dış borca, Mayıs 2021 itibarıyla 33,8 milyar dolar döviz cinsi iç borca ve 24 Aralık 2021 tarihi itibarıyla 1 trilyon 500 milyar 644 milyon TL iç borca battık. Bu borca 2021 Bütçesindeki açık nedeniyle 250 Milyar TL daha eklenecektir. Millî ekonomimizin kaleleri olan KİT’lerimiz özelleştirildi. Gümrükler indirilerek sanayi ve tarımımız yıkımla karşı karşıya bırakıldı. Köylüye destek akçeleri kaldırılarak tarımımız perişan edildi. Ülkemiz piyasalarında Dolar Saltanatı kuruldu, Türk Lirası Türk çarşılarından kovuldu.
Türkiye ekonomisi 1989 yılında Atlantik dayatmaları sonucu sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden beri, 1994, 1998-1999, 2001, 2008-2009 yıllarında ve 2018’den bu yana sürmekte olan beş krizden geçerek bugün yaşanan darboğaza girdi. Özellikle enerji krizinin de üstüne gelmesiyle büyük zorluklarla mücadele göreviyle yüz yüzeyiz. Türkiye ekonomisinin borç batağına saplanması ve üretimde karşılaştığı ağır sorunlar, ABD’nin dayattığı programın sonucudur. Bu programın bekçisi NATO’dur.
NATO’ya girdikten sonra Millî Savunma Sanayimiz ağır darbe yemiştir. ABD’nin hibe ya da çok düşük fiyatla silah vermesiyle başlayan sinsi girişimler, savunma sanayimizin körelmesine neden olmuştur. ABD, bazı silah, donanım ve yedek parçaları yapmaya giriştiğimizde, o malzemeyi hibe olarak göndermek yoluyla yerli üretimi önlemiştir.
ABD bütçesinden Türkiye’ye ayrılan yardımlar, daha Türkiye’ye gelmeden, nakit hibe denen yoldan ABD’den yeni silah alımlarına aktarılmıştır. Diğer yandan ABD’nin modası geçmiş silahları da yine hibe adı altında Türkiye’ye verilmiştir. Ancak bunların kullanılması için gerekli yedek parça ve diğer aksamlar gerçek değerinin üstünde fiyatlarla satılmış ve Türkiye bunları almak zorunda bırakılmıştır. Bu bağlamda NATO standartlarına bağlanmış olan ülkemizin başka seçeneği bulunmadığı işlenmiştir.
NATO sürecinde Türkiye, ABD için bulunmaz bir silah pazarı hâline getirildi. NATO ortak istihbarat paylaşımı kapsamında sahte düşmanlar imal edilerek ve o sahte düşmanların elinde olmayan silahlar varmış gibi gösterilerek, Türkiye millî güvenlik stratejisinin ve ihtiyacının dışında silahlanmaya zorlanmıştır. Bu iklimde ülkemiz “NATO’nun en büyük ikinci askeri gücü” imgesiyle daha çok silahlanmaya yönlendirilmiştir.
Fransa, Hollanda, Belçika gibi ülkeler, NATO Müşterek Görev Kuvvetlerine simgesel olarak katılırken, en büyük katılımı Türk askeri sağlamıştır.
George Soros, 2002 de Sabancı Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, “Stratejik konumuna bağlı olarak, Türkiye’nin en iyi ihracat ürünü ordusudur” diyerek, bize Atlantik Sisteminin Türkiye’ye bakışını öğretmiştir.
Türkiye’nin kendi güvenlik ihtiyacına gelince, ABD ve NATO ülkemizin karşısında konumlanmıştır. Kıbrıs’tan sonra en son örnek, ABD ve NATO’nun FETÖ ve PKK’ya verdiği destektir.
5. Güncel NATO tehdidi
Şu anda Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu silahlı tehdide gelince: ABD Başkanı ve Derin Devleti, 2020 Ocak ayında yayınladıkları Rand Corporation Raporu’nda ve en son Foreign Affairs’te çıkan yazılarda, Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti hükümetini yıkacağını ilan ediyor.
Atlantik sisteminin Time, Atlantic, Der Spiegel, Economist gibi dergilerinde Türkiye Cumhurbaşkanı Rusya ve Çin devlet başkanlarıyla birlikte diktatör olarak suçlanıyor ve hakkında “yıkılması vaciptir” fetvaları veriliyor.
NATO merkezli tehdit lafta değildir, bugün askerî hazırlıklar ve yığınaklar aşamasındadır. Yunanistan’ın Ege kıyılarında ABD üsleri kurulmuştur. Güney Kıbrıs’taki Agratur ve Dikelya İngiliz üsleri de NATO üsleridir. Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki ABD üslerinin cephesi de Türkiye’ye dönüktür ve PKK’yı koruyor.
ABD ve İsrail, yanlarına Yunan ve Güney Kıbrıs donanmalarını alarak Doğu Akdeniz’de Noble Dina ve Nemesis deniz tatbikatlarıyla ülkemize yönelik tehditlerini yoğunlaştırdı. Namluların Türkiye’ye dönük olduğu gizlenmiyor.
6. Güvenlik konusuna Atlantikçi bakış ve millîci bakış
Atlantik sistemine bağlı olanların “Türkiye’nin güvenliği”nden söz etmeleri kimseyi aldatmamalıdır. ABD işbirlikçileri ile Türkiye’nin bağımsızlığını savunanlar, karşıt cephelerde bulunuyorlar. ABD yandaşları ve Atlantik Sistemi içinde düşünenler, “Türkiye’nin güvenliği” derken, aslında Türkiye’nin Atlantik Sistemine bağlı kalmasının güvenliğini dile getiriyorlar. Örneğin Ege’deki ABD üsleri onların ülkesi için bir tehdit oluşturmuyor, tersine Türkiye’nin Atlantik sistemine bağlı kalmasına hizmet ediyor.
Bir de Türkiye’nin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün güvenliği, bu anlamda Vatan Savaşının (İkinci İstiklâl Savaşının) güvenliği var. Türkiye’nin tutarlı millî güçleri, 1945 yılından beri ABD emperyalizmine ve NATO’ya karşı mücadele ediyor. Kemalist Devrimle kazandığımız bağımsızlığımızı, toprak bütünlüğümüzü, çağdaşlık yolundaki atılımlarımızı, millî ekonomimizi, millî kültürümüzü tehdit eden bütün girişimler, baskılar ve tertipler, hep ABD cenahından geldi ve geliyor.
ABD, Türk Devriminin ve Türk milletinin hedeflerini, kurumlarını, kalelerini, umutlarını tehdit ediyor.
ABD ve NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrasından beri Türkiye’nin geleceğini tehdit ediyor.
Stratejik açıdan bakarsak ABD ve Atlantik Sistemi, Atatürk’ün daha 1937 yılında öngördüğü üzere Türk Devrimini tehdit ediyor.
Özetle, Atlantik Sistemi içinde toprak bütünlüğümüz yok, huzur yok. Atlantik Sistemi içindeki “güvenlik”, Türkiye için derin uykularda avlanmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Atlantik Sistemi içinde güvenlik kavramıyla bize içirilen uyuşturucular şunlardır:
- “Silah standartlarımız Atlantik Sistemine bağlıdır, Sistemden ayrılırsak varolan silahlarımızla başka bir standarda uyum sağlayamayız.”
- “Atlantik Sisteminden ayrılırsak nereden silah buluruz, seçeneğimiz yok.”
- “Atlantik Sisteminden ayrılırsak, ABD karşısındaki kozlarımızı kaybederiz, ABD Yunanistan’ı desteklerse ne yaparız.”
- “NATO kalkanını ve NATO’nun nükleer şemsiyesini kaybedersek, bizi kim korur.”
Dikkat edilirse bu gerekçelerde
- Silah standardı var, ama ABD tehdidine karşı Türkiye’yi savunma standardı yok.
- Silah bulma telaşı var, ancak bu silahların hangi tehdide karşı kullanılacağı sorusunun yanıtı yok.
- Yunan kıyılarına silah yığan, Doğu Akdeniz’de İsrail ve Yunan donanmasıyla tatbikatlar yapan ve PKK’yı destekleyen ABD, Türkiye için kalkan değil, fakat silahlı tehdidin kendisidir.
Atlantikçi “güvenlik” anlayışı, bizi tehdit eden sistemin kılıcına boynumuzu uzatarak güvenlik sağlama iddiasındadır. Bu bakış açısı, güvenliğimizi bize yönelen tehdide teslim olmakta buluyor. Tehdidin nereden geldiği sorusuna ise, sıkışınca masal aleminden yanıtlar veriyorlar. Tehdidin, “Rusya’dan, Çin’den, İran’dan geldiğini” söyleyerek Türk milletini ve Ordusunu gaflete hapsetmek peşindedirler.
Atlantikçi “güvenlik” anlayışı, 1991 ve 2003 Körfez Savaşlarına, PKK Terör Örgütü ile ABD arasındaki ilişkilerin ortaya dökülmesine ve FETÖ darbe girişimine kadar aldatıcı olabiliyordu. Ama Türkiye’nin yaşadığı bu tecrübelerden sonra, hele ABD’nin Doğu Akdeniz ve Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’yi açıkça tehdit ettiği koşullarda artık kimsenin ABD’yi güvenlik ortağı olarak gösterme şansı bulunmuyor.
En önemlisi, Atlantik Sistemi içindeki çözümler artık üreticilerin büyük çoğunluğunun gördüğü gibi iflas etmiştir. Sistemin içinde güvenlik yoktur, vatan bütünlüğü açısından parçalanma vardır, ekonomide ise boğulma vardır. Artık sistem içi güvenlik, Mehmetçiğe kurşundur, ülke toprağına mayın döşemektir, ekonomiyi batırmaktır.
Türkiye bugün ayakta kalmak için ABD güdümündeki terör örgütlerini temizlemek ve Üretim Devrimini başarmak zorundadır. Artık Türkiye’nin güvenliği, Vatan Savaşının ve Üretim Devriminin güvenliğidir. Dolayısıyla Türkiye’nin güvenliği, ABD-NATO müdahalesine, ABD-NATO baskılarına, ABD-NATO tehditlerine karşı koyarak sağlanabilir.
ABD’nin emperyalist amaçları dışında bir NATO yok. Bunu görmek istemeyenler, ABD’nin işbirlikçileridir veya ajanlarıdır, ya da Türkiye için gaflet uykusunda avlanmaktan huzur bulanlardır. NATO, ABD emperyalizminden ayrı bir örgütlenme değildir.
7. NATO’dan koruyan NATO vetosu!
NATO, silahını Türkiye’nin bağrına dayamış, NATO’nun adamları ise tutturmuşlar “NATO’da veto hakkımız var.”
Ordumuzun, polisimizin cephanelikleri vetoyla dolu, ama bu vetoları depolardan çıkarmak, bizim NATO aşıklarının hiç aklına gelmiyor!
ABD PKK’ya silah taşırken “veto” diye bağırsalardı ya, TIR’ların lastikleri patlasaydı!
NATO’nun FETÖ Gladyosu Genelkurmay Başkanımızın boğazını sıkarken, vetoyu kullansalardı, NATO’nun canileri hemen esas duruşa geçseydi!
Türk Silahlı Kuvvetleri içine yerleştirilen NATO Gladyosu tanklarını hangarlardan çıkarınca, telsizleri çalıştırıp vetolarını anons etselerdi de paletler dönmez olsaydı!
FETÖ pilotlarına bir veto mesajı yollasalardı da Rus uçağını düşürmeselerdi, Türkiye’yi özür dilemekten kurtarsalardı!
Şu anda Doğu Akdeniz’de namlularını Türkiye’ye çeviren NATO donanmalarına bir veto borusu öttürseler de, NATO’nun zırhlıları ve denizaltıları tören düzenine geçseler!
Niçin akıllarına gelmedi, Alman firkateyni silahla ticaret gemimize çıktığı zaman, kaptanımız ellerini havaya kaldırmak yerine “veto” diye gürleseydi de şu rezillik başımıza gelmeseydi.
Bir veto patlatsalar da, şu nükleer bomba yüklü NATO denizaltıları İran-Arap Körfezi’nden çekilse!
Mehmetçiğe sıkılan NATO kurşunlarına veto diye üfleyecek bir yetkili yok mu, kurşunlar selam dursa da, NATO’nun bir hayrını görsek!
Yazsalar şu NATO’larına bir veto muskası da, Türkiyemizin başındaki bütün tehdit ve tehlikeler yerle yeksan olsa!
Bin şükürler olsun NATO vetosuna, bizi NATO’nun şerrinden koruyor!
Ey Türk milleti mışıl mışıl uyuyabilirsin, bizi NATO’dan koruyacak NATO vetosu var.
Bütün şemsiyeleri çöp sepetine atabilirsiniz, bizi her türlü belâdan koruyan NATO şemsiyesi var!
NATO vetosuna bel bağlayan hayalperestlere soruyoruz:
NATO tatbikatlarında düşman kapsamında fotoğrafları asılan Atatürk ve Tayyip Erdoğan acaba hangi ülkenin devlet başkanları?
ABD tarihinin en büyük askerî tatbikatı olan Millenium Challenge 2002 tatbikatında 96 saatte işgal edilen ülke Avusturalya’da mı?
İtalya’daki NATO tatbikatında duvara asılan haritada parçalanmış olarak gösterilen ülke, Moğolistan mı, yoksa Zimbabve mi?
10 Mayıs 2020 gününden beri ABD’nin askerî yığınak yaptığı Aynelarap, Meksika sınırında mı?
Hangi veto hakkından söz ediyorlar, bu milletle alay mı ediyorlar?
Onların “veto hakkı” dediği, Türk milletini kandırma hakkı!
8. NATO’dan aforoz edilen Türkiye
Kafamızı kumdan çıkartalım: Türkiye NATO’dan aforoz edildi.
Türkiye, NATO’nun şemsiyesi altında değil, NATO’nun operasyon yaptığı ülkeler listesinin başında!
NATO, bağrımıza PKK ve FETÖ hançerini dayamış, birileri NATO’dan müdafaa bekliyor.
Türkiye’de darbe tehdidinden söz ediliyor, CIA’nın Rand Corporation raporlarındaki planlar tartışılıyor, bir yandan da NATO’ya bağlılık yeminleri yapanlar var.
15-16 Temmuz darbe girişimine karşı kalıcı ve güvenli uygulama, ABD’ye ve NATO’ya karşı kararlı tavırla mümkündür.
15-16 Temmuz adını yaşatmak mı istiyoruz, İncirlik ve Kürecik üslerini Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimine alırız ve oradaki ABD ve NATO personeline ülkelerine uğurlarız, işte ülke böyle savunulur.
9. Zorlaşan ittifak
Türkiye’de ABD müttefikliği zorlaştı.
Artık milleti “NATO şemsiyesi olmazsa, biz ne yaparız sonra” masallarıyla uyutmak kolay değil!
Millet görüyor: Türkiye’ye dayanan namluların üzerinde NATO bayrakları var!
Türk milleti, artık Türkiye’nin güvenliğinin Asya’da olduğunu saptamaktadır. Yapılan anketler de kanıtlamaktadır ki, Türkiye halkının çoğunluğu dış ilişkilerde Rusya, Çin ve İran dostluğuna güveniyor. ABD ve AB ile ittifak tercihi baş aşağı gitmektedir.
PKK’ya silah veren, NATO’nun tepesindeki ABD!
Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile birlikte Türkiye’ye karşı Noble Dinave Nemesis tatbikatlarını yapan, NATO donanmaları!
15-16 Temmuz gecesi Ankara’da Genelkurmay’ı ve Jandarma Komutanlığı’nı silahla işgal eden, NATO’nun yeraltı örgütlenmesi!
Büyük Millet Meclisi’ni ve Emniyet merkezlerini bombalayan, NATO’nun FETÖ Gladyosu!
Ankara’yı ele geçirmek için İncirlik’ten kalkan uçaklar, NATO’nun uçakları!
İstanbul’da Çevik Kuvvet Merkezi’ni işgal eden, Boğaziçi Köprüsü’nde vatandaşları kurşunlayan silahlı güç, NATO’nun içimizdeki silahlı örgütlenmesi!
NATO’yu savunanların Türk milletini ikna etme şansları bulunmuyor.
10. Zor olan ABD’ye direnmek değil, ABD’nin piyonu olmak
Bugün zor olan, ABD’ye direnmek değil, ABD’nin piyonu olmaktır. Kolay olan, ABD’ye direnmektir. Irak, Suriye, Afganistan ve en son Kazakistan bunu ispat etti. Türkiye’nin 2015’te başlayan Vatan Savaşı, NATO’ya karşı mücadelenin NATO’ya teslim olmaktan daha kolay olduğunu kanıtlamıştır. ABD korkularıyla strateji kuranların hesapları yanlış çıkmıştır.
11. ABD ve NATO zincirlerini kıran Türkiye
Türkiye, NATO’nun denetim ve tehdidine başkaldıran üyedir.
Türkiye halkı, 1964 yılında ABD Başkanı Johnson’un küstah mektubuna karşı protesto eylemleri yaptı.
Kıbrıs odaklı gelişmeler sürecinde Türkiye, ABD baskı ve ambargolarına direndi.
1968 gençliği, ABD ve NATO’ya karşı ayağa kalktı, 6. Filo erlerini denize döktü.
ABD’nin Irak’ı işgal edip Türkiye sınırına dayanmasından sonra, Türk milleti Vatan Partisi önderliğinde ABD emperyalizmine karşı dalga dalga daha geniş kitleler hâlinde mücadele yürütüyor. Bunun sonucu olarak TBMM, 1 Mart 2003 Tezkeresini reddetti.
2014 yılı baharında ABD’nin Silivri Duvarını yıktık ve Türk Silahlı Kuvvetlerini özgürleştirdik.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, 24 Temmuz 2015 günü “İkinci İstiklâl Savaşını başlattı. Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Polisi ve Köy Korucularımız PKK’yı hendeklere gömdü.
NATO, tarihinin en büyük yenilgisini Türkiye’de aldı. ABD güdümlü FETÖ Gladyosu’nun 15-16 Temmuz 2016 darbe girişimi, Türk Ordusu ve Türk Milleti tarafından silahla ezildi. Gladyo generalleri ve subayları öldürüldü ya da hapse atıldı. Bir kısmı da canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı. 24 bin FETÖ bağlantılı subay ve astsubay Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atıldı. NATO’nun Türkiye’deki gücü şu anda Türkiye hapishanelerinde yatıyor. Özetle NATO’nun Türkiye’deki silahlı gücü tasfiye edildi. FETÖ Gladyosu’nun darbe girişimine karşı mücadelede milyonlarca insanımız ABD denetiminden çıktı. Türk milleti tarihe yön verecek bir bilinç sıçraması yaşadı.
Fransa, Almanya, İtalya gibi NATO’nun güçlü sayılan devletlerinin başaramadığını Türkiye başardı. NATO içinde Mazlumlar Dünyasını temsil eden Türkiye, NATO zincirini kırma sürecindeki belirleyici girişimden zaferle çıktı. NATO’nun Asyalı ülkesi Türkiye, NATO’nun Atlantik merkezine isyan etti ve ağır darbe indirdi.[8] Bu tarihî mücadelede, NATO’ya bağlı olan sistem partileri teslimiyetçi bir tutum izlerken, NATO’dan çıkmayı savunan Vatan Partisi kararlı tutum aldı ve başarıda belirleyici oldu.
FETÖ Gladyosu’nunun ezilmesiyle birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri özgürleşti ve 24 Ağustos 2016 Fırat Kalkanı Harekâtıyla Suriye’nin kuzeyindeki ABD-İsrail Koridorunu yardı. Arkasından 20 Ocak 2018 Zeytin Dalı ve 9 Ekim 2019 Barış Pınarı Harekâtlarıyla Türk Ordusu ABD’nin Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki “Kara kuvvetleri” olan PKK/PYD/YPG ve DEAŞ’a ağır darbeler indirdi. 2014 Martı’nda Vatan Partisi’nin Silivri Duvarını yıkmasıyla ve 24 Temmuz 2015 günü Hükümetin İkinci İstiklâl Savaşı kararıyla başlayan süreçte, Türkiye, Atlantik Sisteminin ve NATO’nun zincirlerini kırmak yoluna girmiştir.
ABD, Türkiye’ye NATO ittifakı içinde devletsiz kalmak ve borca batmak dışında bir seçenek bırakmadı. Oysa Avrasya’da Türkiye’ye bağımsızlık var; Kemalist Devrimi tamamlama olanağı var; ekonomik gelişme ve özgürce yaşamak var. Türkiye’nin Atlantik denetiminden kurtulup Avrasya içindeki bağımsız ve öncü konumunu alması bu amaçla NATO’dan çıkması kaçınılmazdır. ABD'nin tertip ve planlarını bozacak en gerçekçi adım budur. Bu adım, NATO'nun ülkemize yönelik tehditlerine karşı kararlı bir duruş olduğu gibi, ABD tehdidi altındaki diğer ülkelerle gerçekleştirmek zorunda olduğumuz ittifakların da önünü açacaktır.
12. Dağılan NATO'da Türkiye’nin konumu
NATO çıkmazda.
ABD, NATO’yu, hele Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra müttefiklerini kontrol amacıyla kullandı. Almanya ve Fransa, artık buna razı değil. NATO’nun bu önemli ülkeleri, ABD’nin Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya alma planlarından kaygılılar ve Rusya’yı hedef alan stratejiden rahatsızlar. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini” dünya kamuoyuna duyurdu.
Macaristan, eğer NATO böyle bir karar alırsa veto edeceğini şimdiden açıkladı ve kendi topraklarında NATO güçlerine gerek olmadığını belirtti.
En son Hırvatistan Cumhurbaşkanı, Ukrayna üzerinden Rusya ile çatışma çıkarsa, NATO’daki askerini geri çekeceğini ilan etti.
ABD’nin Tek Kutuplu Dünya iddiası yerle bir oldu. ABD, dünya imparatorluğu kuramadı ve kuramaz. Washington yönetimi, “tek dişi kalmış canavar” durumuna düştü ve NATO ülkeleri üzerindeki denetimini kaybetti. ABD’nin yenilgileri, NATO’da iç çatışmaları gündeme getiriyor. NATO, doğuya doğru hamle yaptıkça, kendi uçurumuna doğru gidiyor. Doğuya yönelen NATO, bölünmeye ve dağılmaya yönelen NATO'dur.
Türkiye, NATO’nun içindeki çelişmelerin derinleşmesinde etkin rol oynuyor ve NATO’nun dağıldığı süreçte, NATO’dan aforoz edilen Türkiye, üyelikten de resmen ayrılacaktır. Türkiye’nin NATO’dan ayrılması, Atlantik İttifakı’nın dağılması sürecini hızlandıracaktır.
13. ABD 2023 seçimine giden süreçte Türkiye’ye şiddet dayatıyor
Televizyon tartışmalarında 2023 seçimlerinin şarkılı kampanyalarla, balonlarla ve çiçeklerle yapılacağına dair hayâller yayılmaktadır. Oysa ABD önümüzdeki süreçte Türkiye’ye şiddet dayattığını ilan etmekten çekinmiyor. Dıştaki ve içteki Atlantik bilgi karartma ağı, “Diktatör Tayyip Erdoğan’ın seçim sonuçlarını kabul etmeyeceği” propagandasıyla ABD güdümlü şiddetin zeminini kurmaktadır. Dahası şiddetin suçunu Cumhurbaşkanımızın üzerine atacağı bir psikolojik ortam hazırlamaktadır. Bu bağlamda siber saldırılar vb. yöntemlerin kullanılacağı Türkiye’nin istihbarat kurumları tarafından saptanmıştır. ABD, bu propaganda ve kışkırtmalarıyla da dıştan ve içten şiddete baş vurma planını açığa vurmaktadır.
Bu gerçekler, önümüzdeki yakın dönemde NATO’nun Türkiye’ye karşı kanlı senaryoların tezgâhlayacağına işaret etmektedir.
14. Biden Tayfasının “yaratıcı yıkıcılık” planları ve kaos programı
ABD’nin seçim düzleminde şiddet dayatmasına bağlı olarak, Biden Tayfası da bu senaryo içindeki rolünü açığa vurmaktadır.
CHP yönetimi ABD stratejisi kapsamında Tayyip Erdoğan’a karşı kışkırtmalara hız vermiştir. CHP’nin 2017 yılından bu yana Anayasayı, Hükümeti, bu anayasaya göre yapılan icraatı gayrimeşru ilan etmesiyle bağlantılı olarak, Cumhurbaşkanını hedef alan “diktatör bozuntusu”, “saray rejimi”, “Ortaçağın kalıntısı” gibi söylemlerinin şiddeti yoğunlaşmaktadır. Eleştirinin yerini hakaret, küçük düşürme gibi yıkıcı ifadeler almaktadır. Bu söylemler, sokak çağrılarıyla birlikte yürütülmekte, ABD servislerinin “yaratıcı yıkıcılık” dediği taktikler açıkça gündeme taşınmaktadır.
CHP yönetimi, taktik düzlemin ötesinde program ve strateji düzleminde millî devlet yıkıcısı bir çizgiye girmiş bulunuyor. CHP yönetimi, ABD Derin Devletinin Rand Corporation raporlarıyla bağlantılı olarak, “mağdurlara dayanarak iktidara yürüme” stratejisini ilan etmiştir. “Mağdurların” FETÖ ve PKK “mağdurları” olduğunu açıkça belirtiyorlar.
PKK’nın hapishanedeki elebaşısı Selahattin Demirtaş’tan başlayarak bölücü teröristleri ve FETÖ darbesi suçlularını hapishaneden salma hedefi, siyasal faaliyetlerinin esası hâline gelmiştir. “Adalet Yürüyüşü”nün başında, devletten temizlenen 104 bin terör bağlantılıyı tekrar devletin içine yerleştireceklerini CHP Genel Başkanının ağzından ilan etmişlerdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı, “hapse mahkûm edilmiş olsalar bile” KHK yoluyla tasfiye edilenleri on beş gün içinde devlet örgütüne alacaklarını açıkladı. Böylece gayrimeşru ilan edilen yasama ve yürütme organları yanında yargı organı da gayrimeşru parantezi içine alındı.
PKK’nın Meclisteki kolu olan HDP’nin kapatılmasını önlemek için ne yapacaklarını şaşırmış bulunuyorlar.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi operasyonlarının karşısına dikilerek PKK terör örgütünün yurt dışındaki varlığını koruma görevini de yürütüyorlar.
Toplam olarak baktığımız zaman, CHP ve İyi Parti, yanlarına HDP/PKK ile FETÖ’yü de alarak iktidar planı değil, kaos planı uygulamaktadır. Çünkü Türkiye’de hiçbir güç, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden, Emniyet Teşkilatından, Jandarma’dan ve diğer devlet kurumlarından tasfiye edilen, toplam 125.678 FETÖ ve PKK bağlantılıyı yeniden devlet örgütü içine alamaz. Bu programın bir kargaşalık programı olduğunu iyice anlamak için, devlet örgütünden ihraç edilen FETÖ ve PKK bağlantılılarının kurumlar içindeki dağılımını, 2021 yılı sonu verilerine göre kaydediyoruz:
Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ihraç edilen 24.256
Emniyet Teşkilatı’ndan ihraç edilen 30.615
Jandarma’dan ihraç edilen 5.501
Jandarma’da görevden uzaklaştırılan 2.945
Yargıdan ihraç edilen yargıç ve savcı 3.932
Yargıdan ihraç edilen personel 6.084
Millî Eğitim Bakanlığı’ndan ihraç edilen 33.716
Devlet örgütünden tasfiye edilenlerin toplamı 125.678
(Emniyet’ten ihraç edilenlerden 10.663’ü ve Jandarma’dan ihraç edilenlerden 943’ü görevlerine iade edilmiş bulunuyor.)
CHP, İyi Parti ve HDP’nin bu programla iktidara gelme şansları yoktur, ancak ABD’nin desteğiyle kargaşalık kışkırtma girişimleri vardır.
CHP ve İyi Parti, 2023 seçimine giderken Türkiye halkına kaos vâdediyor.
15. 2023 Seçiminin güvenliği ve NATO
NATO, Türkiye’nin dünkü sorunudur, bugünkü sorunudur ve önündeki sorundur.
ABD’nin 2023 Seçimine giden süreçte Türkiye’ye dışardan ve içerden açıkça şiddet dayatması, NATO belâsını ülkemizin önüne bir kez daha getirmektedir. Çünkü Ege ve Akdeniz’den, Suriye ve Irak’ın kuzeyinden, hatta Karadeniz’den Türkiye çevrilen namlular, ABD’nin ve İsrail’in namlularıdır, NATO’nun namlularıdır. Ticaret gemilerimize yapılan silahlı baskın emirlerinin Napoli’deki NATO Karargâhından verildiğini ilan etmişlerdir.
Ülke içinde CHP, İyi Parti, HDP/PKK ve FETÖ yönetimlerinin yaptığı sokak çağrıları da, ABD güdümlü bir seçim harekâtıyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Bu koşullarda 2023 seçimlerinin demokratik ve barışçı bir ortamda yapılması gereği, ABD ve NATO güdümlü tehditlere karşı güvenlik sorununu gündeme getiriyor.
NATO, darbeler tezgahlayarak Türkiye’de demokrasi üzerinde tehdit olduğunu kanıtlamıştır. Dahası NATO Türkiye’de iktidarın oluşma sürecinde müdahalelerde bulunarak demokrasinin önünü kesmiş, halkın üzerinde baskı uygulayan iktidarları desteklemiştir. NATO, milli bağımsızlığımıza karşı uygulamalarıyla da Türk Milletinin bağımsız iradesinin oluşmasına engel olmuştur. 2023 seçimlerine giden bugünkü koşullarda da NATO demokratik süreçleri kaos planlarıyla baltalamaktadır.
Bu koşullarda Demokrasi olacaksa NATO denetiminden kurtulmak gerekir.
NATO, darbeler tezgâhlayarak Türkiye’de demokrasi üzerinde tehdit olduğunu kanıtlamıştır. Dahası NATO, Türkiye’de iktidarın oluşması süreçlerine müdahalelerde bulunarak demokrasinin önünü kesmiş, halkın üzerinde baskı uygulayan iktidarları desteklemiştir. NATO, millî bağımsızlığımıza karşı uygulamalarıyla da Türk milletinin bağımsız iradesinin oluşmasına engel olmuştur. 2023 seçimine giden bugünkü koşullarda NATO, demokratik süreçleri kaos planlarıyla baltalamaya devam etmektedir.
Demokrasi için NATO denetiminden kurtulmak gerekir.
[1] İsrail Güvenlik yetkililerinin hazırladığı raporun başlığı aynen şöyle: “21. Yüzyılda İsrail ve komşuları için en büyük engel Türkiye” Bkz. Jerusalem Institute for Strategy&Security’den aktaran Aydınlık, 23 Ağustos 2020. Yine MOSSAD Başkanı Yosi Cohen, TheTimes’ta Roger Boyes imzasıyla yayınlanan haberde Türkiye’nin İran’dan daha büyük bir tehdit olduğunu belirtiyor. Bkz. The Times, 18 Ağustos 2020.
[2] Bkz. Vatan Partisi, Karadeniz-Akdeniz Dostluk ve Barış Planı, 21 Haziran 2020
[3] Bkz. Sabah, 17 Şubat-21 Şubat 2009. Yine Bkz. Doğu Perinçek, Ergenekon ve Gladyo, Kaynak Yayınları, 14.basım, İstanbul, 2017, s.15 vd; Adnan Akfırat, Özel Savaş, Kaynak Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2002, s.142 vd.
[4] Tevfik Rüştü Aras, Atatürk'ün Dış Politikası, Kaynak Yayınları, 2. Basım, İstanbul, Mart, 2010, s.149 vd, 169 vd, 183 vd; yine Tevfik Rüştü Aras'tan akt. Doğan Avcıoğlu, Millî Kurtuluş Tarihi IV, Tekin Yayınevi, 3. Basım, İstanbul, 1978, s.1490. Zekeriya Sertel de Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras'ı kaynak göstererek Atatürk'ün ölüm yatağındaki vasiyetini doğrular. Bkz. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım 1905-1950, Yaylacılık Matbaası, İstanbul, 1968, s.217. Bu konuda geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Mehmet Perinçek, Atatürk'ün Sovyetlerle Görüşmeleri -Sovyet Arşiv Belgeleriyle-, Kaynak Yayınları, 4. Basım, İstanbul, Kasım 2014, s.234 vd. Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, Scala Yayıncılık, 5. Basım, İstanbul, Mayıs 1999, s. 385. Vasiyeti Bayar, Aras ve Kılıç Ali doğruluyorlar.
[5] Aynı yerde.
[6] Bu konuyu belgelere dayanarak aydınlatan çalışmalar için bkz. Mehmet Bora Perinçek, “60 Yıllık Yalan: Stalin’in Türkiye’den Toprak Talebi İddiası”, Teori, sayı 181, Şubat 2005, s.3 vd. Yine bkz. Cüneyt Akalın, “’Sovyet Talepleri’ İddiaları ve Gerçekler”, Teori, sayı 181, Şubat 2005, s.11 vd.
[7] Fatih Güllapoğlu, Tanksız Topsuz Harekât, Tekin Yayınevi, 1991, s.104.
[8] Geniş bilgi için bkz. Doğu Perinçek, FETÖ Darbesi -Kökleri Yükselişi Ezilmesi ve Sonuçları- Kaynak Yayınları, 3. Basım, İstanbul, Ekim 2017.