Doğu Perinçek: Deniz Gezmiş’in son uyarısı

Deniz Gezmiş’in Yıldırım Telgrafı-3 | Denizlerin idamını Menderes nehrinde öğreniyoruz

Denizler idam edilirken Beşparmak dağlarındaydık

         Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edildiği 6 Mayıs 1972 gecesi, biz de Söke Milas arasındaki Beşparmak dağlarındaydık.

         O günler hep ölümle burun burunaydık; radyo bile dinleyemiyorduk. Ateş yakmıyorduk. Dağlarda jandarma taburları bizi arıyordu. Yollar köprüler tutulmuştu. Önce köylere baskınlar yapıldı. Köylüler “cemselere” bindirilip götürüldü. Arkasından Bafa gölünden birkaç bölük jandarma çıktı ve ilk kaldığımız mağaraları sardı ve bombaladı. Yiyecek depolarımız imha edildi. Karşı dağlardan dürbünle onları izliyorduk.

         Arkasından Bafa gölüne daha yakın olan mağaralarımızı kuşattılar. Askerle 15 – 20 metre mesafemizin kaldığı badirelerden geçtik. Karşılıklı birbirimizin seslerini duyuyorduk İzmir Sıkıyönetimde bir Albay “Yakalansalardı orada infaz edileceklerdi” diyor. Sinan Cemgillere, Alparslan Özdoğanlara aynı işlem yapılmıştı.

         İşte o kuşatmaları atlattıktan sonra bizi Menderes nehrinden salla geçiren Avşar’lı yoksul köylü Mehmet Bakan, Denizlerin idam edildiğini söyledi. “Civar köyler hep yas içinde” dedi.

         O anda Menderes nehri akmaz oldu. Zaman durmuştu. Ay bulutun arkasına girmişti. Karanlık üzerimize çökmüştü. Salın içinde Ercan, Niyazi, Halil hepimiz yüzümüzü bir başka yöne dönmüştük. Kimse birbirine bakamıyordu. Bir tek küreğin suya giriş çıkışındaki ses duyuluyordu. Artık Deniz’in olmadığı bir Türkiye’de idik.

 

“Kardeşimin bilim adamı olmasını istiyorum”

Deniz Gezmiş’in idam sabahı babasına yazdığı mektubu okuyunca, idamdan bir yıl önce yaptığımız görüşmeyi hatırladım.

 

Deniz Gezmiş’in son mektubu şöyle bitiyordu:

 

“...Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da insanlığa hizmettir. Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.”

 

Deniz’in idamından bu yana 39 yıl geçti; Neredeyse yarım yüzyıl! Arkasından yazılanlara, söylenenlere bakınız, hepsi de Deniz’in son sözlerinin üzerinden atlamıştır.

 

Boynuna ilmik geçirilirken

Deniz Gezmiş’in bir dava adamı olarak, idamı başıdik karşılaması olağandır. Boynuna ip geçirilirken, Türkiye halkına ve devrim davasına bağlılığını haykırmasında da olağandışı bir yön yok. Ancak asıl anlamlı olan, O’nun küçük kardeşine bıraktığı “bilimle uğraş” bildirisidir. Üstelik mektubun sonunda üç kez vurgulanan bir bildiri: “Bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da insanlığa bir hizmettir.”

 

Deneyimin özeti

Bilindiği gibi bu mektup, Deniz’in son günlerinde yazdığı bir mektup değil, idam sabahı yazdırdığı mektuptur. O nedenle bu son satırlar, bütün tecrübesinin özetidir. Devrime bağlılık, o özetin vazgeçilmez ve doğal unsurudur. Bilime vurgu ise, Deniz Gezmiş’in arkasından gelen devrimci kuşaklara bıraktığı son uyarıdır, tembihtir. Devrim, bilimin kılavuzluğunda yapılır.

 

Deniz’in bu bildirisi, mektubun bütünüyle ve idam sehpasındaki son sözleriyle birleştirilirse, bilimsel teoriye vurgudur. Bilimle uğraşması istenen de, yalnız kardeşi değil, arkasından gelecek devrimci kuşaklardır.

 

Deniz’in son uyarısını, inceden inceye düşünerek yaptığından en küçük kuşkum yok. İdamı bekleyen bir devrimci neyi düşünecektir? Öncelikle arkasında bırakacağı son sözü. Bu sözler, bir yılı aşan bir tutukluluk ve yargılama dönemi boyunca tartılmış, pişirilmiş ve söylenmiştir. Bir deneyimden süzülmüş çıkarılmıştır bu uyarı.

 

Son uyarı niçin gözardı edildi

Aslında kısacık bir mektup, ama işte bazılarımız, o “bilim, bilim, bilim” vurgusunu okumak istemedi. Deniz Gezmiş’in onca sevgili arkadaşı, arkasından koca koca kitaplar yazanlar, anma törenleri konuşmacıları, mezarbaşı söylevcileri, hep sıradan kahramanlık söylevleriyle yetindiler, hep Deniz Gezmiş’in bıraktığı efsaneyi yinelediler, ama onun bilim çağrısına değinmediler bile.

 

Bu, bir ideolojik sorundur. İnsanlar, neyi görmek isterlerse, onu okurlar. O zaman da okunan metin, yazılan metin olmaktan çıkar. Denebilir ki, Deniz Gezmiş’in son mektubu, 39 yıldır Deniz’in mektubu olmaktan çıktı,  hep onu ananların mektubu oldu. Efsane dinlemek isteyen bir topluma, efsane vermek daha kolaydır.

 

Efsaneye değil bilime vurgu

Oysa Deniz’in mektubu, çok nesnel ve sadedir. Kişiliği de öyleydi. Ancak o sadelik, bu kez daha anlamlıdır. Çünkü sadelik, efsanenin değil, nesnelliğin biçemidir.

 

İdamın kendisi bir efsanedir ve bizim toplumumuzun duygusallığını hiçbir olay idam kadar derinden etkileyemez. İşte bilime çağrı, o son sözlerde aynı zamanda efsanenin karşısına dikiliyor.

 

Efsane, toplumların sınıflara bölündüğü kahramanlık çağlarından beri var. Bamsı Beyrek, Salur Kazan, Aşil, Hektor, hep o kahramanlık çağının efsane yiğitleri. Deniz Gezmiş, bu dünyadan giderken, devrimi düşünmüş ve vurgusunu efsaneye değil, bilime yapmıştır.

 

Deniz, biz kendimizi düşünmedik, halkı düşündük demiştir. Bu felsefesine ölürken daha da sıkı sarılıyor. Son mektubunda, kendisini öne çıkaran bir bildiri bırakmıyor. “Bilimi unutmayın” diyor. Derdi, o son anlarında bile kendisi değildir, devrimin başarısıdır.

 

Mücadelede başarı ilkesi

Türkiye solu, Ortaçağ’dan kurtulamamış, aşiret hatıraları çok gerilerde olmayan bir halkın solculuğudur. Bu nedenle başarıyı değil, kahramanlığı gözetir. Yenmekten ve geleceği belirlemekten değil, yenilgilerin acısından tad alır. Ortak çaba içinde bir damla olmayı değil, bireysel kahramanlığı yüceltir.

 

Bütün bunlar, zamanın içinden bakarsak, Ortaçağ ile Demokratik Devrimler Çağı arasındaki farkı yansıtır. Felsefî açıdan bakarsak, Tarihsel Materyalizm ile İdealizm arasındaki derin uçurum görülür.

 

         Bugüne değin Deniz Gezmiş efsanesi, Deniz Gezmiş’in nesnelliğine karşı kullanıldı. Aslında bu çelişki, acı yenilgiler ile başarı arasındaki çelişkidir. Duyguların alabildiğine kışkırtılması, bir tecrübenin soğukkanlılıkla değerlendirilmesi uğraşını bastırmıştır.. Oysa Türkiye halkının ihtiyacı, duygu yüklemeleri değil, nesnelliktir, bilimdir, bilimsel teoridir. Deniz Gezmiş’in son uyarısı da öyleydi!

 

 

 

YARIN: Necdet Uğur ve Suphi Karaman’ın bana anlattıkları

İsmet İnönü ve Suphi Karaman’ın

Denizlerin idamına karşı mücadeleleri