Doğu Perinçek: Antik çağdan günümüze eşcinsellik ve toplum-4

Biyolojik eşe yabancılaşma

Yabancılaşma uzlaşmaz sınıf çelişmelerinin ürünüdür. Kabile toplumunun sınıflara bölünmesiyle birlikte insanın yabancılaşması süreci de başlamıştır.

 

Para ekonomisinin doruğu olan kapitalizm, yabancılaşma sürecinin de doruğudur. Kapitalist meta sistemi, hele emperyalizm çağında, her şeyi meta ekonomisinin içine çekmiş, her şeyi alınır satılır hale getirmiştir. Böylece, gözü dönmüş kar sisteminde, bireyin özgür gelişmesinin koşulları da ortadan kalkmıştır. Marx’ın belirttiği gibi, “bireyin özgür ve özgün gelişmesi”nden, kişiliği oluşturan hüner, yetenek ve eğilimlerin insandan insana farklı gelişmesi anlaşılır. Özgür kişilikten kasıt, insanın kendi manevi ve erotik güçlerinin bilincine vardığı zaman, onları sürekli bir faaliyetle geliştirmesi ve dengeli bir tarzda kullanmasıdır.

 

1844 Paris Elyazmaları’nda piyasa ekonomisini tahlil eden Marx, kapitalist üretimle bağlantılı olarak yabancılaşmanın dört biçimini açıklar:

 

  • Ürüne

 

  • Üretim faaliyetine

 

  • Kendi türüne, başka deyişle kendisine, özüne

 

  • İnsanlara ve topluma


Marx, kapitalizmin çürüme döneminde yaşamadı, eşcinselliğin bu denli yaygınlaştığını ve sistem tarafından dayatıldığını ve yüceltildiğini görmedi. Yabancılaşmanın görünümlerine bugün bir yenisini daha eklemek gerekiyor. Kapitalizm, insanı maddi üretime yabancılaştırdığı gibi kendi türünün üretimine de yabancılaştırıyor. Kendisini üretmeye yabancılaşan insan, doğadaki biyolojik eşine, yani karşı cinse de yabancılaşıyor. Başka deyişle cinsel aşka yabancılaşıyor.

 

 

CİNSEL AŞK VE DOĞA


Cinsel aşkı tanımlamaya kalkacak kadar cesur değiliz. Ancak aşkın iki unsurunu belirleyebiliriz.

 

Birincisi, aşk insanın kendi türünü üretmesiyle ilgilidir. Bu üreme faaliyetiyle bağlantılı olan arzu ve duygular, canlıların milyarlarca yıllık ve insan türünün milyonlarca yıllık evrimi sonunda oluşan fizyolojik süreçlerdir. Bu fizyolojik süreçleri ve duyguları, insan; kadın ve erkek cinsi özellikleriyle yaşar. Karşı cinse beslenen cinsel duyguların üreme ile bağlantısı, insanın evrimiyle sınırlarsak, en azından birkaç milyon yıllık bir geçmişe dayanmaktadır. Ve bu evrim sonucu, insan fizyolojisinde belli özellikler ve süreçler oluşmuştur. Aşk ile üreme arasındaki bu bağa, aşk ile insan doğası veya aşk ile cinslerin doğası arasındaki bağ olarak da bakabiliriz. Üreme ile cinsel duygular arasındaki bu bağ fizyolojik olduğu için, toplumsal ve ideolojik nedenlerle zorlandığı zaman kriz doğmaktadır. Eşcinsellik, bu krizin belirimlerinden biridir.

 

 

CİNSEL AŞKIN ZİHİNSEL VE DUYGUSAL CEPHESİ


Cinsel aşk, kuşkusuz türün üremesiyle bağlantılıdır, ancak bundan ibaret değildir. Kendi türünü üretmek için fiziksel ilişki, hayvanlarda da var. Ancak biz insanlar, hayvanlardaki bu ilişkiyi “cinsel aşk” olarak görmüyoruz.

 

İnsanlara göre, cinsel aşkta, hayvanlardan farklı ve fazla olarak fiziksel ilişkinin ötesinde, zihinsel ve duygusal bir alışveriş var. Cinsel aşkın ikinci unsuru, bu zihinsel ve duygusal iletişimdir.


Cinsel aşkı diğer duygusal ve zihinsel iletişim türlerinden ayıran, karşı cinsler arasındaki üreme faaliyetiyle bağlantısıdır. Üreme faaliyeti temeli oluşturuyor. Ancak insanın zihinsel ve duygusal varlığı geliştikçe cinsel aşkın da derinleştiği ve çok daha zengin bir mutluluk kaynağı haline geldiği kesindir.

 

Şöyle de ifade edebiliriz: Hititler döneminde bundan üç-dört bin yıl önce yaşayan çobanlar veya tarımcılar arasındaki cinsel aşka göre, 20. yüzyıl aydını veya sanatçısının aşkında yaşanan duygu derinliği ve zenginliği arasında büyük fark vardır. Bu nedenle derin bir düşünür ve yaratıcı, aynı zamanda duygulu ve tutkulu bir âşıktır. Beynindeki gelişmişlik ve bilinç ile aşk arasında doğru bir orantı bulunur. Aşkın zihinsel ve duygusal boyutu, kuşkusuz toplumsaldır. İnsanın sınıfı, kültürü, tecrübeleri, zihinsel birikimi ve duygusal gelişimiyle belirlenmiştir.

 

 

İNSAN ZİHNİNİN BİYOLOJİK VARLIĞINDAN KOPMAYA ZORLANMASI


Eşcinsellik, cinsel aşkın iki unsur arasındaki bağı koparmaktadır.

 

Eşcinsellikte, insan fizyolojisi ile zihin ve duygu iletişimi arasındaki bağlantı, milyonlarca yıllık geçmişinden kopmaya zorlanmaktadır.

 

Oysa cinsel duygularla beyin, hormonlar, kan dolaşımı arasındaki ilişki, insan evrimi açısından milyonlarca yıllık bir geçmişin ürünüdür. Bu açıdan bakınca, eşcinsellik, milyonlarca yıllık biyolojik evrimin inkârı oluyor. Belli toplumsal süreçlerde oluşan belli bir ideolojik konumlanma veya belli toplumsal durumların dayattığı bir insanlık hali, kişiyi insanın biyolojik tarihinden kopmaya zorlamıştır.

 

İnsanın, milyonlarca yıllık fiziksel evriminden, belli toplumsal ve zihinsel dayatmalarla kopması, fiziğin zorlanmasıdır; fizik ötesi, metafizik bir olaydır.

 

Oysa insan, doğanın bir parçasıdır. Ve insan, doğada bir cins olarak, kadın veya erkek olarak var olur. Ve insanın kadınlığı ya da erkekliği, tek tek her insanın hayatıyla belirlenmemiştir; insan türünün hayatıyla belirlidir. Tek tek insanların cinsel varlıkları ve duyguları, beyinleri, solunum ve kan dolaşım sistemleri, o insanın bireysel tecrübesiyle kendi türünün genel özelliklerinden ayrılamaz. Ayrılmaya zorlanırsa, insanın fizyolojik, zihinsel ve duygusal varlığının bunalıma girmesi kaçınılmazdır.