İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: 12 MART: EMEKÇİ HALKA VE ORDUYA DARBE

12 Mart kimlere darbeydi? Atomun bölünmesinin fizik, matematik ve toplumbilimindeki ortak yorumu? Kemal’in askerlerinin ruhlarındaki derin iz? “Asker-sivil kamplaşması” neyi örtüyor? 6 mı büyük, yoksa 294 mü? İspatı içerde! “Burdayız” ve nereye gidiyoruz?

Yı...

Tarih:

12 Mart kimlere darbeydi? Atomun bölünmesinin fizik, matematik ve toplumbilimindeki ortak yorumu? Kemal’in askerlerinin ruhlarındaki derin iz? “Asker-sivil kamplaşması” neyi örtüyor? 6 mı büyük, yoksa 294 mü? İspatı içerde! “Burdayız” ve nereye gidiyoruz?

Yıldırım Koç arkadaşımız, yine kitaplıklarımız için demirbaş bir kaynak kitap üretmiş. Orada 12 Mart’ı şöyle tahlil ediyor:
“12 Mart 1971 darbesi genellikle zannedilenin aksine, işçi sınıfı ve sendikacılık hareketini zayıflatmak amacıyla yapılmadı. (…) 12 Mart’ın ana hedefi, anti-emperyalist radikal bir hareket olan 9 Mart girişimiydi.” (Anayasalar ve Sendikal Haklar ve Sendikalarımızın Tepkileri,s.15)

12 MART:
EMEKÇİ HALKA VE ORDUYA DARBE
Çok önemlidir, 12 Mart, tıpkı 12 Eylül gibi, aynı zamanda Orduya karşı darbedir: Ordunun Orduya darbesi!
12 Mart’ta 1500 ve 12 Eylül’de 2000 kadar subay ve askeri öğrenci Ordudan atılmıştır. Mersin’deki o genç subay, Varto’lu işçilerle yaptığımız toplantıya gelip şunu sormuştu:
“12 Mart ve 12 Eylül’de toplumun hangi kesimleri, Türk Ordusu kadar ağır darbe yedi?”
Varto’lu işçiler, “Olayın bu yönünü görememişiz” dediler.
Bu “Ordunun Orduya darbesi” başlığıyla, Yalçın Küçük ve Orhan Gökdemir arkadaşlarımın işlediği konulara girmiş oluyoruz. Yalçın Küçük’ün “Kopernik Devrimi” ve Orhan Gökdemir’in “Geçmiş 28 Şubat”ımızı kutlayan nitelikli yazılarını hatırlamış olmalısınız. (Aydınlık, 27 Aralık 2011 ve 6 Mart 2012).
Önce Gökdemir kardeşime kutlaması için teşekkür ederim. Farkındayım, onun “geçmiş 28 Şubat’ını” kutlayamıyoruz.
Biz de mecbur olduğumuz gelecek devrimini şimdiden kutluyoruz.

Atom bile bölündü
“Ordunun Orduya karşı darbesi” başlığı, kuşkusuz okuyucunun garibine gitmiştir.
Hayatın kendisinde 1 (bir) yoktur. Her bir, aslında iki’dir. Başka deyişle bir ikiye bölünür. Atomun da bölünmesinden sonra bu saptamaya, sanırız itiraz eden kalmamıştır.
Matematikteki 1 de, hayattaki 1 gibi, aslında 2’dir. 1’in içinde 2 vardır: 1/2+1/2.
“Ordunun Orduya darbesi” de, aslında Ordunun Orduya darbesi değildir; NATOcu generallerin Mustafa Kemal’in Ordusuna darbesidir.

Kur. Alb. Mustafa Önsel’in mektubu
12 Mart darbesi de,
12 Eylül darbesi de,
Ergenekon-Balyoz tertibi de,
Amerikancı darbelerdir biliyoruz: Amerikancı generallerin Mustafa Kemal’in ordusuna darbeleri! Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel’in Emin Çölaşan’a yolladığı mektubu herkes duygulanarak okumuştur (Sözcü, 7 Mart 2012). Son darbenin “Kemal’in askerlerinin” ruhlarındaki derin izlerini o mektupta görebiliyorsunuz.

“Asker-sivil kamplaşması”
neyi örtüyor?
12 Eylül 1980’den sonra, yaşanan süreci ve tarihi, sınıfları bir kenara atıp asker-sivil çelişmesi ekseninde açıklayan emperyalist ideolojik saldırıyı yaşadık. Murat Belge’lerin Birikim dergisi, “Sivil Toplumcu” ideolojik harekâtın merkeziydi. Sınıfların üstü örtülüyor, bütün gelişmeler asker-sivil kavgasıyla açıklanıyordu. Oysa askerin içinde de, “Sivil Toplum” denen kesimde de, Amerika-Türkiye savaşı vardı.
Nitekim, 12 Mart, 12 Eylül ve son Ergenekon-Balyoz Amerikancı darbelerinde ABD işbirlikçisi siyasetçi-asker ve büyük sermaye bir taraftadır; millî olan asker-siyasetçi ve sınıflar da bir taraftadır. Aynı cepheleşme, 28 Şubat ve 2002 darbesi için de geçerlidir.
12 Mart, 12 Eylül ve 2002’deki Amerikancı darbeler, emekçi sınıfları hedef alırken Mustafa Kemal’in Ordusuna da darbeyi indirmiştir. Bu gerçeği saptamak, hem tarihi açıklamak; hem de geleceğimizi kurtarmak açısından çok çok önemlidir.

6’nın 294’ten büyüklüğünü ispat ediyoruz!
Yakın tarihimizi hatırlayalım, 1876 Meşrutiyeti, 1908 Hürriyet Devrimi, 1920 Devrimi; hepsinde Ordunun da toplumun da, yaşanan çelişmeler zemininde kendi içinde bölündüğünü saptarız. Kurtuluş Savaşımızın 6 genç komutanı, aynı zamanda iç cephede Padişahın Kuvvayı İnzibatiyesi ile savaştılar. 300 Osmanlı paşasından yalnız 6’sını Anadolu Devriminde görebiliyoruz. İstiklâl Savaşımız, 6’nın 294’ten daha büyük olduğunu ispatlamıştır. Tıpkı 6 ton’un 294 kilo’dan büyük olması gibi.

“Sultanın ordusu değil
halk ordusu”
Burada Sadık Albayrak’ın çok öğretici yazısına başvuracağız (Aydınlık, 8 Mart 2012). Albayrak, “Devrime mecburiyet günlerinde okunacak kitaplar” dizisine, Yakup Kadri’nin Ergenekon kitabıyla devam etti. Yakup Kadri’nin İstiklâl Savaşı’nın ateşi içinde yazdığı şu satırları, Ordu tarihimizi ve bugünü anlamamız için anahtar değerindedir:
“Bugünkü Milli Anadolu Ordusu ne ruh, ne şekil bakımından dünkü İmparatorluk Ordusuna benzemiyor. Birçok mahrumiyetler içinde ve birçok zorlukla meydana gelen, sanki kendi kendini yaratan bu Ordu, Türk milletinin hem bileği, hem sesi, hem ruhu, hem de aklıdır. Duygu, irfan ve anlayış adına neyimiz varsa, hep onda tecelli ediyor.” (Yakup Kadri, Ergenekon, İletişim Yayınları, s. 114).
Mustafa Kemal Paşa da, 1921 sonunda Sovyet generali Frunze ile görüşmesinde, aynı gerçeği sınıfsal ifadelerle şöyle dile getirir:
“Bu ordu, eski ordunun halkın davasına, vatan müdafaasına sadık kalmış kısımlarından ve emekçi köylü kitleleri arasından toplanan kişilerden oluşturulmuştur. Biz bu orduyu kurarken, yalnızca bir tek amaç güttük. Bu da, bu ordunun Sultan Ordusu değil, halk ordusu olması; tek tek kişilerin değil, bütün halkın menfaatlerini savunmasıdır.” (Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri, -Sovyet Arşiv Belgeleriyle-, 2. basım, s. 325).

Oraya gidiyoruz
Tarihimizde yalnız Orduya ve emekçi halka karşı Amerikancı darbeler yok. Türk Ordusunun halkla birleşerek emperyalizme ve sultana karşı kahredici zaferleri de var.
Yalçın Küçük’ün “burdayız” dediği konumdan oraya gidiyoruz!