Doğu Perinçek: Kemal Koç kuşağının kitap sevgisi

"17 Temmuz 2009 günü Silivri’ye yazdığı mektup, benim gözümde 21. Yüzyıl kuşaklarına bir bildiridir"

Dr. Kemal Koç, 1921 yılında Tokat’ta doğdu. Annem Lebibe Perinçek’in Sivas Ortaokulu’ndan sınıf arkadaşıydı. Annem Kemal Amcamı “sınıfımızın en zekisi oydu” diye anlatırdı. Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yıldırım Koç’un babasıdır. Hayatıyla, bilinciyle gerçek bir Cumhuriyet aydınıydı. O kuşak bizlerin öğretmeni oldu. Onlara bakarak büyüdük. Bizim kuşaklar, işte o Kemal Koçların mirasıyla bugünlere geldik. 17 Temmuz 2009 günü Silivri’ye yazdığı mektup, benim gözümde 21. Yüzyıl kuşaklarına bir bildiridir. Aynen yayımlıyorum:

CUMHURİYET KUŞAĞININ VEFA VE SADAKATİ

 

Sayın Doğu Perinçek,

 

22. 6. 2009 tarihli mektubunuzu 15. VII günü aldım. O kadar içten gelen duygularınıza teşekkür eder, size ve yakınlarınıza sağlıklı, mutlu uzun yıllar dilerim.

 

Sayın Perinçek, 62 yıllık evliydik. Bu uzun sürede, Yıldırım’ın doğumunda, bir ay dışında hep beraber olduk. Eşim zekiydi, olağanüstü belleği vardı. Çocukların da normal üstü zekaları ve bellek güçleri, benden değil, annelerinden geliyordu. Bazen safça bir şey söylediğimde, “Sen bu akılla Tıbbiye’yi nasıl bitirdin?” derdi. Çok güçlü kişiliğine hep saygı duydum. Bunları şunun için yazdım. Bugün ölümünün (8. VI. 2009) 39. günü. Ben hep Onunla mutluydum. Benim içe dönük, kapalı kişiliğimi, asosyal yanlarımı, dışa dönük, herkese açık, sevgi dolu yüreğiyle tamamlıyordu. Ben Onunla bütünleşiyordum. Ölüm gerçeğine uyum sağlayamıyorum. İçine düştüğü çelişkiyi çözemiyorum. İlk defa yaşadığım yalnızlık duygusunu aşamıyorum. Beni anlıyorsunuz değil mi?

 

 

YURDUMUZUN GERÇEĞİ

 

Sayın Perinçek,

 

Şu anda siz karşımdaymışsınız gibi bazı düşüncelerimi açıklamak istiyorum. Yalnız, siz hep dinleyeceksiniz.

 

Yıl 1950 Tirebolu’da görevliyim. Nisan sonları telle Afşin’e tayinim çıktı. Haritada yerini bulamadım. Sorarak öğrendim. Haritada Efsus yazılıymış. Vapurla yola çıktık. 40 günlük çocuğumuzla Samsun’a, oradan trenle Kapıdere istasyonuna 60 km’lik yolu kamyonla 6-7 saatte Elbistan’a geldik. 30 km ilerdeki Afşin’e gidemezsiniz dediler. Yol tarladan geçiyormuş. Yağmurlu günlerde kamyon kayarmış. 14 Mayıs günleriydi. Hakim kararıyla oylarımızı orada kullandık. İnanır mısınız, 30 km için Elbistan’da 15 gün bekledik. Sonra Bakanlık da 15 günün hesabını benden sordu. Afşin yeni kaza olmuş. 4-5 bin nüfuslu, elektriği yok, suyu yok, eczanesi yok, iğneden ipliğe her şey Elbistan’dan geliyor. Dört yıl görev yaptım. Elbistan’dan gelen her şey sizin için küçük mutluluk oluyordu. Yıllar sonra Afşin’i hep şikayetsiz andık. Yurdumuzun gerçeği buydu. 1973’te görevli gittiğim Elazığ’dan Ankara’ya dönerken eşim Afşin’e uğrayalım dedi. Bir gece kaldık. Aradan 19 yıl geçmişti. Unutmamışlardı. Gördüğümüz ilgi bizi çok duygulandırdı. Verdiğimiz sağlık hizmeti belleklerindeydi. Halkın vefa duygusunu orada yaşadım.

 


KİTAP OKUTAN CUMHURİYET

 

Yıl 1935. Ortaokulu bitirdim. Yatılı okuyacağım Liseye Sivas’a gidiyorum. Sebze kamyonunda 110 km’yi toz toprak içinde yedi saatte alabildik. Samsun’da Lise olduğu halde, Bafa, Çarşamba, Terme, Ünye, Fatsa, Ordu, Giresun’un yatılı okumak isteyen çocukları çevre iller dahil Sivas’a gelirlerdi. İlçelerde ortaokul yoktu.

 

1939’da Tıp Fakültesi’ne girdim. 1945’te bitirdim. 2004’ün (yaş 83) bitimine kadar da kamuda görev yaptım, yani 59 yıl çalıştım. Fakülteye girdiğimde 2004 sonuna kadar sürekli en yeni bilgilerin peşinde oldum. Sivas Lisesi’nde başladığım kitap alma alışkanlığım 2005‘e kadar sürdü. Ülkemin sorunları, her türlüsü, hep ilgi alanımın içindeydi. Hem gözlerimle hem de okuyarak.

 

Dünyada en çok kitap okuyan Japonlarmış. Bir Japon yılda 25 kitap okurmuş. Türkiye’de ise altı kişi yılda bir kitap okuyormuş. 1450’de icat edilen matbaa Osmanlı’ya üç yüzyıl sonra 1727’de girmedi mi? Bugün Türkiye’yi yönetenler yılda kaç kitap okurlar acaba? Okuyan da ne tür kitap okur?

 


OSMANLI VE ANADOLU

 

Ben 1921 doğumluyum. 88 yaşım gitti. 1920’li yıllarda memleketim Tokat her şeyiyle tam bir köydü. 20-25 bin nüfuslu bir köy. Her evin ahırı, ineği vardı. Sabahları çoban evlerden inekleri toplar, toz toprak içinde yaylıma götürürdü. Her evin içinde ekmek fırını vardı. Ekmek evde yapılırdı.

 

Evimizde üç kıtaya yayılmış muhteşem Osmanlı imparatorluğu yok muydu? Altı yüzyıldır öz kaynağı olan Anadolu’ya ne yapmıştı, ne vermişti? Anadolu altı yüzyıl hep uyumuştu, hep kendini tekrarlamıştı. Çağlara gözü kapalı bırakılmıştı.

 

A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim (1970): “Osmanlı Türkiyesi uzun yılarda matematik, fizik, tabii ilimler ve tıpta hâlâ Ortaçağın koyu dumanları içinde boğulmuş kalmıştı.” (s. 160-162)

 


KİTAPLARDAKİ OSMANLI

 

Prof. Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi 2 1453-1559 (1971) : “Daha Kanunî Süleyman’ın son yıllarında Türkiye fakir bir ülke idi.” (s.197)

 

“Yavuz Sultan Selim zamanı Türkiye’deki iç düzen yönünden pek kötü olduğu” (s. 462)

 

“I. Selim’in öldüğü 1520’de Hazine boş gibiydi.” (s. 465).

 

Ahmet Şerif’in Anadolu’da Tanin (1977) : “Eskişehir 4 Kasım 1909. Anadolu bugün İstanbul’un bütünüyle meçhulüdür. Hükümet şimdiye kadar tam anlamıyla ilgisiz kalmıştır.” (s. 175).

 

Ahmet Şerif”in İstanbul’dan Adana’ya kadar gördüğü, anlattığı Anadolu gerçeği yürekler acısı.

 

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları 1339 (1923). Ben bu kitabı değişik tarihlerde üç defa okudum... Diğer kavimler, Osmanlı camiasından irfanlı, medeniyetli ve zengin bir halde ayrılırken, zavallı Türkler ellerinde kırık bir kılıçla eski bir sabandan başka mirasa nail olamadılar.” (s.171)

 

Bir de Osmanlı borçları muhteşem imparatorluktan Cumhuriyet’e kalan miras!

 


İSLAM DÜNYASI VE TÜRKLER

 

Şimdi bir de İslam dünyasına bakalım.

 

Prof. Dr. İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler (1975): “Muhammed’e göre Araplar için korkutucu ve felaket doğurucu iki millet vardır: Yahudiler ve Türkler.” (s.24)

 

“Türke karşı en haksız, en ağır, en yersiz suçlamalar ve iftiralar daima Araptan gelmiştir.” (s.41)

 

“Arap tanımlamasına göre, Türk vahşidir, yağmacıdır, kaba ve haşindir, uygarlık düşmanıdır, kanun duygusundan yoksundur.” (s.51)

 

“XIX. Yüzyılda Vahhabiler Türklerin Müslümanlıkla ilgilerinin bulunmadığını öne sürmüşlerdir.” (s. 141)

 

“Arap kendisini Kavmi Necip şeklinde üstün görmek için uğraşmıştır.” (s.394)

 


HALKA GÜVEN

 

Osmanlıdan Tanzimattan beri Türkiye’nin parçalanması için yapılan planlar, açıkça söylendi ve her an da tekrarlanmakta. Bazı planlarını gerçekleştirmek için içimizde işbirlikçiler yaratmakta, eğitmekte, doyurmakta ve onlara dayanabileceği fırsatları kollamakta. Mütareke döneminde de bunlar yaşandı. Ancak şimdi boyutları genişledi, daha tehlikeli bir noktaya gelindi. Parçalanmanın, yok olmanın kenarında mıyız? Her şey bitmek üzere mi?

 

Karamsar değilim.

 

Balkan Savaşında (1912-1913) Ordu perişan. Bulgarlar İstanbul’a girmek üzere. Sonra birbirlerine düştüler. Bulgarlar geri çekildi. Peşinden Çanakkale 1915 zaferi. Akıl almaz bir direniş, gerisinde, yıldızı parlayan Mustafa Kemal.

 

Sonra, Anadolu’nun dört bir tarafının işgali Anadolu perişan,. Hiçbir umut yok. Peşinden yine akıl almaz şekilde “Şu Çılgın Türkler ’in ayağa kalkışı ve kurtuluş. Daha savaşın içinde geleceğin planları hazırlanıyor. Atatürk 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkarken tek şeye güveniyordu, Anadolu halkına. Zaferi sağlayan da bu güvendi.

 

Sonra Aziz  Nesin “Bu halkın yüzde 60’ı aptaldır.” diyor. Büyük yanılgı, haksızlık. Bugün ortalama eğitim dört yıl üniversite sınavına giren 30 bin kişi sıfır almış… Korkunç bir olay. Yalnız  MEB‘nın değil, hükümetin istifası gerekir ama bu tür kuşakların çoğalması işlerini kolaylaştırıyor.

 

Şaştığım nokta şu: İktidarıyla muhalefetiyle politikacılar, bilgiç akademisyenler, yazar geçinenler tartışıyorlar. Varsayımlar üretiyorlar, tezgahı kuranları arıyorlar. Bu işi planlayanlar kendilerini saklamıyorlar, açıktalar. O zaman bu tartışmalar anlamsızlaşıyor. Bir de demokrasi açısından bağlantıları araştırılıyor. Demokrasinin olmadığı, mikrofaşizmin değil makrofaşizmin geçerli olduğu bir ortamda, demokrasiden söz edilmesi ne kadar anlamsız.

 

Ben uzun yıllardır hazırlığı yapılan akıl dışı, mantık dışı, bu uydurma senaryoların iflas edecği düşüncesindeyim. Bunu onlar da biliyorlar amaçları faşist yönetimlerin yaptığı korkuyu bütün topluma yaymak, her türlü muhalefeti yok etmek. Ama başaramayacaklar.  Türkiye’yi şeriatle yönetilen islam ülkelerine çeviremeyecekler. Türkiye de o ülkelerin hiçbirinde olmayan Atatürk ilkelerine yürekten bağlı milyonlarca aydın insanın yaşıyor olması.

 


ATATÜRK’ÜN BÜTÜN ESERELERİ

 

Size gelince Sayın Perinçek : 1980 lere kadar Türk Tarih Kurumu’nun yapmadığı, yapamadığı düşünemediği birşeyi gerçekleştirdiniz. Orijinal kaynaklara başvurarak Atatürk’ün Bütün Eserleri dizisini Türk kültürüne, politikasına armağan ettiniz. Sonra, İsviçre ’de Devletin yapamadığı bir şeyi yaptınız. Ermeni Soykırımını reddederek Batı‘nın iki yüzlülüğünü, sahtekarlığını  yüzlerine çarptınız.

 

Bu iki övünç  size yeter.

 

Hepsi de Atatürkçü, yurtsever olan çok değerli insanların özgürlüklerine kavuşacakları günü özlemle bekliyoruz.

 

Sayın Perinçek, araştırmacı-yazar olarak benden iyi bildiğiniz gerçekleri açıkladım. Nedeni şu: Yaşı 89’a ulaşan cumhuriyetin ilk kuşağından bir insanın düşüncelerini öğrenmek istemez miydiniz?

 

Tekrar özgürlük gününüzü beklerken sevgiyle gözlerinizden öperim.

 

Kemal Koç

BUGÜN SAAT 13.00’TEN BAŞLAYARAK ANKARA KİTAP FUARI’NDA KAYNAK YAYINLARI SERGİSİNDE OKUYUCULARIMIZLA BULUŞUYORUZ.