Doğu Perinçek: Direnişin dili ve kazanmanın dili

Halk oylaması siyasetleri - 6

İ.H.A. adlı okuyucumuzdan bir eposta geldi. Halk Oylamasında “Diktatör geliyor” söylemiyle kampanya yürütme konusunu bir kez daha önümüze getiriyor. Okuyucumuz, gazetemizdeki bir köşe yazısından birkaç paragraf aktarmış ve “Hangi yaklaşım milleti etkiler” diye soruyor. Önce köşe yazısını okuyalım:

 

 

'DİKTATÖR'

 

“Siyasi, idari yetkileri ve yargı kuvvetini elinde toplayana dünyanın her yerinde ‘diktatör’ denir. Burada en büyük hata diktatörle ‘empati’ kurmaktır: Adam diktatör ama vatansever, bütün dünyaya postasını koydu; Yavuz Sultan Selim gibi kaptırdı ilerliyor, kamayı soktu şimdi kanırtıyor; bizi o borçlandırdı yine o kurtarır; terörü içimize o soktu ancak o çıkarır, iç cepheyi ancak o tutabilir; onsuz olmaz... gibi.

 

“Şu anki sorunumuz sadece ve sadece anayasal sistemi değiştirme, Cumhuriyet’in Kuruluş ilkelerini AŞAĞILAMA ve halkın belleğinden SİLME girişimidir. Nisan ayında bu girişim oylanacak. Bir parti devleti, bir diktatörlük rejimi isteyip istemediğimiz sorulacak. Konu budur...

 

“Konu rejimle sınırlıdır ve konuyu dağıtmamak, tereddüt yaratmamak, karışık mesaj vermemek, uzlaşmanın değil direnişin diliyle konuşmak gerekir. Gerisi halkımızın basiretine ve ferasetine kalmıştır.”

 

 

BİLİMİN DİKTATÖRLÜK TANIMI

 

Diktatörlük, bir sınıfın bir başka sınıf üzerinde devlet örgütü aracılığıyla kurduğu hakimiyettir. Bir kişinin veya bir zümrenin veya bir sınıfın hakimiyetinden anayasalı monarşilere, demokratik cumhuriyetlere ve sosyalist yönetimlere kadar bütün rejimler aslında diktatörlüktür. Bu anlamda bütün rejimler, devlet yetkilerini elinde toplar. Devrimlerle kurulan rejimler de “siyasî, idarî yetkileri ve yargı kuvvetini elinde toplar.” İngiliz, Amerikan, Fransız, Rus, Türk, Çin, Vietnam devrimleri de yetkileri elinde toplamıştır. Kuvvetler Ayrılığı ile Kuvvetler Birliği arasındaki ayrım, demokrasi ile demokrasi karşıtlığı arasındaki ayrıma denk düşmez. Hatta devrimci demokrasiler Kuvvetler Birliğiyle kurulmuştur.

 

 

‘DİKTATÖRLÜK’ NASIL ÖNLENİR: EVETLE Mİ HAYIRLA MI

 

Biz en iyisi bilimin diktatör tanımını bir kenara bırakalım ve önümüzdeki Halk Oylamasında Hayır oylarının çoğunluğu kazanması hedefine bağlı bir değerlendirme yapalım. Diktatör kavramı ve tehlikesi üzerinde anlaşamasak bile, Halk Oyunda Hayırların üstünlük sağlamasında birlikteyiz. Soru şöyle de konabilir: Amacımız “diktatörü” lafla dövmek mi, yoksa kimilerinin vurguladığı “diktatörlük” tehlikesini önlemek mi?

 

Evetlerin kazanmasını sağlayarak “diktatörlüğü” önleyemeyiz. Ancak halkın Cumhurbaşkanlığı Sistemine hayır demesini sağlayarak “diktatörlüğü” önleyebiliriz. Bu açıdan sorumluluğu “halkın basiret ve ferasetine” yükleyemeyiz. Biz sorumluyuz. Halkı Cumhurbaşkanlığı Sistemine Hayır demeye ikna etmek, bizim görevimizdir.

 

Sonuç olarak bugün Türkiye’de kimilerinin varsaydığı “diktatörlük” tehlikesine karşı mücadele, Halk oylamasında Hayır seçeneğinin kazanması için mücadeledir.

 

Evet oylarına hizmet edenler, “diktatör” dedikleri Cumhurbaşkanının hizmetindedirler.

 

Hayır oylarına hizmet edenler, milletin hizmetindedirler.

 

Cumhurbaşkanlığı Sistemine karşı mücadeleyi kazanmaya mı hizmet ediyoruz, yoksa kaybetmeye mi, soru budur.

 

 

DİRENMEK BAŞKA KAZANMAK BAŞKA

 

Direnmek başka, kazanmak başkadır.

 

Kimileri direnişin diliyle konuşmaktan mutlu olur. Savaşanlar ise kazanmayı amaçlar.

 

Direnişin diliyle konuşarak çevrenizdeki “solcu” arkadaşlarınızı gaza getirebilirsiniz ama AKP ve MHP seçmenini ikna edemezsiniz!

 

Ultra solcular birbirlerini direniş dilinde yarışarak kandırabilirler, ama milleti bu tür laflarla ikna etme şansları yoktur.

 

Kimileri direniş lafına bayılanlara seslenir. Kimileri savaşta kazanmak için kuvvet toplamaya yönelir, kazanma amacına uygun olan strateji ve taktiği uygular ve savaşır.

 

Halk Oylamasında kazanmamız gereken kuvvet, MHP ve AKP tabanındaki vatanseverlik duyarlılığı yüksek olan seçmendir.

 

İşte o seçmen, “Diktatöre direniş diliyle” kazanılamaz.

 

Ve o zaman Evet oyları yüksek çıkar ve kahraman direnişçilerimiz direndikleriyle kalırlar.

 

 

ÇAĞRI BAŞKA HAREKETE GEÇİRMEK BAŞKA

 

Direnebilmek için partili olmak gerekir. Örgütsüz olanlar, direnmekten söz ediyorlarsa, bu söz yalnızca havaya yapılan bir çağrıdır. Bu çağrının arkasında sorumluluk yoktur. Çağrı boşa çıksa, bir şey fark etmez. Ve zaten boşa çıkar. Örgütsüz çağrıların arakasından giden yoktur.

 

Halk Oylamasında Hayır için direniş çağrısı yapmak başkadır, Hayır oylarının üstün gelmesi için doğru strateji ve siyaset uygulamak başkadır.

 

 

LAFAZANLIK BAŞKA SORUMLULUK BAŞKA

 

Direnmek, bir sınıfın, bir topluluğun, bir milletin, hatta koskoca bir insanlığın sorumluluğunu taşımaktır. O nedenle sonucu kaybetmek olmayan bir direnişin hesabı yapılır.

 

Direnmek zafer içindir. Lafla direnenler için böyle bir hesaba gerek yoktur. Çünkü lafla hiçbir şey kaybedilmez.

 

Türgenyev’in Rudin romanını umarım okumuşsunuzdur. Barikatların üzerinde direniş meraklısı aristokrat aydınları anlatır. Onların meselesi, yalnızca barikatların üzerinde direnmektir, hatta yalnızca barikatların üzerinde direnme edebiyatı yapmaktır. Barikat onlar için bir savaş aracı değil, kahramanca laf etme aracıdır.

 

Ama bir Parti için barikat, laf konusu değil, fakat hayat memat konusudur. O nedenle örgütlü güç açısından barikat kazanmak içindir, barikatın üstünde kahramanca direnme edebiyatı paralamak için değildir.

 

 

ALKIŞLANMAK BAŞKA MİLLETİ İKNA ETMEK BAŞKA

 

Barikatta direnme edebiyatı yapanların bedel ödediği veya bir dava için can verdikleri görülmez. Barikat üzerinde kazanmak için savaşanlar varlıklarını ortaya koyarlar. O nedenle varlık yokluk hesabını yapmak zorundadırlar ve gerekirse canlarını da verirler.

 

Tayyip Erdoğan’a “diktatör” diyerek, hatta “faşist diktatör” diyerek dar bir çevrede itibarınızı koruyabilirsiniz, alkışlanabilirsiniz de, ama Halk Oylamasında Hayır çıkmasına katkıda bulunamazsınız, hele bir milletin geleceğini hiç koruyamazsınız.

 

Her direnen kazanmaz, ama kazanma olanakları bulunan bir mücadelede doğru strateji ve siyaset uygulayanlar kazanır.

 

 

DİRENMEK İÇİN DİRENİŞÇİLİK BAŞKA KAZANMAK İÇİN MÜCADELE BAŞKA

 

Bakın biz, Sol içinde 1971’e giden süreçte ve 1980’e giden süreçte de benzer tartışmalar yaptık. Kazanmak için mücadele ile direnmek için direnişçiliğin yolları her zaman ayrıdır. Birisinde başarı vardır, diğerinde gevezelik veya intihar vardır.

 

Kazanmak için örgüt gerekir, strateji gerekir, siyaset gerekir ve mücadele gerekir.

 

“Direniş dili” için yalnızca dil gerekir.

 

Bakın biz Ermeni Soykırımı yalanına karşı mücadelede de benzer tartışmalar yaşadık.

 

Ermeni diasporasına sövüp saymak ile davayı kazanmak başka mevzilerdir.

 

Ermeni diasporasına sövüp sayanlar mücadeleyi kazanmak için bir girişimde bile bulunmadılar, çünkü kazanmak diye bir meseleleri yoktu.

 

Ama emperyalizmin Ermeni Soykırımı yalanlarına karşı doğru strateji ve siyaseti üretenler, hem de Avrupa’nın en yüksek mahkemesinde davayı kazandılar. Çünkü sırtlarında sorumluluk vardı, örgütlüydüler ve kazanmak için mücadele ediyorlardı.

 

 

TUZSUZ DELİ BEKİR BAŞKA YAVUZ SULTAN SELİM BAŞKA

 

Yavuz Sultan Selim, “kaptırıp ilerleyen” bir direnişçi değildir. Akdeniz ticaretinin çökmesi üzerine ticaret yollarını denetlemek için Hindistan’a yöneldi. Bu açıdan geniş ufku vardı. Stratejisi ve siyasetleri vardı. O nedenle İran ve Mısır seferlerine çıktı. Yoksa kazanma amacı olmayan seferlere kalkışmadı. Yavuz Sultan Selim ile Tuzsuz Deli Bekir’i karıştırmamak gerekir.

 

Bilmiyorum anlatabildik mi?