Doğu Perinçek: Cemal Süreya’nın dağıttığı Kız Kulesi’nin düş senetleri

Yazdığı İzdüşümlerin son cümlesinde herkesin şemsiyesini tanımlardı. Cemal Süreya herkese bir şemsiye bulmuştu. Hiçbir yokluk, onun yokluğu kadar.

Tıbben yaşamım sona erdikten sonra dokum ve organlarımın diğer hastaların tedavisi için kullanılmasına izin veriyorum.

HİÇ YÜZÜNÜ GÖRMEDİĞİ İNSANLARLA PAYLAŞTI


Cemal Süreya’nın bende kalan "Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı Doku ve Organ Bağış Belgesi"ni masanın üzerine koydum. İçlenmek denen duygularla bakıyorum karta. Özlüyorum can yoldaşımı.


Okyanusların ve İklimlerin Şairi, hiç yüzünü görmediği ve tanımayacağı kimselere organlarını ve dokusunu bağışlıyor.


Cemal Süreya’ya uyumlu bir eylem! Her şeyine dokunabilirdiniz O’nun, ellerine, ayaklarına, gözlerine, başına ve gövdesine, ama onuruna, gururuna, suçsuzluğuna dokunamazdınız.


 

KASKETİNİ DUYGULARININ ÜZERİNE EĞEREK YAŞADI


Varlığını duyurmak istemeden yaşadı. O dokunduğu zaman sanki kapının zili çalmazdı. "Ben geliyorum, ben geldim" demezdi. Kapıdan girişi, merhabası, sohbeti, kasketini alıp gitmesi, hep rüya gibiydi. Duygularını ve kişiliğini bir sır gibi saklamak mıydı, yoksa Anadolu insanının o güzel mahcubiyeti mi. Belki gözlerini "Bir yük vagonunda açığı" için öyleydi. "Kasketini acılarının ve sevinçlerinin üzerine eğerek" yaşadı aramızda.


Organlarını ve dokusunu hiç bilmediği bir insana bırakması da, o yakası kalkık pardesüsünün içine gizlediği varlığıyla uyumluydu. Sanki bir esintinin içinde hiç kimseye görünmeden gelip geçti dünyamızdan.


Organları da O’nun değildi zaten, düşlerini ve umutlarını paylaştığı herkesindi.

 


GÜL PAZARINDA GÜL İLE GÜLÜ TARTTI


"Organ Bağış Belgesinin" adını değiştiremezdi. Ama biliyorum, o "bağış" sözcüğünden hiç hoşlanmamıştır. "Bağış" yoktu onun hayatında? "Bağış" her şeye rağmen, bağışlanan kişiye dokunurdu. Bağışlayan ise, bir meçhul asker gibi toprağın altında kimselerin haberi olmadan yatmalıydı.


Karşılıksız vermek vardı, paylaşmak vardı Cemal Süreya’da. Gül Pazarında, gül ile gülü tartmaktı bütün alış verişleri. Piyasaya teslim olmadı. Sessizliği belki de bu nedenleydi.


Turgut Özal, "Boğaziçi Köprüsü’nün hisse senetlerini satışa çıkarınca, Cemal Süreya, "Kız Kulesi’nin düş getiren pay senetlerini dağıttı." Kâr peşinde olanların değil, düş peşinde olanların şairiydi. Piyasaya düşmeyen şiiri yazdı. Düşün fiyatı yoktu. Satılmayan, kiralanmayan, değişilmeyen, karşılığı olmayan değerleri büyüttü hayatı boyunca. Karşılıksız aşktı Onunkisi.

 


SULAR DONMASIN DİYE NÖBETLEŞE KANAT ÇIRPTI


"Hiçbir şeyi yoktu akıp giden sokaktan başka." O’na sorsanız, gözleri, elleri, ayakları bile yoktu bağışlayacak. Varlığı insanlığın okyanuslarına ve iklimlerine aitti.


O’nun şiirinde ‘Yaban ördekleri nöbetleşe kanat çırpardı, sular donmasın diye."


O’nun sevgilisi, "Çalışan inanlar için akşamlara kadar toz duman içinde bir eliyle de ekmek kesiyordu."

 


HER ŞEYİYLE VARDI


Aydınlıkçıydı, çünkü her şeyiyle vardı.


1986 güzüydü, bize gelmişlerdi. "Var mısın bu dergiyi birlikte çıkaralım?" diye sordum. "Ben varım" dedi. "Her şeyimle varım". O andan başlayarak 2000’e Doğru dergisi her şeyimiz olmuştu. O da "Doğu çıksa da bir dergi çıkarsak" dermiş.


Günlüğüne şöyle yazdı:


"Bugüne dek, yazarken en özgür olduğum, kendimi öyle duyumsadığım yayın organı 2000’e Doğru dergisi oldu. Özgür olmadığım yerde zaten yazmam. Ama kişinin kendini iyice öyle duyumsaması müthiş bir şey."


Cemal Süreya, has Aydınlıkçıydı. 1978-80 Aydınlığında Paçal köşesini yazdı. 12 Eylül karanlığında Saçak Yazı Kurulu’nun en disiplinli, en çalışkan üyesiydi. Evlerdeki gizli toplantıların hiçbirini sektirmedi. Parti üyesi olmanın ötesinde, Parti önderliğinin içindeydi her zaman. Dava adamıydı bütün sessizliğiyle.

 


YORGANINI BİLE GETİRECEKTİ


1989 yılı yaz günleriydi. Dergide odasına girdim: "Günlük gazeteye hazırlan, çıkarıyoruz." Yerinden fırladı, coşku içindeydi.


"Bırakacaksın her işi günlük gazetede çalışacağız" dedim. "Sahi mi?" diyordu sevinçle ve "Birsen’i de bırakacak mıyım" diye sordu. Gülüştük.


"Tek günlük gazete çıksın, haftada dört gün gelirim, hatta istersen beş gün bile gelirim, yorganımı bile getiririm." Sık sık soruyordu: "Günlüğe ne zaman başlıyoruz? Ona göre işleri tasfiye edeyim."


Günlük gazetede köşesi olacaktı. "Türkiye’nin şu dönem benim gibi siyasi köşe yazarına ihtiyacı var. Siyaset yazmak benim gizli kalmış yeteneğim."


Türkiye’de köşe yazarları kendilerini tekrar edip duruyorlardı, düşünce üretemiyorlardı. Yeniliğe ve yeni yüzlere gerek vardı. "Bunu yaparım" diyordu. "Kendimi tekrar etmeye başladığım an bırakırım."

 


HERKESE BİR ŞEMSİYE BULMUŞTU


1989 yılının son günleriydi. Bostancı’da Hatay’dan aldım, bir arkadaşımın evine geldik. Altı aydır yetiştirmesi gereken işler nedeniyle derginin redaksiyonuna ara vermişti, yalnız "İzdüşümler"i yazıyordu. Ama içine sinmiyordu. Cümle aynı: "Derginin bana ihtiyacı var." Ve arkasından müjdeyi verdi: "Ocağın ilk haftasında oradayım."


Ocağın başında haberi geldi.


Yazdığı İzdüşümlerin son cümlesinde herkesin şemsiyesini tanımlardı.


Cemal Süreya herkese bir şemsiye bulmuştu.


Hiçbir yokluk, onun yokluğu kadar sessiz ve ıssız değildir.