Utku Reyhan: Bir deli kuyuya taş atmış kırk akıllı kuyuya atlamış!

Sosyal medyanın büyük oranda sahte haberlerin yayılması için kullanılan bir dünya olduğu artık aşikâr.

Sosyal medyanın büyük oranda sahte haberlerin yayılması için kullanılan bir dünya olduğu artık aşikâr. Ve bu yönüyle toplumları kargaşaya sürüklemek, insanları birbirine düşürmek için çok elverişli bir ortam sağladığı da su götürmez bir gerçek.

 

Her güne toplumu yönlendirmeyi amaçlayan sahte haberlerle uyanıyoruz. Sahte olan, alabildiğine hızla yayılırken, yapılan düzeltme neredeyse görülmüyor. Belirli düzenlemeler yapılsa da sosyal medya hâlâ başına buyruk, sözüm ona özgür gerçekte ise sorumsuz bir alan. Bir yalanı, hele hele inanmaya politik sebeplerle hazır bonzai içmiş bir kitle de varsa, salıyorsunuz ortalığa ve ışık hızıyla yayılıyor. Üstelik bu çoğu zaman masumane telefon şakaları gibi olmuyor. Basbayağı planlı, sistemli, amaçlı, örgütlü yapılıyor.

 

 

'YALAN DA OLSA HOŞUMA GİDİYOR'


Sosyal medyayı çıplak bir kitle iletişim aracı olarak düşünmemek gerekiyor. Orada bir kültür var. Zahmet edip araştırma yapılmayan, önüne gelene inanılan sığ bir kültür. İletişim kurmak ya da bilgiye erişmek asla birincil amaç değil bu kültürde. Bu kültürün güçlü bir dönüştürücü etkisi olduğunu kabul etmek gerekir. Öyle ki “koca koca”, okumuş yazmış hocalar, duayen “araştırmacı gazeteciler”, aynı sorumsuzluğa sahip olabiliyor. Onlardan yalanları düzeltmeleri, en azından ortak olmamaları beklenirken, tersine yalanın taşıyıcısı olarak kitleselleşmesini sağlıyorlar. Nasıl olsa alkışlayacak olanlar hazır, Nâzım Hikmet şiirindeki gibi “yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle…”

 

Özellikle savaş, terör, afet, seçim gibi karmaşanın hâkim olduğu, dikkatlerin, duyguların yoğunlaştığı zamanlarda toplum yönlendirilmeye daha açık oluyor. Elazığ depreminde olduğu gibi İzmir depreminde de çok sayıda yalan haber hepimizin önüne düştü. Çoğunlukla sahte hesapların ürettiği yalanlar, gerçek kişilerce benimsenip “elden ele yayıldı”. Bütün ülke enkaz altındaki insanımızla hatta kedi, köpek dostlarımızla duygudaşlık içindeyken birileri bilgisayar başında yalan haber kurguluyordu. Sahte profil fotoğrafları, sahte isimler, sahte kimlikler, sahte haberler…

 

 

YUSUF ZİYA ÖZCAN VE MÜZİKLİ KONVOY


Örneğin eski YÖK Başkanlarından, şimdilerde Ahmet Davutoğlu’nun partisinde siyaset yapan Yusuf Ziya Özcan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konvoyunun İzmir’deki enkaz bölgesine marşlar çalarak girdiğini yazdı. İşin aslı, Erdoğan’ın araçla deprem bölgesine girdiği görüntünün üzerine birisi montajla müzik sesi eklemiş! Görüntünün orijinalinde müzik falan yok. Aslında aklı başında sıradan biri, bunun yalan olduğunu kolayca anlayabilirdi. Birinin örgütlü olarak, muhtemelen FETÖ ile bağlantılı olarak bu montaj işini yaparak sosyal medyada yine örgütlü biçimde dolaşıma soktuğu çok açık. Bu normal, onlardan beklenir, işlerinin adı ne? Vahim olan YÖK Başkanlığı yapmış bir profesörün bunu siyaset malzemesi olarak kullanması. Üstelik yalan ortaya çıkınca özür dilemeyi bile reddetmesi.

SELİN SAYEK BÖKE VE AFAD


CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke’yi ele alalım. Böke, AFAD’a ait çadırları kullanmak isteyen depremzedelerden evlerine ait hasar belgesi istendiğini, buna karşın CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin çadırlarını isteyen herkesin kullanabileceğini söyledi. Bu iddiayı hem İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı hem de AFAD Başkanı Mehmet Güllüoğlu yalanladı. “Böyle bir belge istenmesi söz konusu değil, çünkü henüz böyle bir belge yok! İhtiyacı olan herkes AFAD çadırlarında kalabiliyor ve 268 çadırımız hala boş.” Aslında ortada “çadırda kalamıyorum” diyen biri de yok. Ama nasıl olsa atış serbest. Düşünsenize, depremin ardından anında bölgeye gitmişsiniz, bir canı kurtarmak için üç gecedir uykusuzca enkaz eşeliyorsunuz, sıcak yemekler dağıtıyorsunuz, çadır kurup kimse üşümesin diye battaniye dağıtıyorsunuz. Bunların bir kısmını gönüllü olarak yapıyorsunuz. Ama birisi çıkıyor, “devlet kötü, belediye iyi” mesajı vermek için bütün emekleri silip atıyor. Yalancılar, vicdansız da oluyor.

DURMUŞ YILMAZ VE KIZILAY


İyi Parti’nin yıldızlarından eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da farklı değil. Yılmaz, Kızılay’ın depremde ortalıkta görünmediğini yazdı. Hâlbuki yüzlerce personeli ve gönüllüsüyle Kızılay, baştan beri oradaydı. Yaptıkları bütün işleri içeren bir açıklama yayınlamak durumunda kaldılar. Hiçbir para almadan, baretini, önlüğünü giyip depremzedelere yardım eden yüzlerce gönüllü insana daha büyük terbiyesizlik yapılamazdı herhalde. 90 personel, 84 şube görevlisi, 481 gönüllü, 220 bin sıcak yemek, 118 bin paketli gıda, 110 bin içecek, 2049 barınma çadırı, 1256 ısıtıcı, 51 genel maksat çadırı, 16 bin 50 battaniye, 6 bin 900 yatak, 5 mobil mutfak, 5 ikram aracı ile (1 Kasım akşamı itibarıyla) Kızılay deprem alanındaydı. Kızılay’ın görevi bu. Övgü beklediklerini de zannetmiyorum. Peki, Durmuş Yılmaz neye dayanarak Kızılay’ın ortada olmadığını yazdı? Hiç! Neticede yalan bu. Bir şeye dayanması mı gerekiyordu? Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da Elazığ’da Kızılay’ın çadırında depremzedeleri ziyaret etmiş, sonra Kızılay’ı Elazığ’da görmediğini söylemişti. Yoksa Kızılay görünmez kumaşlardan mı çadır imal ediyor? Gerçi bir de dimdik ayakta olan Kızılay binasının İzmir depreminde yıkıldığını yazan büyük siyasetçiler var. Galiba bina da görünmez malzemeden.

FATİH PORTAKAL VE YAT YARIŞLARI   


“Bu nasıl duyarsızlık” diye soruyor Fatih Portakal. Bu kadar acı varken Cumhurbaşkanlığı Yat Yarışının iptal edilmemesini kınıyor. Haklı tabii. Ama bir sorun var. Fatih Bey bunu 31 Kasım’da, depremden 1 gün sonra yazıyor. O yazmadan tam 24 saat önce, yani deprem günü yat yarışları derhal iptal edilmiş, ödül töreni de ertelenmiş. Öyle birinin kulağına falan da söylenmemiş, bildiğiniz resmen ilan edilmiş. Fatih Bey bir gazeteci olarak bunu araştırma gereği duymamış. Sonra? Sonrası daha beter. Kendisinden 24 saat önce yapılan iptalin, kendisinin çıkışı üzerine yapıldığını ima etmiş! Ortaya attığı sahte haberi geri çekmek gibi bir erdem sergileyeceğine daha da derinleştirmiş. “Sıvamış” da diyebiliriz. Tabii bir grup hayranı düştüğü durumdan dolayı üzülür ve onun adına utanırken, diğer bir grup her şeye rağmen Fatih Bey’in uyarısıyla yarışların iptal edildiğine inanmaya devam ediyor. Akıl alır gibi değil ama böyle.

'ASLINDA 7 ŞİDDETİNDE AMA…'


Yıllarca büyük haber kanallarında programlar yapan birisi, depremin şiddetinin bilerek düşük açıklandığını yazdı mesela. “Eğer 7 ölçeğinde olursa afet ilan edilir, bu nedenle düşük gösteriyorlar” iddiasında bulundu. Gerçekte hiçbir kanun ya da yönetmelikte afet için böyle bir ölçüt tanımlanmış değil. “Ben kimsenin bilmediği müthiş ve gizli şeyler biliyorum, her şeyi gizliyorlar” diyen şehvetli, kendini göstermek için çırpınan bir insan tipi var. Bu da onlardan. Aynısını Elazığ depremi sonrası bir muhalif oyuncu da yapmıştı. “Aslında daha yüksekti deprem, ama gizliyorlar”. Hepsi bedenlerinde sismik ölçüm cihazlarıyla doğmuşlar maşallah. “Lozan’ın 100 yıl ömrü var, gizliyorlar” gibi yeni bir şehir efsanemiz oldu. 

EROİN BAĞIMLILIĞI GİBİ YALAN BAĞIMLILIĞI


Kişisel gözlemim, yalan haberlere itibar etme konusunda eğitimli insanların daha cevval olduğu yönünde. Bazen öyle eğitimli insanlar öyle şeylere araştırmadan inanıyor ki, insan hayrete düşüyor. Üstelik, bir yalanın yalan olduğunu anlatınca size şüphe ile bakıyorlar. Galiba en dikkat çekici olan da bu. “Yok kardeşim, o iddia doğru değil, aslında şöyle” diye açıklıyorsun, kanıtlıyorsun “senin bundan çıkarın ne” diyor. armut dediği şeyin aslında basketbol topu olduğunu anlatıyorsun, “sen de onlardansın” diyor. Bu bir hastalık…

ÖRGÜTLÜ İŞLER


Bilgisayarımı açıyorum, rastgele başörtülü bir genç kadın fotoğrafı buluyorum, bir de kendime sahte kadın ismi ayarlıyorum. Açıyorum bir sosyal medya hesabı ve “İzmir’de Allah’ın haram kıldığı zina ve alkol yüzünden deprem oldu” yazıyorum. Ortalık karışıyor. Üstelik bunu tek başıma yapmıyorum. Aynı anda onlarca sahte hesap açarak benzer şeyleri yazıyoruz. Depremin kenetlemesi gereken insanları bir anda birbirine düşürüyoruz. Devlet bizi yakalıyor, mahkeme önüne çıkarıyor ama yüz binlerce insan bizi hâlâ gerçek sanıyor. Yazdıklarımız üzerinden kavgaya tutuşuyor: “Vay dinciler böyle, vay laikler şöyle.” Harika değil mi? Ağrı Dağı’ndaki çobandan, Maslak’taki plaza beyaz yakalısına kadar herkes nefesini tutup 3 yaşındaki Elif’ten 65 saat sonra mucize beklerken, onun küçücük parmaklarıyla kurtarma görevlisinin parmağına sıkıca yapışmasına ağlarken, biz pis sırıtışımızla okyanus ötesinde ellerimizi ovuşturuyoruz.

 

Hepimiz dikkatli olmalıyız. Her gördüğümüze inanmamalıyız. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) tarafından yapılan ve Science Dergisi’nde yayınlanan bir araştırmaya göre Twitter isimli sosyal medya platformunda yalan bilgi, doğru bilgiye göre 6 kat daha hızlı yayılıyor. Bir bilginin doğru ya da yanlış olduğunu anlamadan, teyit etmeden kullanmak bilerek ya da bilmeyerek toplumu zehirlemek anlamına geliyor. Hele hele yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz “namlı” insanlar, daha dikkatli olmak zorundalar. Hatırlayın daha birkaç ay önce, ezanda müziğin sesini kısma tartışması sonucunda işlenen bir cinayeti “Kürtçe türkü söylediği için öldürüldü” diye servis ettiler. Oysa gerçekte ortada ne Kürtçe vardı ne de bir türkü. Bizi birbirimize düşürmek istediler.

 

Belki karamsar geldi. Olabilir. Durumun fotoğrafını çektik ve herkesi dikkate davet ettik. İşin aslı, “yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” Hakikat eninde sonuna galebe çalar. O nedenle içiniz rahat olsun.