Şule Perinçek: Kendinize güveniniz! Veriniz, verelim, versinler!

Seçimlere son bir hafta kaldı. Genellikle her seçimde olur. Ancak bu kez biraz daha şiddetli yaşanıyor. Anketler geliyor. Herkesin konuştuğundan anlıyorum. Ekranlardan görüyorum. Puanlar düşüyor. O zaman daha çok uçuyor.

 

“Proceler” uçuşuyor.

 

İşte bana geliyor!

 

Kaçmak, kulaklarımı tıkamak istiyorum.

 

Bırakın partileri, insanların bu kadar “sahteci” olmasına dayanamıyorum.

 

Biraz gayret ederseniz komik bile bulabilirsiniz.

 

Ama bu seçimlerde onu bile yapamıyorum.

 

Biri kriz hallerini kötüden az kötüye şöyle sıralamış:

 

1.Slumpflasyon

 

2.Depresyon

 

3.Resesyon

 

4.Deflasyon

 

5.Stagflasyon

 

6.Enflasyon

 

Gülümseyemiyorum bile.

 

 

UÇUŞAN PROCELER

 

“Proceler” uçuşuyor. Bile bile yalanlar savruluyor... Tehditler... seviyesizlikler...

 

Ama neyse ki Vatan Partisi var. Bakın açık açık söylüyorum.

 

Beni ayaklarımdan sıkı sıkı tutuyor. Yere bastırıyor.

 

Kendi Partim diye demiyorum.

 

Adaylara bakıyorum. Dinliyorum.

 

İşçinin derdi var koşuyor, sendikasını da ihmal etmiyor, köylünün kestane ağacı kanser olmuş doktor yetiştiriyor, kentsel dönüşüm mağduruna bir değil yedi çareyi peşpeşe sıralıyor, öğrencisinin barınağını öyle bir tanımlıyor ki, tamam diyorsun, çocuğumu o kente gözü kapalı gönderirim, kültürü-sanatı unutmuyor, engellisine özel hem de... Seçim bildirgesine kendi çizdiği usta işi karikatürünü dahil eden, sanatın balını katan var mı başka aday...

 

Yeni Arayışlar Girişimi Platformu Derneği (YAPDER) önderliğinde bu yıl beşincisi düzenlenen “Yeşil Ekonomi Ödülü” “Mavi İstanbul” projesiyle Vatan Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa İlker Yücel'e verildi. Seçim sırasında pek yapılmaz oysa. Belli ki ciddi ve sorumluluk nedeniyle verilen bir ödül. Yeşili kolladığına göre. Hak edene vermeli. Zamanında. Kulaklara küpe.

 

Gerekçesinde şu özellikle de belirtiliyor:

 

“Diğer adaylar da Yücel'in çıkışı sonrası İstanbul'un denizle bütünleşen ruhuna uygun söylemleri dile getirmeye başladılar.”

 

İşte bu.

 

Sıkı sıkı yere basıyorum.

 

 

GEL YAP UYGULA

 

Ayağı yere basan gerçek tasarımlar. Cez... caz... değil.

 

Ajans masalarında sabahlara kadar sigara-kahve-çay tüketerek masa başlarında dumanlı dumanlı üretilen değil... Hangi parti daha çok para verirse ona satılan değil... Yılların birikimiyle köy köy kent kent dolaşarak, imbikten geçirerek oluşturulan, insana değen, insana veren yerel yönetim anlayışı, onun tasarımları. “Proce” gibi yabancı değil. Bizim.

 

Gel, yap, uygula... O kadar hazır!

 

Bunu kenara koyuyoruz.

 

Kim yapacak?

 

Bakıyoruz. Seçeceğiz.

 

Bir eli yağda, balda, rantta olan mı?

 

İnisiyatifsiz, edilgen, salla başlı mı?

 

Bir eli mafyatik adamların cebindeki 600 bin dolarda olan mı?

 

Bir eli PKK'nın omzunda, emperyalizme göz kırpan mı?

 

Kürsüye çıkınca “Hadi ordan beee...”den başka cümle kuramayan mı??

 

Zor dönemden geçiyoruz. Önümüzde büyük sorunlar var.

 

Dereyi bile onlarla geçemeyeceğimiz belli. Kentleri yöneteceğiz. Türkiye'yi yöneteceğiz.

 

Okyanus dalgalarından söz ediyoruz.

 

Özel yapım gemiye bineceğiz. Kaptanı kaptan olacak. Doğru rota.

 

Mürettabat uygun. Yolcular güvende.

 

Sorun ne?

 

Bilet.

 

Bir tek sizin oyunuz.

 

Kendinize güveniniz!

 

Veriniz, verelim, versinler!

 

 

YA ABD BİZE KIZARSA

 

Türkiye'nin ABD eski Büyükelçisi Namık Tan, “Sular ısınıyor, F-35 teslimatı askıya alınabilir” başlığıyla şöyle yazmış:

 

“ABD'li yetkililer, henüz bir karar alınmış olmamasına rağmen, Washington yönetiminin Türkiye'ye F-35 verilmesi hazırlıklarını askıya almayı düşündüğünü doğruladı. ABD tarafı ayrıca Türkiye'ye alternatif tedarikçi arayışına da başladı.

 

S-400 alımında ısrar, ilişkilerimizi ciddi şekilde gerecektir. Bunun ekonomimize de çok olumsuz yansımaları olur. 'Dış politikada bin düşünüp, bir adım atmak gereklidir' sözünü bugünlerde hatırda tutmamızda yarar var.

 

S-400 meselesine hamaset zemininde yaklaşmak bize kaybettirir. Gerçekçi/soğukkanlı olmalyız. F-35’lerin imalatına yaptığımız katkının, bu bağlamda ortak üretim sürecinde yer almamızın, savunma sanayii şirketlerimize ciddi teknolojik kabiliyet, ülkemize gelir kazandırmakta olduğunu unutmamalıyız.”

 

Başta yazmasam eminim şaşıracaksınız “Tan, acaba nerenin büyükelçisi” diye. Sanki tarafını şaşırmış gibi.

 

Altına düşülen notlar da bir o kadar ilginç aslında. Duyarlık müthiş. Birkaçını aktarayım.

 

*NATO üyesi Yunanistan'ın, ABD'nin kuklası Suud'un aldıkları S-300, S-400 sorun yaratmazken bizim almamız niye sorun oluyor ve bu ülkenin dışişleri bürokratı olan siz niye ABD ağzı ile konuşuyorsunuz ?

 

*Tek sorun S-400'ler mi? Yani S-400'leri almasak her şey normalleşecek mi? ABD-YPG ye desteği kesecek mi misal? Fırat’ın doğusuna operasyona katılmayacak mı? Vs. vs vs. Eğer tehditle vazgeçersek yarın yine tehditle Rusya’dan “nükleer santral malzemeleri alma, doğalgaz alma” demez mi?

 

 

İlk okuduğumda yazana dikkat etmedim, dedim ki yabancı biri herhalde sonra baktım bizim büyükelçiymiş. Bu ağız, hiç doğru bir ağız değildir. F-35 dediğiniz uluslar arası sözleşmelerle başlamış olan bir projedir ve tek bir ülkenin söz sahibi olduğu bir proje değildir.

 

*Ülkemize yansımasını bilmem de, size yansıması ABD'den iyi oluyor çok belli.

 

*Tehditlere boyun mu eğelim? NATO üyesi ülkelerin yüksek fiyatlı hava savunma sistemlerini mi alalım? Çin ile yapılan anlaşma bozuldu sonuç ne oldu? ABD, PKK ile işbirliği yaptı! Umarım S-400 konusunda geri adım atmayız.

 

*Aynı gemideyiz diye bir söz söylüyorlar ben sizin gibilerle aynı gemi değil aynı dolmuşta olmak bile istemem.

 

 

S-400 ve eski büyükelçi Namık Tan'ın telaşı.
S-400 ve eski büyükelçi Namık Tan'ın telaşı.

BAKAN SOYLU: HDP, PKK'NIN UZANTISIDIR

 

“HDP, PKK’nın uzantısı olan bir siyasi partidir.”

 

Evet. Peki, bu yasalara göre serbest midir?

 

O zaman gereği nedir? Vatan Partisi dedi ve yaptı. “Dün Adana HDP il binasını bastık.”

 

Kim kim “bastınız?”

 

 

...

 

“İçeride kozmik oda oluşturmuşlar. Çek senet işi yapıyorlar. Mahkeme kuruyorlar. Para alıyorlar, veriyorlar, milleti tehdit ediyorlar. Bunlar hem terörist hem mafyacı hem de ahlaksız.”

 

Bu da mı “suç” değil??

 

 

...

 

“Bu adamları Meclis'e sokanlar ne yapacaklar? Bunların vekilleri İstanbul’da bir araya gelecekler. Diyarbakır’a kadar yürüyecekler. Neden? Apo İmralı’dan çıksın diye.”

 

“7 Haziran’da bunlar yüzde 13 oy aldı. Yetmedi camileri, okulları, hastaneleri yaktılar yıktılar. Terör örgütü talimat veriyor. Örgüte talimatı veren Amerika’dır, Kandil'dir. (...) HDP diye bir siyasi parti yoktur. PKK vardır. Bu vekiller, milletvekili değildir. Bunlar PKK’nın, terörün vekilidir. Kendi karakterleri, haysiyetleri söyleyebilecekleri bir tek sözleri yoktur.”

 

Bunu bizim mahalledeki bakkal dizlerini döverek söylese anlayacağım.

 

Ama bu ülkenin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 21 Mart'ta Denizli Çivril'de konuşuyor.

 

O zaman anlamıyorum!

 

Diyorum ki, boş veeer seçim konuşması işte. Oyları artırmak için milletimizin sağduyusuyla, duyarlığıyla, bölünmez birliği ve bütünlüğüne olan düşkünlüğüyle dalga geçiliyor... Kullanılıyor.

 

Vatan Partisi'nin HDP'yi kapatma başvurusu özellikle bekletiliyormuş.

Rollercoaster neymiş? Demek buymuş. Aslında Türkçesini bulmalı. Yetişmemiş herhalde. Bir tür eğlence treni. Seçim dönemi olmasa aslında bunu da geç öğrenecektik. 31 Mart'tan önce aceleyle açılan Ankapark'ta “rollercoaster” bozulmuş. Onlarca insan metrelerce yükseklikte asılı kalmış, facianın eşiğinden dönülmüş. Bir de işte seçim dönemlerinde bu işlerden korkuyorum. Açılış törenleri. Neyse son 15 gün seçim yasakları başladı. Farkettiniz mi?