Şule Perinçek: Haberin kokusunu sesinizden duyarız

Haberi nasıl okuyacağınızın, sesinizin vurgusunu nasıl yapacağınızın bile önemi var

Arada bir çuvaldız yazıları yazarım. Epeydir ara vermişim.

 

Dün haberleri izlerken fark ettim. Artık kanal kanal gezmiyorum. Eskiden birinde olmayan ne var acaba, aman atlamayayım derdim.

 

Ama artık gerçekten Ulusal Kanal hariç, biri yetiyor. Hemen hepsi aynı. Sıralama bile. İlk önce felaket haberleri. Art arda. Cinayetler, yangınlar, hastalıklar, üzüntüler, zavallılıklar, muhtaçlıklar... Nasıl bir ballandırma. Sanki acılardan haz duyuluyor.

 

Ya da belki “benim durumum iyi yine de, baksana duruma” mı dedirtiyorlar.

 

İnsanların üzerine üzerine gidiliyor. Kişilik hakları filan yok sayılıyor elbette. Herkes acısının, zaaf anının o sırada yansıtılmasından, görüntülenmesinden hoşlanır mı acaba??

 

Bazı ülkelerde izin gerekiyor.

 

Gerçi insanlarımızın değer yargılarıyla da çok oynadılar. Bi sadaka kültürü yaratıldı ne yazık ki... Mikrofonu tutar tutmaz yardım talebini sıralıyor hemen. İhtiyaç elbette biliyorum ama... önce can derdine çare aranırdı, sonra utana sıkıla arkası gelirdi.

 

Cinayet haberleri tamamen ayrı başlık. O konuya hiç girmiyorum.

 

Orada cinsiyet ayrımcılığı da konuya dahil oluyor. Yazı başka yere gider.

 

 

FELAKET HABERCİLERİ


Bazen inanın o gün bir felaket olmasa haber merkezlerinde bir telaş alıyor mudur acaba diye düşünüyorum.

 

Canlı bağlantılar zaten hepsi otomatik. Tartışma programlarının bile arasına pat diye giriyor. Bağlan, aktar... oh ne rahat... zaten çekim derdin de yok. Bas tuşa çık dışarı bir çay sigara zamanı...

 

Kim uğraşacak... İzle, toparla, vurguları çıkar, iletisini belirle... emeğini kat, kime yorumlattırabilirim diye düşün, bul, bağlantıyı sağla, izleyiciye malzemeden bir üst hizmet sun... Elbette konuşmayı dinleyeceksin, anlayacaksın, değerlendireceksin, nereye oturuyor bileceksin, çünkü uzun zamandır süreci izliyorsun, soru çıkaracaksın, yorumcuyu konuşturacaksın. Yok!

 

Yorumcular da otomatik zaten.

 

Çoğu kadrolu.

 

Her işe nane.

 

Bir de konuya göre adam mı bulacaksın. Hem yönetim ne der bakalım.

 

İş ki havalı olsunlar, görüntüleri cazip... gerisini boş ver.

 

Kanal kanal gezmişler ne gam.

 

Bir habercilik yarışı?? O da ne??

 

 

TEK TİP SUNUCU


Bir de sunucular var.

 

Onlar da tek tip.

 

Model alınan bir ünlüsü oluyor genellikle. Saçını o ne yaparsa hepsi sıraya diziliyor. Yüzünün şekli, yakışır yakışmaz hiç önemli değil. Eğer gözünü kapkara boyuyorsa hepsi öyle yapıyor. Göz kapaklarının biçimi o makyaja gider mi gitmez mi... sorun yapılmıyor. Şu kaskatı iki yanda okyanus dalgası saçtan artık bunaltı gelmişti; bir yanı kısa, bir yanı uzuna geçtik... Küpe sallanır iki kulakta; haberi dinleyemezsin, gözün ona takılır. Ya da çok koyu rujlu dudak kanatlandı uçtu uçacak ekranda diye izlemekten ne dedi kaçırırsın. Bir de yürüme modaydı bir ara. Herkesin ayağında 15 pont yüksek topuklu ayakkabı, hiç de estetik olmayan bir görüntü. Bir oraya bir buraya ip cambazları gibi seğirtirken, bizler stres içindeyiz. Haber sunucu kızımız ha düştü ha ayağını burkacak kaygısıyla biz izleyicilere soğuk terler döktürür.

 

 

BEDEN Mİ HABER Mİ


Dekoltelere de girsem mi... Takılan mikrofonların yakayı aşağı çekiştirmesine... Göz başka yerde, kulak haberde olabiliyor mu?

 

Sergilenen nedir?

 

Beden mi? Haber mi?

 

Bir karar vermeli.

 

İlle kadınlar 90-60-90 ölçüsünde mi olmalı?

 

Ekranda haber sunabilmek ciddi bir iş. Beden ölçüsünden çok birikime dayanmalı. Öyle zamanlar olur ki... saatlerce bilinmedik, ani gelişen bir olayı ekranda idare etmek, sürdürmek ya da anında soru üretmek zorunda kalabilirsiniz.

 

Erkekler zıplaya hoplaya ille de bir maskaralık yapmak zorunda sanki. Ne yapsınlar onların payına da ekranda o düşüyor. Şu senli-benli sunuşu hiç anlayamıyorum. İzleyiciyle saygılı bir ilişki olmalı.

 

Ekrandakiyle alandaki muhabir arasında da sen-ben olmamalı. Hepimizin önünde yanağından makas almak olur mu. Hatta bazen bizi bırakıyorlar, yok sayıyorlar, muhabir doğrudan stüdyodaki sunucu abisine anlatıyor, şöyle oldu böyle oldu. Muhatabı izleyici olmalı. Hizmet ona sunuluyor. Bağırmak çağırmak, haberin içeriğine tepkilerini belirtmek, “Yaşlı teyzelerin duygularına tercüman olup” dillendirmek ne kadar itici. Reytingi götürüp haberciliğe değil, bu işi ne kadar yüksek perdeden yaparsana, şaklabanlığa bağladılar. Bazen komiklik yapacağım derken, kazalar olabiliyor, hiç söylenmemesi gereken ağızdan kaçıyor.

 

Eskiden meslek yaşamı biterdi. Şimdi ne oluyor acaba?

 

 

HABER BİR HİZMETTİR


Haber sunmak bir hizmettir. Sunulan haberdir.

 

Yıllar önce ekonomi sayfalarını yönettiğim sıralar ünlü bir markamızın defilesine çağrılıydım. Mankenlerin yüzüne bakamadım. İçim ürperdi. Buzlu cam gibi. Sanki canlı değiller.

 

Deniz Adanalı'ya söyledim. “Onlar” dedi “bunun eğitimini alıyorlar. Çünkü görevleri elbiseleri sunmak...”
 
Mankenlikte de, habercilikte de, oyunculukta da “sunuş” değişti mi?

 

Tiyatro sahnesinde yanlışlıkla askınızın kopmasının birden seyirci patlamasına yol açması gibi...

 

Mankenlerin aşkları saat ücretlerine mi yansıyor artık?

 

Birikim ve liyakat değil, ilişki mi ekran yolunu açıyor?

 

Gazetecilik ciddi bir iştir. Her meslekte bir sorumluluk var elbette.

 

Ama sizin yaptığınız bir haber vezir de edebiliyor, rezil de... Silmek ne kadar zor.

 

 

EMEK İSTER


Yalnızca kişisel mi?

 

Hükümetler deviren, bakanları yerinden eden haberler yaşadık.

 

Ülkenin kaderini değiştiren.

 

Haksızlıkların üzerine giden.

 

Özen ister.

 

Emek ister.

 

Sorumluluk ister.

 

İnsana saygı ister.

 

Hepsinden önemlisi vatanseverlik ister.

 

Aşk ister.

 

Yorgunluk bilmezsiniz, para bilmezsiniz, zaman hesabı yapmazsınız... çoluk çocuk aile...

 

O zaman işinizi ciddiye alırsınız.

 

Yetişecek! İyi olacak! Eksiksiz olacak! Şuna da bakayım! Buna da sorayım! Şunu araştırayım! Yabancı sözcükler. Nasıl okunur? Çok bildik isimler. Kafası gözü yarılıyor. Ben dinlerken utanıyorum. Oysa işleri kolay şimdi. İnternette bas tuşa bir zahmet. Japonca bile okusun.

 

Haberi nasıl okuyacağınızın, sesinizin vurgusunu nasıl yapacağınızın bile önemi var. Bazen fark ediyorum. İlk kez ekranda okurken o bilgiyle ya da sözcükle karşılaşıyor. Türkçe çok özel bir dil. Hemen ele veriyor.

 

Ön hazırlık gerekir. Hatta haberin oluşturulmasına da katılmak gerekir. Havasını soluyacaksınız. Kokusunu alacaksınız haberin.

 

Sesinizden duyarım.

 

Hele haber yapma sorumluluğu... ona fazla giremedim.

 

Yedi bitirdi 46 yılımı...

 

Keyifli mi?

 

Hiç sormayın! Tarifi yok!

UCUZ MİLLETVEKİLLİĞİ


O da parti kurmuş bu da... Konuşuyorlardı. 10-15 parti olmuş. Daha da teşebbüsler varmış. Kafası kızan parti kuruyor. Böyle solun içinde ipsiz sapsız örgütler vardı. Her merkez komite toplantılarında bir parça ayrılır, adlarının sonuna bir harf eklenirdi. Ahbaplar, çavuşlar... Sistem partileri de öyle oldu. Suyunun suyu. Alfabenin bir harfi hükmünde. Bizim yorumcular konuşmayı sürdürüyorlar bir yandan. Öyle demeyinmiş, ciddiye almak gerekirmiş, hepsini toplarsan yüzde şu kadar edermiş. Kim neyi savunuyor, hangi derde ne çare sunuyor; o yok tartışmalarda. Onlar da aslında boşuna konuşuyorlar.

 

Parti kuranların hesabı ne biliyor musunuz, acaba bir milletvekilliği kapabilir miyim...

 

Bu kadar ucuz mu?

Elleri dua için kaldırıp açmak bir Sumer geleneği. Asur kralı İkinci Sargon, sefere çıkmadan önce ay tanrısı Sin'e ellerini açıp dua eder, ay ışığını eline doldurur, ışığın içinde olduğu düşünülen koruyucu ve kutsayıcı güçleri toplayarak yüzüne aktarırmış. (MÖ. 713-706)
Elleri dua için kaldırıp açmak bir Sumer geleneği. Asur kralı İkinci Sargon, sefere çıkmadan önce ay tanrısı Sin'e ellerini açıp dua eder, ay ışığını eline doldurur, ışığın içinde olduğu düşünülen koruyucu ve kutsayıcı güçleri toplayarak yüzüne aktarırmış. (MÖ. 713-706)
İlk kadın savaş pilotumuz Sabiha Gökçen, Sahavet Karapars ve diğer kadın pilotlarımız. (1942). NH @qqueenfreddie
İlk kadın savaş pilotumuz Sabiha Gökçen, Sahavet Karapars ve diğer kadın pilotlarımız. (1942). NH @qqueenfreddie