Soner Polat: Yeni tip HDPsever Atatürkçülük!

"Bugünlerde bu gafleti “Atatürkçülük” olarak yutturmaya çalışanların çaresiz çırpınışlarına tanık olmaktayız."

Halkların Demokratik Partisi (HDP) terör örgütü PKK’nın siyasi kanadıdır. HDP’nin başkan ve yöneticileri de yaptıkları tüm demeçlerde bu yargının dışında bir söylemde bulunmamıştır. Durum bu kadar açık ve ortadayken, son dönemlerde Atlantik bağlantılarını “Gardırop Atatürkçülüğü” ile gizlemeye çalışan kesimlerde ümitsiz bir HDP aşkı peydahlanmıştır. İzmir Marşı ile yollara dökülen, Onuncu Yıl Marşı ile salonları dolduran bazı kesimler HDP’nin gönüllü askeri olarak yeri göğü inletmektedir.

 

 

EMPERYALİZMDEN BESLENENLER

 

Öncelikle bir konunun altını kalın kalemle çizelim. PKK, emperyalist Batı merkezlerinin bir ürünüdür. Bu konuda en küçük bir tereddüt bile yoktur. Zaten Türkiye’nin her, “Ben mi, PKK mı?” çağrısına ABD her defasında, “PKK” diyerek cevap vermiştir. ABD’nin 50 bin kişilik bir askeri birliği donatacak silah, teçhizat, malzeme ve cephaneyi PKK’ya vermesi yeteri kadar ikna edici değil midir? Eğer bir kişi ya da kurum, hangi gerekçeyle olursa olsun PKK’nın siyasi kanadı HDP ile arasında bir bağ kurmaya çalışıyorsa, o kişi ya da kurum Atlantik merkezleriyle irtibatlıdır. Bu kişi ya da kurumun Atatürkçülük ile uzaktan, yakından hiçbir ilgisi olamaz! Bunu bir teorem olarak da kabul edebilirsiniz. Çünkü bundan daha açık, daha net ve daha kesin bir gösterge bulamazsınız! Gardırop ya da Tayyörlü Atatürkçülerin maskesini indirmenin en kestirme yolu da budur.

 

Çünkü Atatürkçülüğün en keskin özelliği antiemperyalist duruşudur. Eğer Atatürkçülüğün içinden antiemperyalizmi çıkarırsanız, diğer tüm ilkelerin etkisi azalır! Emperyalizmin bir ürünü olan HDP ile muhabbet içinde olanlar, asla ve kata Atatürkçü olamaz! Sadece Atatürkçülüğü kendi özel çıkarları ve emperyalizme yaltaklanmak için kullanırlar.

 

 

TGB Mİ, HDP Mİ?

 

Hasdal Cezaevinde kaleme aldığım “Yeniden Kazanmak” isimli kitabımdan kısa bir kesite hep birlikte göz atalım: “Hasdal Askeri Cezaevi avlusunda kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra amiral koğuşuna girdim. Koğuşa bir ölüm sessizliği hâkim olmuştu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bir gariplik olduğunu fark ettim. Kara Harp Okulu’nda yapılan bir törende, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin, en anlamlı bölümü, muhtemelen bazı çevrelere yaranmak için sansür edilmişti. Silah arkadaşlarımız sadece bizlere değil, yıllarca müştereken, kanımız ve canımız pahasına savunduğumuz değerlere de mi sırtını dönüyordu?

 

Türkiye Gençlik Birliği (TGB)’nin, toplu olarak bütün hitabeyi sansürsüz okudukları bir eylemi televizyon kanalında izledik. Bu topraklardan Mustafa Kemal’in silinemeyeceğini anlayarak derin ve rahat bir soluk aldık. Demek ki asırların nadiren yetiştirdiği Dahi, bu günleri öngörmüş ve Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etmişti…“

 

“Biz görevi Atatürk’ün Bursa Nutku’ndan aldık!” diyen bu toprakların yüz akı, aslan yürekli gençlerle bir arada olamayanlar, sadece PKK’nın siyasi kanadı HDP’nin kanatları altında zılgıt çekerler. Abuk sabuk gerekçelerle Atatürk ismini milli eğitimden kazıyanlar, önünde sonunda bölücübaşı Öcalan posterlerinin altında sözde eğitim mitingleri yaparlar. Bu ülkenin en parlak gençlik örgütlenmesi olan TGB’ye yan bakanlar, emperyalizmin ülkemiz üzerindeki açık ya da örtülü tüm gizli ve sinsi planlarına teşne olurlar.

 

 

İDEOLOJİK VE FİKİRSEL SIĞLIK

 

Maalesef ülkemizde Atatürk karşıtlığı bazı kesimler tarafından açık ve aleni, çağdaş olduğunu iddia eden diğer bazı kesimler tarafından örtülü olarak sürdürülmektedir. Türk milletinin ezici çoğunluğu Atatürk ilke ve devrimlerine sımsıkı bağlıdır. Ancak siyasi partilerin çoğunluğuna ve çok sayıda sivil toplum kuruluşuna kendi özel çıkarları için el koyan dar bir grup Atatürk’e ve Atatürkçü Düşünce Sistemi’ne her vesileyle saldırmaktadır. İnsanın aklına şu sözler geliyor: “hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleri ile tevhit edebilirler…”

 

Kendini herkesten akıllı, milleti safdil zanneden kerameti kendinden menkul bu zevat, çağdaş yaşamı değil, Batı’nın siyasi projelerini desteklemektedir. Bugünlerde bu gafleti “Atatürkçülük” olarak yutturmaya çalışanların çaresiz çırpınışlarına tanık olmaktayız.