Soner Polat: Türkiye, Türkler ve AB

"AB’ye üyelik yolunda Türkiye ağır jeopolitik ve stratejik kayıplara uğramıştır. Ulusal çıkar alanlarında köşeye sıkıştırılmıştır"

Basın yayın organlarında OPTİMAR kamuoyu araştırma şirketinin yaptığı bir anket yayımlandı. Vatandaşın yüzde 52,6’sı Avrupa Birliği (AB) hakkında olumsuz görüş bildirdi. AB’yi destekleyenlerin oranı yüzde 37,2’de kaldı. Yüzde 10,2 herhangi bir fikir beyan etmedi. Ancak sorulan bir soruya verilen cevap oldukça dikkat çekici ve çarpıcıydı. “Sizce AB Türkiye’yi dışlayıcı tavrını değiştirir mi?” sorusuna ankete katılanların yüzde 68’3’ü, “Hayır, değiştirmez!” cevabını verdi.

 

 

AB’CİLERDE REFERANDUM PANİĞİ

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “AB konusunu gerekirse milletime sorarım!” sözleri AB-D’ci çevrelerde geniş bir kaygı yarattı. Alman Manfred Weber, AB Komisyonu Başkanı Jean Cladue Juncker’in koltuğuna göz dikti. Mayıs 2019’da Juncker’in yerini alması oldukça kuvvetli bir ihtimal! Weber’in, “De Telegraaf (Hollanda)” gazetesine verdiği demeçte ağırlık merkezi Türkiye oldu: “Türkiye’ye kapılar kapatılacak! Türkiye hiçbir zaman AB’ye üye olamaz. Göreve başlarsam Türkiye’nin üzerine kırmızıçizgi çekeceğim. Komisyona başkanlık edersem, ‘Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağını’ söylemek gibi bir görevim olacak!” Weber’in bu sözleri zaten sancı çeken AB-D’cileri panik havası içine soktu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kampanyayı yürütmesi durumunda, olası bir AB referandumunda “hayır” çıkacağı ve bunun Türkiye için çok kötü sonuçlar doğuracağı yazılıp çiziliyor...

 

 

HANGİ DEMOKRASİ?

 

AB-D’ci çevreler bu işin heyecanının kaybolduğunu anladı. Durumu en azından kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Düşmanlık dolu “AB Türkiye İlerleme Raporları” milletten gizlendi. AB’ye hizmet eden haber, rapor ve makaleler ön plana çıkarıldı. Ama yine de yaygın olumsuz hava dağılmadı. Her zaman AB ile demokrasiyi özdeş olarak gösterdiler. Ama Türkiye’de bu yönde bir halk oylaması yapılmasına, herhalde demokrasi (!) için karşı çıkıyorlar. İngiltere gibi bir ülkede bile AB oylaması yapıldı. Az farkla da olsa İngilizler AB’ye “hayır” dedi. Bu demokrasi âşıkları niçin Türk milletinin sağduyusuna güvenmiyor; Türklere demokrasiyi çok görüyor? Bu konular özel bir incelemeyi hak ediyor.

 

 
EN GÜÇLÜ AB LOBİSİ NEREDE?

 

Ama bu grupların endişelenmesine şimdilik gerek yok! Çünkü ülkedeki en büyük AB lobisi Meclis’tedir. TBMM’deki partilerin tamamı AB’cidir. CHP, İyi Parti ve HDP bu yönde öne çıkmakla birlikte AKP ve MHP’nin AB ile ilgili hiçbir kaygısı yoktur. AKP ve MHP’nin zaman zaman AB karşıtı demeçleri tamamen taktiksel ve konjonktüreldir. Ya iç ya da dış politikaya yöneliktir. Her iki parti de girilmesi mümkün olmayan AB oyununun sürdürülmesinden yanadır. AB Türkiye’nin aday ülke statüsünü resmen askıya aldı. Kimin umurunda? Mesele, oyunun devam etmesidir. Ortada gerçekten bir demokrasi sorunu vardır. AB’ye karşı olan millet çoğunluğu (yüzde 52,6) Meclis’te temsil edilmemektedir. Ama yaşanan olaylar Türk milletinin Türk siyasetinin çok önünde olduğunu açık seçik göstermektedir. Millet tarihi sağduyusu ile önündeki fırsat, tehlike, risk ve tehditleri siyasetçiden çok daha iyi süzmektedir.

 

 

REFERANDUM NİÇİN OLMAZ!

 

Mevcut partilerle Türkiye’de bir AB referandumu olmaz! Hatırlatayım, AB’nin “mültecivize” kazığından sonra, “Yılsonuna kadar mühlet veriyorum. Vize kalkmazsa millete soracağım!” diyenler nerede? Kaç yılsonu geçti? Bu nedenle referandum sözcüklerini şu aşamada ciddiye almak yanılgı olur. Çünkü Türkiye’de iktidarlar önünde sonunda bir ithalat koalisyonudur. ABD inişe geçtiği için bu koalisyonun günümüzdeki en güçlü silahı AB’dir. İthalatı planlayan çıkar grupları ile AB arasında doğrudan bir ilişki vardır. AB’ye karşı çıkmak demek gerçek anlamda bir üretim devriminden yana olmak demektir. Böyle bir üretim devrimi ise ülkenin ekonomik haritasını tepeden tırnağa değiştirir. Yan gelip yatarak, yabancı mallarını komisyon karşılığı pazarlayanlar taca çıkar. Üretenler ön plana çıkar ve süreç ekonomiyi milli bir çizgiye sokar.

 

İthalat çarkını çeviren çıkar grupları ekonomiyi yönlendirmekte, ekonomik dengeler ülkedeki siyaseti belirlemektedir. Ekonomiden bağımsız bir siyaset düşünülemez. TBMM’deki siyasi partiler ülkedeki ekonomik gerçekliklerin bir yansımasıdır. Bu nedenle AB’ci olmak zorundadır. AB’ye üyelik yolunda Türkiye ağır jeopolitik ve stratejik kayıplara uğramıştır. Ulusal çıkar alanlarında köşeye sıkıştırılmıştır. Kıbrıs ve Ege sorunlarının AB üyelik sürecine bağlanması tarihi bir hata olmuştur. Jeopolitik nedenlerle Türkiye’nin AB’ye tam üye olamayacağı bilinen ama itiraf edilmeyen bir gerçektir. Çünkü AB oyununun sürdürülmesi ithalat koalisyonunun ekonomik çıkarlarının garanti altına alınması demektir. Meclis’teki partilere düşen görev, bu oyundaki rollerini eksiksiz yerine getirmeleridir.