Soner Polat: Toplum baskısı ile bunalmak

"Toplum bizi o kadar yoğun çelişkiler ile buluşturur ki bazen içinden çıkamayız"

Toplum bizi o kadar yoğun çelişkiler ile buluşturur ki bazen içinden çıkamayız. Anlamaya çalıştıkça daha da batarız. Sağlıklı bir zemine oturtmak için beynimizin bütün çabası yeterli gelmez. Neden-sonuç ilişkisi kuramayız; mantıklı bir çerçeve çizemeyiz. Her toplum kendi doğrularını dayatır ve uslu uslu onlara uyum sağlanmasını ister. Bu çelişkiler, dayatmalar bazen insanı zıvanadan çıkarır. Aşağıdaki anekdotu bir arkadaşım gönderdi. Çok ilginç buldum ve sizlerle de paylaşmak istedim. Ara başlıklar bana aittir:

 

 

SAĞA ÇEKTİM BEKLİYORUM!

 

Genç delikanlı doktora durumunu anlatıyordu: “Ben iyiyim doktor ağabey, hiçbir şeyim yok. Sağa çektim, bekliyorum.” Gözlerinde hayalet görmüşçesine bir korku ile hiçbir şey görmüyormuş gibi boş bir bakış yer değiştiriyordu. Artık mücadeleyi bırakmış, dış kapılarını kapatmıştı. Kendisine ait bilinmez bir dünyadaydı. Ailesi neyi neden yaptığını, ne zaman ne yapacağını kestiremiyordu! İnsanlardan kaçıyor, bazen kendi kendine bir şeyler konuşup gülüyordu.

 

 

BABADAN TOKAT

 

Çocukluğundan ilk hatırladığı, babasından yediği bir tokattı. Oyundan eve biraz geç gelmiş, evdekiler onu çok merak etmişlerdi. “Geldim işte, sevinin!” dercesine masum bir neşeyle yüzüne baktığı babasının öfke dolu bakışları, yediği tokat esnasında gördüğü yıldızlara karışmıştı. Bazen “aslan oğlum, akıllı oğlum” derdi babası kendisine, bazen de “salak, haylaz!” Ne zaman nasıl tepki alacağını bilemiyor, güvensizlik içini kemiriyordu. Babasına bile güvenemeyecekse, bu dünyada kime güvenebilirdi?

 

 

OKUL YA DA ÇELİŞKİLER YUMAĞI

 

İlkokula başlayışını evdeki sıkıntılardan kaçış olarak, sevinçle karşılamıştı. Ama siyah önlükler, anlamsız kısıtlamalar olmasa daha iyi olurdu. Hele bazen bayat nutuklar atıp bazen de öfkeyle bağıran asık suratlı öğretmenler olmasa çok daha güzel olabilirdi. Nutuklarda başka konuşuyorlardı, koridorlarda başka.”Gelecek sizin elinizde ya da siz haylazsınız! Bu ülkenin umudu sizsiniz ya da sizi her gün dövmek lazım!”

 

İlkokul öğretmeni kopyaya çok kızardı. Bir kez sınavda kopya çeken bir arkadaşını sınıfın ortasında evire çevire dövmüştü. Kopya kötüydü, hiç çekmedi de! Son sınıfta ilkokullar arası bilgi yarışmasına katıldılar. Final yarışmasında öğretmeni yanlarına yanaştı ve “Şöyle bir soru gelecek, cevabı da şu!” diye fısıldadı. Duymazdan geldi. Kopya kötü değil miydi? Öğretmen kendilerini deniyordu herhalde. Yarışma sonrasında öğretmen “Beni niye dinlemediniz? Size cevabı söyledim. Ya yarışmayı kaybetseydiniz?” diye bağırınca, kafası iyice karıştı.

 

 

KEŞKE ÇOCUK KALSAYDI...

 

Hep küçük bir çocuk olarak kalsa ne iyi olurdu. Yaşça büyük, tecrübeli ağabeylerle gezmeye başladı. Caddelerde kızlara laf atıyordu. Sahipsiz kızlara asılmak iyiydi, sahipliler ise bacımız olurdu. Ama sahipsiz dediklerimiz de bizim gibi birilerinin ablası yahut kardeşi değil miydi? Acaba şu an ablasına kim nerede laf atıyordu? İğrendi bu çifte standarttan. Çözemedikçe çözülüyordu.

 

Lise son sınıfta haber programlarını izlemeye, gazetelerdeki köşe yazılarını okumaya başladı. Batılı olmak lazımdı. Batılılar bizden üstündü. Yok hayır, biz üstündük. Sadece, biraz geri kalmıştık. Bu millet adam olmazdı. Biz Batılıları seviyorduk, ama onlar bizi sevmiyordu. Onlar bizi sevmediği için biz de onları sevmiyorduk. Araplar ise zaten oldum olası bizi sevmezlerdi. Biz de onları hiç sevmezdik. Onlar bizi neden sevmiyordu? Ama bizim onları sevmememiz lazımdı. Zihni iyice dağılmaya başlamıştı.

 

 

TORPİL İYİ Mİ, KÖTÜ MÜ?

 

İçine kapanmaya başladı. Hayallerinde her şey netti, kontrolü altındaydı. En iyisi buydu galiba. Ama annesi neden ona garip garip bakmaya başlamıştı? Askere gitmeden önce bir işe girip çalışmak istedi. Birkaç yere başvurdu. Torpilliler yüzünden ilk başvurduğu yere alınmadı. Babası öfkelendi. “Bu torpil yüzünden memleket batacak” dedi. Bir hafta sonra ikinci başvurduğu yer için torpil bulunca sevindiler. Başkası lehine olunca kötüydü torpil. Ama biz yapınca iyi oluyordu.

 

Kendi kendine konuşup gülen bu delikanlı, aslında kendince kurtuluşu seçmişti. Çocukluğundan beri bu insanları çözememiş, doğru bir pusula, tutarlı bir rehber bulamamış, yaman çelişkilerin çekiştirmesine daha fazla dayanamamış ve huzuru ancak içine kapanarak bulmuştu. Kuralsız trafik, üstüne gelenler, arkadan sıkıştıranlar, yol isteyenler, küfredenler yüzünden, hayat yolculuğunda sağa çekmiş bekliyordu. Aslında genç delikanlı yerden göğe haklıydı. Ama toplum makinesinin dişlileri öylesine güçlüydü ki önüne çıkanı ezip geçiyordu. Yaman çelişkileri olduğu gibi kabul etseydi, sorgulamasaydı, belki de başka bir hayatı olacaktı.