Soner Polat: Paranın jeopolitiği

"Dünya ekonomik olarak da Doğu ve Batı olarak ikiye bölünüyor. Doğu kendi kaderini eline alıyor"

Bundan tam 74 yıl önce 1944 yılının Temmuz ayında Batı ülkeleri dünya ekonomisine yön vermek için ABD’nin New Hampshire eyaletinin küçük bir beldesi olan Bretton Woods’ta bir araya geldi. Kendilerine ait mali denetim tekelinin günün birinde kırılacağını belki de akıllarına bile getirmemişlerdi. 1929 dünya ekonomik buhranından alınan derslerin de etkisiyle gerçekleştirilen bu toplantı, aslında mali sermayenin küresel düzeyde önünü açacak kurumlar oluşturmayı hedefliyordu.

 

 

BRETTON WOODS YA DA ABD’NİN MALİ TEKELİ

 

Tarihe “The Bretton Woods” antlaşması olarak geçen bu küresel ekonomik uzlaşma için Doğu Bloku dışındaki 44 ülkeden 730 delege toplandı. Bu delegeler İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ekonomik yapının temel esaslarını belirledi. Bu kapsamda ülkeler ortak para birimi olarak ABD dolarını kabul etti. Kendi para birimleri için dolar esas alınarak sabit bir kur saptanmasına rıza gösterdiler. Ayrıca bu antlaşma ile Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankasının kurulması kararlaştırıldı. Diğer taraftan ekonomik sistemi daha da pekiştirmek için 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütüne (World Trade Organization)’ne dönüşecek Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşmasının (General Agreement on Tariffs and Trade) kuruluşu da esasa bağlandı.

 

 

DALGALI KUR SİSTEMİNE GEÇİŞ!

 

Bretton Woods ile kurulan ekonomik düzen, zaman zaman kesintilere uğrasa da ana hatlarıyla 1970 yılına kadar devam etti. Ama özellikle ekonomik kriz dönemlerinde sabit kur sisteminin yarattığı sancılar nedeniyle bu tarihten sonra sadece kâğıt üzerinde kaldı. Ülkeler genellikle daha esnek olan ve bir ölçüye kadar hareket serbestisi veren dalgalı kur sistemini tercih ettiler...

 

Batının ekonomik gücünü ve yaratıcılığını kaybetmesi, Batı ülkelerinin küresel ekonomik mekanizmaları kendi örtülü emperyal amaçları için bir vasıta olarak kullanması, en önemlisi Batının kapitalist ekonomik politikaların özü olan “verimlilikten” uzaklaşması, doğal olarak ülkeleri yeni arayışlar içerisine soktu. Çünkü hem üretim yoğunluğu hem de sermaye birikimi Batıdan Doğuya doğru kaymaya başladı. Dünyanın ağırlık merkezinin değiştiği bir döneme geçildi.

 

Batı, gerileyen ekonomik kapasitesine rağmen, kendi çocukları gibi gördüğü küresel ekonomik aygıtlarda ekonomisi hızla büyüyen ülkelerin etkin olmasını istemiyor. Örneğin hâlihazırda dünyanın en güçlü ikinci ekonomisi olan Çin’in; IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlardaki ağırlığı Hollanda ve Belçika’dan bile daha azdır.

 

 

PARA JEOPOLİTİĞİNDE DOĞU’NUN KARŞI ATAĞI!

 

Mevcut ekonomik düzenin bu şekilde devam edemeyeceğini gören eski ABD Başkanı Obama, ekonomisi büyüyen ve Batı kulübünde yer almayan ülkelere IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlarda daha fazla yer vermek için çalışmalar başlattı. Ancak Başkan Obama, bir türlü Kongre engelini aşamadı. Sonraki Başkan Trump ise Çin ve Rusya’ya açıktan tavır aldı ve ticaret savaşları başlattı. Rekabeti neredeyse düşmanlığa dönüştürdü.

 

Batı ekonomik olarak yerinde sayarken hatta gerilerken, küresel düzeyde alternatif bir ekonomik oluşum kurmak isteyen BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ülkelerinin 14-16 Temmuz 2014 tarihinde Brezilya’nın Fortaleza kentinde yapmış oldukları zirve toplantısı, bu alanda devrimsel nitelikte sonuçlar doğurdu.

 

Beş ülke, uzun zamandır eleştirdikleri Dünya Bankasına alternatif teşkil edecek bir “BRICS Kalkınma Bankası (BRICS Development Bank)” kurulmasını kararlaştırdı. Bu projeye Çin 41, Rusya, Hindistan ve Brezilya 18’er, Güney Afrika ise 5 milyar dolar tutarında katkı sağladı. Diğer taraftan, IMF’ye benzer faaliyetler yürütecek BRICS Contingency Fund (BRICS Destek Fonu) da hayata geçirildi. Ama asıl önemlisi Çin’in öncülük ettiği Asya Altyapı Yatırım Bankasının kurucu üye sayısı 50’nin üzerine yükseldi.

 

Çin, Türkiye, Fransa, Almanya, Hindistan, İtalya, İngiltere, İran, İspanya, Güney Kore, Hollanda, Brezilya, Avusturya, Finlandiya, Danimarka, Avustralya, Rusya gibi önemli ülkeler de bu oluşuma katıldı. Çin kuruluş sermayesinin 50 milyar dolarlık kısmını karşıladı. Bankanın toplam sermayesi 100 milyar dolara ulaştı. ABD’nin engelleme çabalarına rağmen kurucu ortak olmak için çok sayıda Asya, Avrupa ve Latin Amerika ülkesi başvurdu. Bu ise Çin açısından büyük bir diplomatik başarı olarak değerlendiriliyor.

 

Batı’nın küresel ekonomik mekanizmalarının karşısında, artık ciddi seçenekler var! Dünya ekonomik olarak da Doğu ve Batı olarak ikiye bölünüyor. Doğu kendi kaderini eline alıyor. Bu gelişme küresel jeopolitik rekabetin paraya bakan yüzüdür.