Soner Polat: Medeniyetler çatışması

"Dünyadaki değişim ve dönüşümü kavrayan her ülke jeopolitik ve stratejik önceliklerine göre hareket ediyor"

Batılı teorisyenler emperyalist sistemle uyumlu kendi hedeflerini, dünyanın ihtiyacı olarak sunma konusunda son kerte mahirdir. Bu düşünürlerden birisi de Samuel P. Huntington (1927-2008)’dur. Emperyalist sistem bu yazarları bütün gücü ile destekler.

 

 

HEDEF DÜŞMANLIĞI KÖRÜKLEMEK

 

Bir tür istihbarat operasyonu yapan bu kişilerin çarpık düşüncelerini küresel düzeyde bir referans olarak sunma konusunda özel tedbirler alınır. Öylesine güçlü rüzgârlar estirilir ki hem bölgesel hem de küresel düzeyde yazarın görüşleri enine boyuna tartışılır. Bu konuda saygın üniversitelerde, tanınmış otellerde paneller, sempozyumlar, konferanslar düzenlenir. Medya bu tür faaliyetlerin tanıtımını yapmak için her türlü imkânını sonuna kadar kullanır. “Medeniyetler Çatışması (Clash of Civilization)” Huntington’un küresel düzeyde kargaşa çıkarmak için yazdığı bir kitaptır. Kitap bölgesel ve küresel düzeyde medeniyetlerin birbirleri ile doğal bir çatışma ortamına sürüklendiği konusunu işler. Aslında böyle bir durum söz konusu değildir. Gerçek durum yazarın belirttiğinden çok farklıdır. Yazar gönlünden geçenleri kitaba dökmektedir. Amacı, bu yönde güçlü bir kamuoyu oluşturarak Batılı güçlerin dünya kaynaklarını yağmalamasının önünü açmaktır. Bunun için bulduğu anahtar, medeniyetler çatışmasıdır.

 
 
TALAN TEORİSİ

 

Yağma ve talanın teorisi ortaya konulduktan sonra emperyalist istihbarat örgütleri harekete geçer. Farklı toplumsal grupları birbirleri ile çatıştıracak, en azından düşman edecek faaliyetleri ustaca planlamaya başlar. Örneğin önce Sünnilere ait bir cami kundaklanır. Bir süre sonra Şiilerin kutsal bir mekânı hedef olur. İstihbarat örgütleri hiçbir hal ve şartta doğrudan devreye girmez; maşaları kullanır. Yıllar içinde bu tür operasyonları yapa yapa büyük bir tecrübe edindiklerinden, bu örgütlere ulaşma şansı neredeyse yoktur. Ayrıca yakalananlar figüranlardır ve çoğunlukla bir vesileyle öldürülür.


 

KISASA KISAS

 

Bilindiği üzere 15 Mart 2019 günü Yeni Zelanda’nın “Christchurch” şehrinde iki camiye (El Nur ve Linwood) Müslümanları hedef alan bir terör saldırısı düzenlendi. 50’nin üzerinde kişi hayatını kaybetti. Çok sayıda yaralı var! Saldırının organize bir istihbarat harekâtı olduğu her yönüyle belliydi. Böyle bir eylem 2-3 kişinin yapacağı bir iş olamazdı! Dünya çapında gerilimi tırmandırmak isteyen güçler harekete geçmişti. İstihbarat dünyasının çalışma tarzını bilen kişi ve gruplar, bu kez de Hıristiyanları hedef alacak bir terör dalgasını beklemeye başladı. Çünkü sistemin doğası buydu. Böyle girişim olmadığı takdirde ilk terör saldırısı istenilen sonuçları doğurmayabilirdi.

 

Nitekim çok geçmeden, 21 Nisan 2019’da Sri Lanka, Hıristiyanları hedef alan 8 terör saldırısı ile sarsıldı. 6 saldırı eşzamanlı olarak düzenlendi. Hıristiyanların Paskalya dini bayramı kana bulandı. 250 kadar ölü, 500’ün üstünde yaralı var. Reuters, “saldırıları IŞİD’in üstlendiğini duyurdu”. Ama IŞİD bu yönde bir kanıt sunamadı! Sri Lanka Savunma Bakanı, Meclis’te verdiği demecinde şunu söyledi: “Yürütülen soruşturma sonucu elde edilen ilk bulgular, saldırıyı Ulusal Tevhid Cemaati’nin gerçekleştirdiği izlenimi uyandırıyor. Yeni Zelanda’daki olaylara karşı bir misilleme olduğu akla geliyor.” Ancak uluslararası destek olmadan, sınırlı yetenekleri olan bir örgütün böylesine organize bir terör eylemini gerçekleştirmesinin neredeyse imkânsız olduğunu unutmamak gerekiyor.

 

 

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

 

Küresel ölçüde yeni bir hesaplaşma için düğmeye basıldı. İlk aşamada dolaylı yöntemler kullanılıyor. Şimdilik yeni çatışmaların altyapısı hazırlanıyor. Bunun için Müslüman-Hıristiyan çelişkilerinin bir düşmanlığa dönüştürülmesi hedefleniyor. Eğer bu alanda başarılı olunursa, sıcak bir çatışma için avantajlı bir konum elde edilebileceği düşünülüyor. Küresel etki yaratabilen ülkelerde, özellikle Batı ülkelerinde hukuk bir kenara atıldı. Medya kampanyaları, psikolojik savaş, şantaj ve baskı ile hedef ülkenin çıkarlarından vazgeçmesi için mücadele veriliyor.

 

Dünyadaki değişim ve dönüşümü kavrayan her ülke jeopolitik ve stratejik önceliklerine göre hareket ediyor. Ekonomik çıkarlar için kıyasıya bir kavga veriliyor. Ekonomik savaşlar ve ekonomik yaptırım uygulamaları vakayı adiye oldu. Uluslararası antlaşmaların fazlaca bir önemi kalmadı. Güçlü ülkeler gerekçe göstermeden bu antlaşmaları bozuyor. Demokrasi ve insan hakları söylemleri geri plana atıldı. Gezegeni sarsan ve uygarlıklar savaşı hedefleyen kanlı terör saldırılarını bu gelişmelerden bağımsız değerlendiremeyiz. Her ülke bu kritik süreçte dikkatli adımlar atmalıdır. Sorunun doğasını kavrayamayan devlet yetkililerinin verdiği sorumsuz demeçler ciddi sorunlara neden olabilir.