Soner Polat: Kıbrıs’ta son tango

"Kıbrıs meselesini millete mal etmeliyiz. AK Parti ve CHP tepe yönetimleri bu konuda iyi bir sınav verememiştir"

Kıbrıs sorununda son dönemlerde ilginç gelişmeler oluyor. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in zaten bir Kıbrıs Özel Temsilcisi varken (Bayan Elizabeth Spehar), ikinci bir kişi daha görevlendirmesi yeteri kadar dikkat çekiciydi. Görevlendirilen ikinci kişi, Bayan Jane Holl Lute’un sıradan bir kişi değil ABD’nin operasyon elemanı olması aslında yeterli mesajları veriyordu. Belli ki küresel sistemin ve finans kapitalin adamı Guterres, bir oyun planı kurmuştu. Siyasette hiçbir şey tesadüf değildir. Tesadüf gibi görünenler kusursuz bir kurguya işaret eder.

 

 

TÜRKİYE’YE KARŞI ORTAK STRATEJİ

 

Şu konuyu kolaylıkla tespit ediyoruz: BM, Avrupa Birliği (AB), ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ortak bir strateji dahilinde hareket ediyor. Genel koordinasyonu BM Genel Sekreteri sağlıyor. Guterres’in ilk hedefi, Türkiye’nin garantilerden vazgeçmesini, adadan askerlerini geri çekmesini sağlamak! Karşı tarafın oyun planında en kilit siyasi aktör Mustafa Akıncı! Emperyalist Batı, Akıncı’nın görev süresi içinde Kıbrıs’ı alıp kaçmak istiyor.

 

Burada bir konunun altını da kalın kalemle çizmeliyiz. Batı, CHP’nin Kıbrıs sorununda aktif bir rol oynamasını arzu ediyor. Kendi planlarına destek vermesini istiyor. Almanya’dan dönen Kılıçdaroğlu’nun birdenbire Kıbrıs’a gitmesi ve Akıncı’ya destek mesajları vermesini bu kapsamda değerlendirebiliriz. Ayrıca partinin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Büyükelçi Ünal Çeviköz’ün, Türkiye’nin her türlü hak ve hukukuna saldıran ABD ve ortaklarına sıcak yaklaşımı da kuşku uyandırıyor.

 

 

TÜRKİYE DİKKATLİ OLMALI!

 

Diğer taraftan kendini çok akıllı sanan GKRY Lideri Nikos Anastasiadis, bazı çıkışlar yaparak KKTC’deki iç cepheyi dağıtmak istiyor. Son olarak, “hidrokarbon kaynaklarından elde edilecek gelirin dörtte birini Kıbrıslı Türklere bırakılabileceğini” söyleyerek Akıncı’ya pas verdi. İşin şakası yok! ABD, 13 Aralık 2018 günü Washington’da Yunanistan’la stratejik diyalog başlattı. Böylece ABD; Yunanistan, İsrail ve GKRY ile birlikte Türkiye karşıtı eylemlerin odağında olduğunu ilan etmiş oldu. New Jersey Senatörü Robert Menendez’in, “Türkiye’nin agresif ruh hali nedeniyle, ABD bölgede güçlü olarak varlık göstermelidir!” sözleri yeteri kadar uyarıcıdır. Çıkan sonuç şudur: ABD uluslararası hukuk ve uluslararası deniz hukukunu bütünüyle göz ardı ederek Türkiye’nin stratejik çıkar alanlarına karşı düşmanca nitelenebilecek girişimlerde bulunmaktadır.

 

Gerçekçi olalım. Batı’nın Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin bütün çıkar alanlarına saldırdığı bir dönemde, yumuşak mesajlar vermek hem safdillik olur hem de vahşi Batı’yı daha da azgınlaştırır. Akıncı ve müzakere heyeti, maalesef KKTC’nin hak ve çıkarlarını koruyabilecek asgari niteliklere sahip değildir. Anastasiadis’in ayağına giderek Guterres Belgesi üzerinden (garantilerin kalkması, adadan asker çekilmesi) müzakerelerin başlamasını teklif etmeleri, nerede durduklarının en açık ve net göstergesidir.

 

 

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

 

Türkiye geleneksel politikalarının dışına çıkıp yeni ve yaratıcı önlemler almadığı takdirde Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de ağır kayıplara uğrayacaktır. Karşımızda iyi niyetli olmayan bir şer cephesi vardır. Bu cephe Türkiye ve KKTC karşıtı siyasetlerini, Türkiye’yi doğrudan hedef alan askeri tatbikatlarla tamamlamaktadır. Verdikleri mesaj açıktır: “Hak ve hukukundan vazgeç, aksi halde askeri önlem alırız!” Devlet olmanın gereği ulusal çıkarları her türlü riski göze alarak savunmaktır. Kaldı ki Türkiye doğru bir strateji ile bütün tertipleri boşa çıkarabilecek milli güç unsurlarına sahiptir.

 

Türkiye, artık AB’ye, ABD’ye ve diğerlerine, “Bakın gördünüz mü? Biz iyi niyetliyiz. Barıştan yanayız!” gibi utangaç söylemlerinden vazgeçmelidir. Ortada kıran kırana süren bir jeopolitik kavga vardır. Bu kavgayı veremeyenler zemin kaybına neden olurlar. Türkiye, bütün bu haksızlıklar ve hukuksuzluklardan sonra Batı’nın istediği koşullarda müzakerelere son vermelidir. Bundan sonraki mücadele alanı KKTC’nin bağımsızlığını sürdürmesi ve uluslararası tanınma için girişimlerde bulunulmasıdır. Artık adada bir anlaşma zemini kalmamıştır. Bunu zorlayanlar AB-D muhipleridir. Türkiye, KKTC ile MEB sınırlama anlaşması yapmadığı takdirde, bu konuda karşısında AB-D’yi bulur. İşte o zaman Mavi Vatan’ı savunmak çok daha zor olur. Kıbrıs meselesini millete mal etmeliyiz. AK Parti ve CHP tepe yönetimleri bu konuda iyi bir sınav verememiştir.