Soner Polat: Ege’de kayıp 18 ada ve aranan milli siyaset

"Kardak’ta 22 yıl önce kükreyen Türkiye, bugün daha büyük olaylar yaşanırken niçin kuzuların sessizliğinde?"

Emekli Alb. Ümit Yalım’ın Muharrem İnce’ye bir türlü teslim edemediği dosya, “Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada Adacık ve Kayalık (EGAYDAAK)” sorununu yeniden Türkiye’nin gündemine taşıdı. Yeni yönetim sisteminin gölgesinde kalan bu haber, aslında daha fazla ilgiyi hak ediyor. Ancak ulusal çıkar odaklı konular, maalesef Türk siyasetçisinin fazla ilgisini çekmiyor. İçe dönük, çevremize ve dünyaya sırtımızı dönerek yaşamaktan keyif alıyoruz. Bu nedenle etrafımızdaki çemberin giderek daraldığının farkında bile değiliz!

 

 

OTOMATİK TOPRAK DEVRİ OLMAZ!

 

Öncelikle, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, sorunun özü hakkında kısa bir bilgi vermem gerekiyor. Uluslararası hukuk gereğince, bir ülkenin belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik hakkı ileri sürebilmesi için bu alanın bir antlaşma ile kendisine devredilmesi gerekir. Hiçbir koşulda otomatik olarak hükümranlık hakkı doğmaz!

 

Yunanistan’a; Londra (30 Mayıs 1913), Atina (14 Kasım 1913), Altı Büyük Devlet Kararı (13 Şubat 1914), Lozan (24 Temmuz 1923) ve Paris (10 Şubat 1947) antlaşmaları ile isimleri resmen zikredilen, Osmanlı Devleti, Türkiye ve İtalya’ya ait ada ve adacıklar devredilmiştir. Hiçbir ülke Yunanistan’ın bu konudaki egemenlik hakkına karşı çıkmıyor.

 

 

YUNANİSTAN’IN ADALARIMIZDA DEVLET FAALİYETLERİ

 

Ancak Yunanistan bu antlaşmaların bütünüyle dışında, hiçbir antlaşmanın konusu olmayan Ege’deki en az 152 ada, adacık ve kayalık hakkında tek taraflı olarak hak iddia etmektedir. Bu çerçevede, kendi ana kıtasına yakın bu tür adalarda herhangi bir faaliyette bulunmazken, Türkiye’ye yakın adalarda devlet uygulaması tabir ettiğimiz, iskele, liman, fener, helikopter pisti, kilise gibi inşa projeleri ile egemenlik iddialarını pekiştirmeye çalışıyor. 18 adamız ve bir kayalık fiilen işgal edildi. Son dönemlerde işi daha da ileri götürerek bu adalarda askeri üsler kurmakta, askeri faaliyetlerde bulunmaktadır.


 

SORUN NASIL ORTAYA ÇIKTI?

 

Sorun, büyük bir tesadüf eseri Figen Akad isimli Türk ticaret gemisinin 25 Aralık 1995 günü Kardak’ta karaya oturması ile Türkiye’nin gündemine girdi. Gerginlik, kısa sürede krize dönüştü. O dönemde izlenen milli politikalar nedeniyle Türkiye, bu sorunda ilkeli ve kararlı bir duruş sergiledi.

 

Türk Deniz Kuvvetleri, 1996 yılının Ocak ayının sonunda çok kısa süre içinde olaya müdahil oldu. Kardak adacıkları civarında kısmi deniz kontrolü sağladı. Olaya Yunan Deniz Kuvvetlerinin müdahil olmasını engelleyerek inisiyatifi ele geçirdi. Böylece Yunanistan geri adım atmak zorunda kaldı. Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları arasındaki karşılıklı suçlamalar, Yunan basınının manşetlerine taşındı. Bu olay sonrasında Yunan Silahlı Kuvvetlerinin teşkilat yapısında köklü değişikliklere gidildi.

 

 

KONU NİÇİN YAŞAMSAL ÖNEMDE?

 

Konu yaşamsal önemdedir. Çünkü ada, adacık ve kayalıkların, 1982’te Karakas’ta imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi hükümlerine göre kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri bulunmaktadır. Bu konu Türkiye ile Yunanistan arasındaki karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge gibi ihtilaflı sorunların çözümüne de tesir edecekti. Türkiye’nin bu hakkından vazgeçmesini gelecek kuşaklar asla affetmez!

 

Ege’de zaten adil olmayan bir düzenleme ile kendi karasularına neredeyse hapsedilen Türkiye, bu konuda da geri adım attığı takdirde, Akdeniz’e açılamayacaktır. Yunanistan, devlet ve basın olarak bu konuda Yunan ulusunu dinamik ve canlı tutarken, Türkiye’de bu sorun Türk milletinden gizlenerek kapalı kapılar ardında müzakere edilmektedir. Yunan devlet adamları, basın karşısında kendi görüşlerini cesurca savunurken, Türk devlet adamlarının ne söylediği belli değildir.

 

Kardak’ta 22 yıl önce kükreyen Türkiye, bugün daha büyük olaylar yaşanırken niçin kuzuların sessizliğinde? Türkiye, bir an önce bu konudaki ulusal politikasını belirlemeli, meseleye yönelik tezlerini uluslararası kamuoyuna duyurmalı ve bu tezleri destekleyecek siyasi ve stratejik tedbirleri uygulamaya koymalıdır. Atılacak ilk adım siyasi partilerin ortak deklarasyonu ile Yunan işgalinin asla kabul edilmeyeceğinin vurgulanmasıdır. Bu irade gösterilebilirse, gerisi çorap söküğü gibi gelir.