Soner Polat: Başbakan Yıldırım ve 28 Şubat

"28 Şubat davası Türkiye’de hukuk-siyaset ilişkisi için bir test niteliğine dönüşmüştür"

Başbakan Binali Yıldırım’ın son aşamaya gelen 28 Şubat davası ile ilgili sözleri büyük bir şaşkınlık yarattı. Bu sözlerdeki mesajlar o kadar açık ve ortadaydı ki olağan koşullarda manşete taşınacak bu sözleri AKP şakşakçısı yandaş basın bile satır aralarında gizleme yolunu seçti. Hukukun siyasetin sopası olduğu yönündeki iddiaları güçlendirecek bu sözler yenilir yutulur gibi değildi: “...Hak ettikleri en ağır cezayı alacaklardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın!”

 

 

DİLİMİZ TÜRKÇE İSE

 

Eğer kullanılan dil Türkçe ise bu ifadedeki tüyleri diken diken eden “kesinlik ve mutlaklık” hiçbir koşulda tartışılamaz! Denizci deyimiyle Başbakan Yıldırım çifte kazık bağı atarak ifadesini sağlamlaştırmıştır. “En ağır cezayı alacaklardır!” açıklamasını, “Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın!” ifadesiyle kuvvetlendirmiştir. Davanın hem de karar aşamasında sarf edilen bu sözler bir anlamda 28 Şubat davasını bitirmiştir. Yetkili bir siyasi kişi tarafından yapılan bu açıklama, davanın bir hukuk davası olmadığı, siyasi bir dava olduğu yönündeki görüşlere ciddiyet kazandırmıştır. Böylece bu davada muktedir siyasiler tarafından hukukun Kaf Dağı’nın ardına gönderildiği, yerini siyasetin doldurduğu iddiaları haklı bir zemin kazanmıştır.

 

Bu sözlerin aynı zamanda, her Allah’ın günü gündeme gelen seçim tartışmalarında AKP’ye siyasi fayda sağlama amacına yönelik olduğu da anlaşılmaktadır. Eğer ortada bir mağduriyet varsa bunun muhatabı dönemin hükümetidir. En başta da dönemin Başbakanı rahmetli Erbakan’dır. O cenahtan gelen herhangi bir şikâyet söz konusu değildir. AKP, muhtemelen kendisi ile ittifak yapmaya yanaşmayan Saadet Partisi tabanına mesaj vermek istemektedir. Hukuk ve adalet kavramları birkaç oya feda edilecek kavramlar olamaz, olmamalıdır! Başkalarının felaketi üzerinden gelecek inşa etmeye soyunanlar, günün birinde en azından vicdanları ile baş başa kalır. Kaldı ki büyük bir çoğunlukla FETÖ’cü hâkim ve savcıların başlattığı bir davayı savunmak FETÖ ile mücadele konusunda da kuşkular uyandırır.

 


ULUSLARARASI VESAYET DE Mİ?

 

Kabul etmeliyiz ki son günlerde fırtınalı denizlerde dalgalarla boğuşan “Adalet” isimli hukuk gemisi üst üste aldığı yaralarla dengesini kaybetmiştir. Alman “Die Welt” gazetesi Türkiye temsilcisi Deniz Yücel’in şoku henüz atlatılmadan, bu kez Başbakan’ın 28 Şubat açıklaması ile sarsıldık! Deniz Yücel için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarını hatırlayalım: “Hiçbir surette olmayacak (Deniz Yücel’in Almanya’ya iadesi), ben bu makamda olduğum sürece asla! Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist!”

 

Hukuku aslında mazide aramamız gerektiğini gösteren bazı ipuçlarını bu sözlerde de bulabiliyoruz. Çünkü yargılamanın devam ettiği ve mahkemelerin ilgi alanına giren bir konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan, “... Ben bu makamda olduğum sürece asla!” diyerek yürütmenin yargı karşısında bir anlamda ayrıcalıklı bir konumda olduğunu akla getirmektedir. Ülke içindeki bir sorun sahası olarak buna da şükrederken, Merkel Abla’nın müdahalesi ile 8 şiddetindeki bir deprem gibi yerle bir olduk! Başbakan Yıldırım’ın, Şansölye Merkel ile görüşmesinden 24 saat sonra Deniz Yücel tahliye edildi. Sosyal medyada, “MERKEL TAHLİYE yaz, 2255’e gönder, 6 saat içinde tahliyen gelsin!” geyikleri dolaşmaya başladı. Böylece hukuk üzerindeki ulusal vesayet tartışmaları gündemi işgal etmişken, karşımıza bir de uluslararası vesayeti düşündüren uygulamalar çıktı. “Acaba hukuk karşısında liderden lidere değişen bir ağırlık puanı mı var?” diye ciddi ciddi düşünmeye başladık...

 

Yeni sistemde genel olarak yasama, yürütme ve yargının bir alanda toplanacağını düşünürsek, hukuk ve adalet kavramlarının önümüzdeki dönemde belki de daha yoğun olarak tartışılacağını şimdiden söyleyebiliriz. Ama toplum dokusundaki en kuvvetli bağları hukuk ve adalet oluşturur. DNA’nın çift sarmalı gibi toplum ve hukuk ayrılmaz şekilde iç içe geçmiştir. Bu kavramlar önemini yitirirse, toplum çözülmeye başlar... Bu çözülmenin yıkıcı etkileri olur. 28 Şubat davası Türkiye’de hukuk-siyaset ilişkisi için bir test niteliğine dönüşmüştür. İnşallah, son sözü hukuk söyler...