Semih Koray: Türkiye'nin ihtiyacı dik duruştur

Bilimin vazgeçilmezi, gerçeklik dışında hiçbir şeyin önünde boyun eğmemektir. Eğer uzayın kendisi eğik-bükükse, bu gerçeğin önünde eğilmekten başka seçenek yoktur. Ama “dayatılan” ya da “sipariş edilen” bir sonucu elde etmek için gerçekliği eğip bükmek, bilimin tam karşıtıdır. Küreselleşmeyle birlikte son otuz yıldır insanlığın en hızlı “ilerleme”yi hangi alanda kaydettiğine ilişkin bir yarışma düzenlense, “gerçekliği eğip bükme sanatı”nın birinciliğin en güçlü adayları arasında yer alacağına kuşku yoktur.

 

PEKÜNLÜ DAVASI KİŞİSEL BİR DAVA DEĞİLDİR

 

Prof. Dr. Rennan Pekünlü'nün ikinci davasının son duruşması, 18 Eylül tarihinde İzmir Adliyesi’nde yapıldı. Davanın karar duruşması, 2 Ekim’de gerçekleştirilecek. Bu dava, bilimin hakikat dışında hiçbir şeye aldırmayan dik duruşuyla, “gerçekliğin sipariş üstüne çarpıtılması” arasındaki bir davadır. Bilim ve hukukun ortak noktası, her ikisinin de doğruyu nesnel gerçeklikte aramasıdır. Hukukun üstünlüğünün özü, “gerçeğin istenen sonuca” değil, “sonucun var olan gerçeğe” uydurulmasında ifadesini bulur. Onun için Pekünlü Davası, kişisel bir dava değildir. Bilimin ve hukukun savunulmasının örtüştüğü bir davadır. Üniversite bilimi, hukuk topluluğumuz da hukuku savunmayı görev biliyorsa bu davada taraf olmak zorundadır.

 

Pekünlü Davası, bunun da ötesinde bütün ülkenin sorunudur. Çünkü bilimde ve hukukta dik duruş, bütün ülkenin yakıcı bir gereksinimi ve özlemidir. Çağımız, bilimsel temele dayanmayan herhangi bir toplumsal ilerlemenin olanaklı olmadığı bir çağdır. Hukukun milletin haklarını temsil eden bir kuruluş olmaktan çıkarılıp, karşı devrimin önünü açmanın aracına indirgenmeye çalışıldığı bir dönemden geçmekteyiz.

 

ÇOĞULCULUK VE ÇEŞİTLİLİK

 

Her toplumsal duruş, kendini destekleyecek değer yargılarıyla birlikte oluşur ve gelişir. “Eğip bükme sanatı”nın can suyu da, “çoğulculuk” ve “çeşitlilik” kavramlarının içeriksizleştirilerek kutsanmasıdır. Aynı olgulardan hareketle birbiriyle çelişen çok sayıda değişik sonucun çıkartılması, bilim adına bir “çeşit zenginliği” olarak sunulmaktadır. Gerçekliğin kendisi de böylelikle, “çoğulculuk” adına olsa olsa tahammül edilmesi gereken sıradan bir seçeneğe indirgenmektedir.

 

Oysa çeşitliliğin getirdiği zenginlik, “arayış süreci”ne ilişkindir. Bu süreçte gerçeğe ulaşmanın güvencesini oluşturur. Ama gerçeğe çeşitliliğin giderilmesiyle ulaşılır. Çünkü buradaki çeşitlilik, bir müzenin ya da antika koleksiyonunun zenginlik kaynağı sayılan çeşitlilik gibi değildir. Doğrunun yanlışlarla mücadele içinde rüştünü ispat etmesinin sağlıklı yoludur.

 

SON 10 YILIN DOĞRU-YANLIŞ MÜCADELESİ

 

Ülkemizin son 10 yılı, doğru-yanlış mücadelesinin zengin örnekleriyle doludur. Hukukun karşı devrimin önünü açma aracı olarak kullanılmaya çalışıldığı Ergenekon-Balyoz tertipleri çökertilmiştir. Hukukun ihlâlinin de ötesinde yok sayıldığı, “açılım süreci” bitmiştir. Anayasadan “Türk milleti”nin çıkarılması girişimleri, milletin direnişiyle engellenmiştir. Daha da önemlisi, sanki Anayasa değiştirilmiş gibi “Anayasayı Çiğneme Örgütü” olarak işlev gören iktidarlar dönemi kapanmıştır. Özetle, AKP iktidarlarının izlediği bütün temel siyasetler iflas ettiği gibi, ülkemiz bugün çıkış yolunda bu siyasetlerin bedelini verdiği şehitlerle ödemek zorunda bırakılmaktadır

 

Kendi kara gücü olarak ilan ettiği PKK'yı korumak için, ABD'nin, ülkemizdeki siyasal yelpazede “gerçekliği eğip bükerek” oluşturduğu “çeşitliliğe” bugün her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır. Bu çeşitlilik ABD açısından, gerçekliğin değişik yansımaları değil, vitrindeki gerçek karşıtı “mal çeşitliliği”nden ibarettir. Çabası da, milletin “gerçek”te birleşmek yerine, gücünü Türkiye'nin gerçek çıkış yolunun dışında kalan seçeneklere dağıtmasını sağlamaya yöneliktir.

 

DİK DURUŞU ÖĞRENMEK

 

Ülkemizin yakıcı gereksinimi ise, bilimin gösterdiği ve hayatın dayattığı “dik duruş”ta birleşmektir. Hayat, kuşkusuz en büyük öğretmendir. Ama öğrenmek, öğrenci ve öğretmenden olu- şan çift odaklı bir etkinliktir. Kimi hızlı, kimi yavaş öğrenir. Hızlı öğrenenler ne kadar çoğalırsa, topluca öğrenme hızını da o kadar artırırlar. 24 Temmuzda bölücü terör örgütüne karşı başlatılan harekât, kafaları tortulardan arındırarak, Türkiye'nin öğrenme hızına büyük bir itici güç vermiştir. Ülkemizin bugünkü ihtiyacı, Rennan Hoca'nın hakikat dışında hiçbir şeye itibar etmeyen tutumunadır. 

 

Gün, milletin gücünün değişik çözümsüzlük seçeneklerine dağıtılması yerine, gerçek çözümde dik durma günüdür. “Böyle gitmez, artık Vatan Partisi” bu tutumun siyasal düzlemdeki en özlü ifadesidir.

 

Semih Koray / 21 Eylül 2015, Aydınlık