Semih Koray: Teori ve pratik-1

Vatan Partisi, yükselen gücün Avrasya olacağını ve dünyanın yeniden çok kutuplu hale geleceğini saptamıştır

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın’ın sosyal medyada yaptığı “artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır” açıklaması üstüne Teori Yazı Kurulu’nda başlayan ve gazetemizin sayfalarına da yansıyan tartışmanın ana eksenini teori ve pratik arasındaki ilişki oluşturmaktadır. Bu ilişkinin ele alınış biçimi, teorinin programa, stratejiye ve siyasetlere yansımasını etkiler. Ortaya çıkan sorunsal, bir açıklamanın değerlendirilmesinin ötesine geçen bütüncül bir önem arzetmektedir.

 

 

BİLİMDE TEORİNİN YERİ


Bilim, gerçekliğe ait genel ve sistemli bilgilerimizden oluşur. Bilginin genel ve sistemli bir niteliğe kavuşması, ancak tek tek olguların dış görünümlerinin ardında yatan nedensellik ilişkilerinin keşfedilmesiyle mümkün hale gelir. Öngörüsüz bilim olmaz. Bilim, yol göstericilik işlevini ancak nedensellik ilişkilerine nüfuz ettiği ölçüde yerine getirebilir.

 

Bilimde nedenselliğin keşfinin gerçekleştiği yer, teoridir. Teori, uygun kavramlar aracılığıyla nesnel gerçekliğe içkin ilişkilerin zihinsel bir modelinin kurulmasıdır. Bu modelin çözümlenmesiyle elde edilen çıkarımlar, pratikle sınanır. Doğruluğun ölçütü pratiktir. Pratiğin sınamasından geçen çıkarımlar, bilimsel bilgi düzeyine ulaşır.

 

 

DEVRİMCİ TEORİ, DEVRİMCİ PRATİK


Teori sözcüğü, “bakma” fiilinden türetilmiştir. “Nazariye” sözcüğü de aynı kökten gelmektedir. “Kuram” sözcüğünün kökeni ise “kurma” edimidir. “Kurulan”, nesnel gerçekliğin zihinsel bir modelidir. Kavramlar bu kurgunun temel yapı taşlarını oluşturur. “Bakma”, bakan özneden, “kurma” ise zihinsel kurguya konu olan nesneden hareket ettiği için, “kuram” sözcüğünün bilimin teoriye yüklediği işlevin doğasını daha iyi yansıttığı söylenebilir.

 

Başlangıç noktasının pratik olması, teorinin pratiğin “peşinden sürüklendiği” anlamına gelmez. Geleceğe ışık tutan teoridir. Öngörüleriyle yol göstermeyen bir “teori”, geçmişin “kaydını tutma”ya indirgenir. Onun için hem “teorinin anası pratiktir”, hem de “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.”

 

 

YÜKSELEN AVRASYA ÖNGÖRÜSÜ


Vatan Partisi, daha 1990’larda (o zamanki adıyla İşçi Partisi olarak) yükselen gücün Avrasya olacağını ve dünyanın yeniden çok kutuplu hale geleceğini saptamıştır. Bu öngörü, bütün dünyada “küreselleşmenin çekim kanunundan daha mutlak bir yasa” muamelesi gördüğü bir ortamda yapılmıştır. Dar pratiğin peşinden sürüklenmeyen ve süreç içinde doğrulanan bu öngörünün dayanağı devrimci teoridir. Bu dayanak, eşitsiz gelişme yasasının eşliğinde çağımızda tarihi yapacak olan gücün mazlum milletler olduğu gerçeğidir.

 

 

MİLLİ DEVLET DİRENİR


Milli devlete, orduya ve milli güçlerin öncülerine karşı düzenlenen ABD baskı, dayatma ve kumpaslarının en yoğun olduğu dönemde, Vatan (İşçi) Partisi, “milli devletin direneceği” öngörüsünde ısrar etmiştir. Bu öngörü de yine devrimci teorinin bir ürünüdür. Tarihi yapacak temel toplumsal gücün elindeki en değerli varlık milli devletidir. Üstelik bu dönemde emperyalist sistem, Ezilen Dünya’nın milli devletletlerini toptan tasfiye etme ve milletlerini dağıtma azami programını örtüsüz biçimde uygulamaya girişmiştir. Tarihin doğasına uygun olan, tarihsel ömrünü doldurmuş bir sistemin saldırısına karşı tarih yapıcısı konumundaki güçlerin direnmesidir. ABD’yi hızlı bir gerileyiş sürecine sokan milli devletlerin direnişi olmuştur.

 

Bu öngörülerin en çarpıcı ve bazı açılardan en beklenmedik biçimde ülkemiz bağlamında da doğrulanması, devrimci teorinin gücünün bir göstergesidir. Şimdi sorun, teorinin işlevinin bu noktadan itibaren önemini yitirip yitirmediğidir. Nesnel zorunlulukların saflaşmayı yeniden şekillendirmekte olduğu dünyamız ve ülkemizde, teorinin pratik üstündeki etki ve işlevinin geçirdiği dönüşümü açıklığa kavuşturmak yaşamsal bir önem taşımaktadır. Bu sorunsalı ele almayı sürdüreceğiz.