Semih Koray: İyimserlik ve karamsarlık üstüne

Tarihin dönüm noktalarında, iyimserlik de, karamsarlık da, “kişiye özgü” olmanın ötesine geçip toplumsal bir içerik kazanır. Çünkü toplumsal ruh hali, geleceği belirleyen en önemli etkenler arasındadır. Toplumsal ruh halinin gerçeklikle olan ilişkisi iki yönlüdür. Bir yandan, iyimserliği de, karamsarlığı da doğuran, gerçekliğin algılanış biçimidir. Öte yandan, ruh hali, hem toplumsal hedefin şekillendirilmesinde, hem de o hedefe yönelik toplumsal enerjinin üretilmesinde önemli bir rol oynar.

 


ALGI YÖNETİMİ


Onun için “algı yönetimi”nin emperyalizm tarafından “toplumsal mühendisliğin” en önemli alanı sayılması, hiç şaşırtıcı değildir. Emperyalizmin algı yönetimi, “gerçekliğin sahteleştirilmesi”ne dayanır. 1990’larda “küreselleşme”nin karşı konulmazlığı algısının dayatılması da, ülkemizde çatapatlarla “kutlanan” Avrupa Birliği beklentilerinin üretilmesi de, “sahte gerçek” imalatının yakın geçmişteki örnekleridir. Emperyalizm, yükseliş sürecinin kendine sağladığı olanakları kullanarak bu dönemde “sahte iyimserlikler” yaratmayı başarmıştır. Emperyalist sistem, inişe geçmesiyle birlikte, algı yönetiminin odak noktasını, “iyimserlik”ten “karamsarlık” üretimine kaydırmıştır.

 


DEVRİMCİ İYİMSERLİK GERCEĞE DAYANIR


Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında iyimserdi. Çünkü mevcut koşulların bütün olumsuzluğuna karşın, millete dayanarak ve milleti seferber ederek istiklâlin kazanılacağına olan inancı tamdı. Bu inanç, tarihin keskin bir okunuşundan kaynaklanmaktaydı. Atatürk, ülkenin varlığını sürdürmenin ancak “milli bir devlet”le mümkün olacağını açık bir biçimde görmekteydi. Önce Ankara’da bir devlet aygıtının ve düzenli bir ordunun kuruluşunun kurtuluşun zorunlu bir unsuru olarak gerçekleştirilmesi, bu görüşün bir sonucuydu. Osmanlı Devleti’nin teslim olup ordusunun dağıtılmış olmasına karşın, savaşta galip gelen İtilaf Devletleri de “savaş yorgunu”ydu. Onların Yunanistan’ı bir “vekâlet savaşı” vermesi için Türkiye’nin üstüne sürmeleri, bu nedenleydi.


Hiçbir koşul altında pazarlık konusu yapılamayacak kimi değerler vardır. Çağımızda “vatan”ın bu değerlerin başında yer aldığına kuşku yoktur. İstiklâl Savaşı’nın temel şiarının “Ya İstiklâl, Ya Ölüm” olması bu değer yargısına dayanır. Ama bu şiarın gösterdiği hedef, “ölmek” değil, “ölümü göze alarak ve ölerek istiklâli sağlamak”tır.

 


BUGÜN DE AMERİKA 'SAVAŞ YORGUNU'DUR


21.yüzyılın başında ABD’nin güvenlik kavramı, “iki buçuk savaş”tan oluşmaktaydı. Bu, Amerika’nın iki açık savaşın yanı sıra, bir ülkede de “örtük ve kirli bir savaşı” yürütme olanağına sahip olduğu anlamına gelmekteydi. Şu anda ABD, “iki buçuk savaş”tan “buçuk savaşa” inmiş durumdadır. O “buçuk savaş”ta da, kendisine “vekâlet edecek güçleri” yeterli hale getirmede zorlanmaktadır. Trump’ın Ortadoğu’da bir “İslam Natosu” oluşturma çabaları bu nedenledir. Amerika, Ön Asya’da gelişmelere yön veren değil, durumunu korumaya çalışan ve çıkış arayan bir güç konumundadır.

 


ATATÜRK'TE BİRLEŞMEYE UYGUN BİR ORTAM

 

Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’nda Kanal Cephesi dışında bir yenilgisi söz konusu olmamıştır. Bu durumun İstiklâl Savaşı’na yaptığı olumlu katkı görmezden gelinemez. Bugün de, Amerika’nın Ortadoğu’daki kara gücünü hendeklere gömen, Fırat Kalkanı Harekâtı’nı gerçekleştiren, Sincar’a hava harekâtı düzenleyen, 15 Temmuz darbe girişimini püskürterek FETÖ’ye en ağır darbeyi indiren bir Türk Ordusu söz konusudur. AKP iktidarı, Amerika açısından BOP Eşbaşkanlığı’ndan bölgedeki en güvenilmez iktidarlardan birine dönüşmüştür.


Belki hepsinden daha önemlisi, 15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesi ve PKK boyunduruğunun kırılmasıyla, ülkemizde milletin Atatürk’te birleşmesi açısından son derece olumlu bir ortam doğmuştur. 16 Nisan Halk Oylaması’nın ortaya çıkardığı en önemli gerçek, milletin aralarına duvar örülmeye çalışılan değişik kesimlerinin birbirlerine “dokunma süreci”nin başlamış olduğudur. Onun için AKP, kurulduğundan bu yana en zayıf dönemini yaşamakta olup, milletin Atatürk’te birleşme sürecinin önüne geçme olanağından yoksundur.

 


GÜNÜMÜZÜN MANDACILIĞI


İşte onun için başında ABD’nin bulunduğu emperyalist sistem, “kendi dahli olmadan” AKP iktidarının yıkılamayacağı karamsarlığını körüklemeye girişmiştir. Bu girişimin İstiklâl Savaşı koşullarındaki açık karşılığı ise, mandacılıktır. İstiklâl Savaşı, önce emperyalizmin kışkırttığı iç ayaklanmaları bastımış, mandacılğı tecrit ederek iç cepheyi pekiştirmiştir. Türkiye bugün yegâne çıkış yolunu oluşturan Atatürk Devrimi rotasına yeniden girmeye en yakın döneminden geçmektedir. Bu süreci hızlandıracak olan etken, gerçekten kaynaklanan iyimserliğin bütün Türkiye’yi kapsamasıdır.