Semih Koray: Eğitim ve sorgulama

Ülkemizde eğitim, bilim ve Atatürk karşıtlığının kendini en açık biçimde dışa vurduğu alanlardan biridir. Günümüzde “sorgulama”, eğitim alanında en sık kullanılan kavramlar arasında yer almaktadır. Eğitimin içeriği konusundaki karşıtlıklar, “sorgulama” konusunda yerini adeta oydaşmaya bırakmaktadır. Bu kavrama ilişkin farklılıklar, “neyin” ve “nasıl” sorgulanması gerektiği konusunda ortaya çıkmaktadır.

 

 

‘ATATÜRK’Ü VE ‘BİLİM’ İ SORGULAYANLAR

 

Neoliberalizm, özellikle 1990’lardan itibaren ülkemizde Atatürk’ün “sorgulanması” istemini sürekli gündeme getirmeye başlamıştır. Buna eğitim alanında “vatan”, “millet”, “devlet” ve “bayrak” kavramlarının, “çağdışı gerilik simgeleri” olarak nitelenip itibarsızlaştırılması çabaları eşlik etmiştir. Bilim de, benzer bir muameleye maruz kalmıştır. Neoliberalizm, “zihnin özgürleştirilmesi” için “bilimin köleleştirici bağlayıcılığı”na karşı çıkmıştır. Özel olarak “evrim kuramı” ve “yaratılış teorileri”ne, genel olarak da “bilim” ile “bilim dışı”na “özgürlük ve demokrasi” adına eşit muamele talep edilmiştir. Özetle neoliberalizmin ülkemizde sorgulamaya konu ettikleri, Atatürk ve bilimdir.

 

 

KUŞKUCULUK VE SORGULAMA

 

Kuşkuculuk, kuşku aşamasının ötesine geçemediği sürece, herhangi bir ilerlemeye yol açmaz. Etkisi, kuşku duyulanı aşındırmak ve yıpratmakla sınırlı kalır. Salt kuşkuculuğa eşlik eden eylem, yapmak değil yıkmaktır. Kuşkunun yol açtığı sorgulamanın ilerlemeyi doğurması, ancak sorgulananın nesnel gerçeklikle sınanması yoluyla olanaklı hale gelir. Diğer bir deyişle, bilime dayalı olmayan bir sorgulama, insanı hakikat dışında her yere savurabilir. Sorgulamanın olumlu sonuçları, ancak sorgulama pratikle sınama aşamasıyla birleştirildiği takdirde ortaya çıkar. Sorgulama, bilime dayalı bir eğitimde gerçek anlam ve işlevine kavuşur.


 

‘KAVRAMLARIN EFENDİSİ’ OLMAK

 

Kavramlar, insan düşüncesinin temel araçlarıdır. Kavramlarla öğrenci arasındaki ilişkinin doğru ele alınması, eğitimde zihnin özgürleştirilmesi ve etkinleştirilmesi sürecinin merkezinde yer alır. Hedef, kavramların özümsenerek öğrencinin etkin biçimde kullanacağı düşünsel araçlar haline getirilmesidir. Diğer bir deyişle, eğitim, öğrenciyi “kavramların efendisi” haline getirmeyi amaçlamalıdır. Kavramların öğrenciye efendilik etmesi, “dayatma”lara yataklık eder.

 

 

EĞİTİMİN İKİ ANA İŞLEVİ

 

Eğitimin tarih boyunca ve her toplumsal sistemde hep iki ana işlevi olmuştur. Biri, geçmiş bilgi ve beceri birikiminin yeni nesillere aktarılması; diğeri de, içinde yaşanılan sisteme ait toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesidir. Birinci işlevin başarılı bir biçimde yerine getirilmesi, yukarıda değindiğimiz gibi, ancak bilime dayalı ve aklı etkinleştiren bir eğitimle gerçekleştirilebilir. Diğer bir deyişle, doğru yol, Atatürk’ün bize manevi mirası olan “akıl ve bilim”in eğitimin merkezine yerleştirilmesidir.

 

Eğitimin ikinci işlevinin yerine getirilmesi de, bilimin yol göstericiliğini esas almayı gerektirir. Bugün bilime dayalı olmayan kendiliğinden herhangi bir toplumsal ilerlemenin olanaksız hale gelmiş olduğu bir çağda yaşıyoruz. Onun için hangi toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesinin ülkemizi ilerleteceği, nesnel ve dolayısıyla bilimin kapsamına giren bir sorudur. Bu toplumsal ilişkiler, emekçi sinıfların ağırlık merkezini oluşturduğu milletin bütününün birliğini nicel ve nitel olarak pekiştiren ilişkiler olmalıdır. Bu da, bize Atatürk Devrimi’nin önemli bir mirasıdır.

 

Her toplumsal sistemde eğitimin bu iki işlevinin arasında doğal bir ilişki vardır. Ama bugün bu ilişki, geçmişe göre çok daha sıkıdır. Akıl ve bilimi yadsıyan, Atatürk’ü; Atatürk’ü yadsıyan da, akıl ve bilimi yadsımaktadır. Eğitim yalnızca öğrenci ve öğretmenleri kapsayan bir etkinlik değildir. Bugün milletimizin bütünü kendi deneyimi içinde yoğun bir eğitimden geçmektedir. Onun için eğitime ilişkin uygulama ve değerlendirmeler her zamankinden daha büyük bir önem kazanmıştır.