Prof. Dr. Cengiz Çakır: Gerçek bayram

"İşçimizle çiftçimizle biz de gerçek bayram yapacağız"

Bu yazı 1 Mayıs 2018 günü yazıldı. Daha önce “Bahar Bayramı” adıyla olarak kutladığımız 1 Mayıs günü resmi tatil idi. 12 Eylül sonrasında resmi tatil kaldırılmış “İşçi Bayramı” olarak kutlanmaya devam edilmiştir.  22 Nisan 2009 tarihinde yapılan bir yasa değişikliği ile tekrar resmi tatil olan 1 Mayıs, “Emek ve Dayanışma Günü” adıyla kutlanmaktadır. Emekçilerin sendikalaşma, toplu sözleşme, grev yapma, sağlık, iş güvenliği, kadro gibi pek çok yasal haklarının “budandığı” bir devirde bu yasa değişikliğinin yapılması dikkat çekmektedir.

 

Bu yazı büyük olasılıkla 14 Mayıs “Dünya Çiftçiler Günü” sonrasında sizlere ulaşmış olacaktır. İşçiler ve çiftçiler halkımızın ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri üretmektedirler. Aileleri ile birlikte ulusumuzun çoğunluğunu oluşturan bu insanların hak ettikleri kazancı sağladıkları söylenemez. Bu durumda nutuk atmanın, halay çekmenin fazla bir anlamı olmaz.

 

Konuya bir anı ile giriş yapmak istiyorum. Ben Ege Bölgesi’ndeki bir kasabada büyüdüm. Kasabamızda “Tak Tak Cemal” namıyla bilinen bir çiftçi vardı. Şimdilerde belki sadece müzelerde bulunabileceği için markasını yazmakta sakınca olmayan “Deutz” marka koyu yeşil renkli bir traktörü vardı. Dizel motorlu olan bu traktör o zamanlar yaygın olarak kullanılan “gaz yağı” ile çalışan “Ferguson” traktörlerden daha fazla ses çıkardığı için olsa gerek sahibine “Tak Tak Cemal” denmişti.

 

Seyrek olarak gittiğim kasabamızda onunla berber dükkânında karşılaştık. Yaşça benden büyük olan Cemal ağabey öfke ile anlatıyordu olayı. Kasabaya rütbesini ve makamını hatırlamadığım emniyet işleriyle ilgili bir görevli atanmış. Kasabamızda kiralık bir ev bulan memurun eski görev yerinden gönderilmiş olan ev eşyaları tren istasyonuna gelmiş. Eşyaları istasyondan evine nasıl taşıtabileceğini sorduğu zaman, çevresindekiler “Tak Tak Cemal”i önermişler. Cemal ağabey traktöre vagoneti (römork) bağlayıp istasyona giderek ambardaki eşyaları yükleyip eve taşımış. Yüksek makam sahibi görevli iş bittiği zaman çıkarıp para vereceği yerde sadece “Teşekkür ederim” deyip Cemal ağabeyi savmış.

 

Cemal ağabey masum bir küfür savurduktan sonra; “Neneyeem (Ne yapayım?) ben senin teşekkürünü arkedeş, sen benim paramı versene! Benim bu meret traktör teşekkür mü yakıyo?” diye bağıra bağıra anlatıyordu.

 

Çiftçilerin traktörleri teşekkür yakmadığı gibi, vaat, nutuk ve palavra da yakmıyor. Yakılan mazotun yarısı bizden diyenler sözlerini tuttu mu? Vaatlerini ne kadar zaman geçtikten sonra yerine getirdiler.

 

Çiftçinin durumuna bir örnek olmak üzere aşağıdaki bilgileri aktaralım.

 

Et ve Süt Kurumu’nun 30.4.2018 tarihli Haftalık Piyasa Bülteni’ne göre Mart 2017’de 4,59 Tl olan motorin (mazot) Mart 2018’de 5,34 Tl olmuş, fiyatı % 16,3 artmıştır. En fazla kullanılan yapay gübrelerden biri olan Di amonyum fosfatın (DAP) fiyatı kilogram başına 1,47 Tl’den 1,68 Tl.ye çıkmış olup artış oranı %23,9’dur. Besi yeminin kilogramı 0,957 Tl’den 1,178 Tl’ye çıkmış fiyatı % 23 artmıştır. Bu sürede silajlık mısır fiyatı %35,2; yonca fiyatı % 59,2; saman fiyatı % ise 60,2 artmıştır. Girdi fiyatlarındaki bu artışa karşılık, 2017 Mart ayında kilogram başına 15,74 Tl olan canlı dana fiyatı 2018 Mart ayında 16,84 liraya yükselmiş olup artış oranı yalnız % 7’dir. Hayvancılıkta işletme giderlerinin en az üçte ikisi yem giderleridir. Özellikle kaba yem fiyatlarındaki çılgınca artış üreticileri perişan etmektedir.

 

Ürün fiyatlarındaki artış ithalat yoluyla kontrol altına alınırken, ülkenin kaynakları daha avantajlı koşullarda çalışan dış ülkelerdeki üreticilere aktarılmaktadır. Tarımda kullanılan akaryakıt, ticaret gübreleri, tarım ve veteriner ilaçları, tohumluklar, damızlık hayvanlar v.b. dış alım yoluyla tedarik edildiği ve fiyatları döviz kurlarına bağlı olduğu için her geçen gün ateş pahasına alınmaktadır.

 

Dış ticaret ve ödemeler dengesi 1950 yılından bu yana sürekli açık vermekte olduğundan ülkemiz borçlanmaktadır. Şeker fabrikaları da dâhil pek çok varlıklarımızı sata sata bugünlere geldik. Üretim yapmaya çalışan çiftçilerimizin çoğunun borçlu olduğu, hatta haklarında icra işlemleri yapıldığı bilinmektedir. Bankacılık sistemi büyük ölçüde yabancıların eline geçmiştir. Bunların el koyduğu tarla ve bahçelerin kimlerin mülkü olacağı belli değildir. Büyük olasılıkla parayı bastıran yabancılar alacaktır.

 

Dünyanın en kaliteli tütünlerini yetiştiren ülkemiz, Tekel İdaresi’nin özelleştirilmesi ve neticede kapatılmasından sonra net tütün ithalatçısı durumuna gelmiştir. Bunun düz Türkçesi dış ülkelerden, dışarıya sattığımızdan daha fazla tütün aldığımızdır. Yüz binlerce çiftçi ailesi çoğu verimsiz ve kıraç olan küçük parsellerde tütün yetiştirerek geçimini sağlıyordu. Tekel kötüdür diyerek sigara fabrikalarımızı dış devletlerin tekelci şirketlerine sattılar. Yoğun emek harcayarak tütün yetiştirilen alanlarda aynı seviyede gelir getirecek başka ürün yoktur. O insanlar üretimden kopup işsiz kaldılar. Yaprak tütün işleyen fabrikalarda çoğu kadın olan on binlerce işçi çalışıyordu, onlar da işsiz kaldılar.

 

Pamuğu, yağ bitkilerini ve ham yağı, fasulye, nohut, mercimek gibi kuru baklagilleri, soyayı, susamı, muzu, avokadoyu, elmayı, cevizi ve hatta karpuzu ve kavunu bile ithal eden bir Türkiye’de araziler boş, insanlar işsiz kalıyor. Ziraat mühendisleri, veterinerler, teknisyenler meslekleriyle ilgili alanlarda iş bulamıyor.

 

Bu söylenenleri devletin yayınlamış olduğu rakamlarla kanıtlamak mümkün ama rakamlara boğulan yazılar pek okunmuyor. Okuyucularımızın çoğu bu sorunlarla içi içe yaşadığı için, sorunlardan daha fazla söz etmek “bostancıya tere satmaya” çalışmak gibidir. O nedenle sorunları dile getirmek yerine çözüm yollarını tartışmak uygun olacaktır.

 

Çözüm için izlenecek model, bize oldukça benzemekte iken, gelişme açısından kısa zamanda “bize fark atan” bir ülkenin başarıları göz önünde tutularak oluşturulacaktır. Söz konusu ülke Güney Kore Cumhuriyeti’dir. Aydın yöresinde sanayici olan Şefik Çerçioğlu’nun anılarından bir alıntı yaparak Türkiye ile Kore’nin durumlarını karşılaştırmaya başlamak istiyorum.

 

“1955 yılında geldiğim Kore’de iki yıl askerlik yaptım. Bizler Kore’ye vardığımızda barış antlaşması imzalanmıştı.

 

 

Amerikalılar bizlere birer torba kumanya dağıttı. İçinde konserve, çikolata, sigara ve çiklete kadar her şey vardı. Bize verilen konservelerin üstüne bakıyor, içinde domuz eti olup olmadığını anlamaya çalışıyorduk. Üstünde koyun resmi olan konserveler de vardı; ama onlardan bize vermiyorlardı. Biz de haliyle dağıtılan konserveleri yemedik. Birkaç saat gittikten sonra bir istasyonda durduk. Biz trenden iner inmez üstü başı perişan, ayakları çıplak onlarca çocuk etrafımızı sardı. Bize “Papasan çap, çap papasan… (Yemek lütfen. Yemek lütfen…) diyorlardı. Onları bu şekilde görünce içimiz parçalanmıştı. Biz de fakir bir ülkeydik ama burada gördüğüm fakirliğin de ötesindeydi. Bundan sonra varacağımız her istasyonda onlardan sıkça görecektik. Arkadaşlarımızla yemediğimiz bütün kumanyaları onlara verdik. Konserveleri elimizden almak için gösterdikleri o çırpınışı görmeye asla dayanamazdınız. Her halleri içler acısıydı.” Kaynak: Bir Anadolu Efsanesi Şefik Çerçioğlu, Hiperlink Yayınları:22 1.Baskı Temmuz 2011, s.108.

 

Gerekli yasal süreçlere uyulmadan, dolayısıyla TBMM kararı olmaksızın, işgüzarlık yapan yöneticiler eliyle dünyanın öbür ucundaki bu ülkeye asker gönderilerek Kore’deki iç savaşa Amerikalılarla birlikte Güney Kore yanında katılmışızdır. Ben ilkokul öğrencisi iken “Kunuri Zaferi” diye anlatılmıştı. Çinliler tarafından kuşatılan Amerikan tümeninin kurtarılması için Türk Tugayı büyük riske atılmış ve ciddi kayıplar vermişti.

 

İç savaş yaşamış ve yıkıma uğramış bir ülke olan Güney Kore’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası 1960 yılında Türkiye’nin üçte birinden az iken 2015 yılında Türkiye onun yarısı kadar toplam gelire sahiptir. 2015 yılında kişi başına düşen gelir Türkiye’de 9434 dolar iken G.Kore’de 29195 dolardır.

 

Kaynak: Bayram Ali Eşiyok, Kore Nasıl Kalkındı, HBT Akademi e- kitapları 3, s.71.

 

Bu eserde Türkiye’de 1967 yılında başlayan yerli otomobil yapma girişiminin yarım bırakılarak, sadece montaj ve lisansa dayalı üretimin sürdürüldüğü belirtilmektedir. Kore’de en az % 95 yerli, 1500 cc. silindir hacminde, en az yılda 50 000 adet üretilecek, maliyeti 2000 doların altında olacak otomobil üretilmesi talimatı verilen otomotiv sektöründeki 5 firmadan biri planlarını sunmuş 1974 petrol krizi sırasında 67 binden fazla araç Asya ve Ortadoğu’da satılmıştır. İhracat hedefli çalışarak bir dünya devi haline gelen Hyundai ülkemiz piyasasında da önemli yer tutmuştur.

 

Kore’nin başarısının temelinde yatan faktörler:

 

1- Ülkede toprak reformu yapılmış ve feodal düzenin etkileri yok edilmiştir.

 

2- Planlamaya büyük önem verilmiş ve beş yıllık planlar disiplinli şekilde uygulanmıştır.

 

3-  Eğitime ve araştırmaya önem verilmiş ve yeterli kaynak ayrılmıştır.

 

4- Bankacılık sistemi devlet denetimindedir. Tasarruf ve yatırım oranı yüksektir.

 

5- Her kesimde az sayıda kuruluş başarılı olduğu sürece devlet tarafından desteklenmiş ve dünyada söz sahibi olması sağlanmıştır.

 

6- Zamanında rapor vermeyen veya yanıltıcı bilgi veren özel sektör yetkililerine para ve hapis cezası verilmektedir.

 

7- Bürokratlar liyakat esasına göre seçilmekte ve denetledikleri ve yönlendirdikleri firmanın başarısızlığı halinde sorumlu tutulmaktadır.

 

Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) sonuçlarına göre 2015 yılında 64 ülke arasında Kore 7. sırada yer alırken Türkiye Matematik’te 49’uncu, okumada 50. Bilim’de 52. sıradadır.

 

Türkiye ulusal gelirinin % 3,8’ini ve Kore % 6’sını eğitime ayırmıştır. Kore’nin ulusal geliri Türkiye’nin iki katı olup nüfusu Türkiye’nin üçte ikisi kadardır. Yüksek öğretimde kişi başına eğitim harcaması Türkiye’de 7779 dolar Kore’de 9866 dolar OECD ülkelerinde 15028 dolardır.

 

Eğitime verilen önemin sonuçları bilim ve teknolojiye yansımaktadır.

 

Kore ve Türkiye’ye ilişkin bilim ve teknoloji göstergeleri (2013)

Dünyadaki en kârlı yatırım, eğitim yatırımıdır. Böylelikle insanlar aklını kullanarak çalışır ve kazanırlar. Fiziki olarak ancak bir dikiş makinesi motoru kadar gücü olan insanoğlu aklını kullandığında dağları devirecek güce erişmektedir. Eğitim denildiğinde laik ve bilimsel eğitim anlaşılmalıdır. Bütün imam hatipliler bir araya gelip yıllarca dua etseler bir toplu iğneyi bile yerinden oynatamazlar. Benzer gelişmeleri sağladığımız zaman işçimizle çiftçimizle biz de gerçek bayram yapacağız.

 

Bu makalede görüşlerinden yararlandığımız Bayram Ali Eşiyok’un emeğine sağlık diyor ve teşekkürlerimi sunuyorum.