Arslan Kılıç: Kudüs kararı Çin, Almanya ve Rusya'ya şantaj

"Avrasya’dan yükselen yeni ve kapitalizmi paylaşmacı, kamucu yeni bir uygarlıkla aşacak devrimler dalgası, ABD’ye bu fırsatı da vermeyecektir"

ABD tarafından Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, tam anlamıyla, Ortadoğu’ya atılmış bir bombadır. Bu kararın, zaten terör ve savaşla kaynayan bölgede, gerginlik ve çatışmaları daha da artıracağı çok açıktır.

 

Patlak verecek yeni çatışmalar ise, İsrail’in doğrudan taraf olacağı ve ilk ağızda Suriye, İran, Filistin silahlı güçleri ve Hizbullah üzerinden Lübnan’ın dahil olacağı savaşlardan başka bir şey olmayacaktır. Bölgede bu devletler arasında sürecek bir savaş, başında ya da ortasında Türkiye’yi de içine çekebilir.

 

Aynı şekilde, silahlı güçleri ile zaten bölgede olan ABD’nin kendisi ile Rusya’nın da, içinde bu devletlerin yer alacağı bir bölgesel savaşın dışında kalması mümkün olmayacaktır.

 

ABD ve Rusya’nın doğrudan karşı karşıya gelecekleri bir çatışma ise, kısa sürede, Almanya başta olmak üzere, Avrupa’yı ve Çin’i de içine çekecek bir anafor yaratacaktır. Bu ülkeler ise, şu anda, devletler arası bir savaşın doğrudan tarafı olmaktan kaçınan ülkelerdir.

 

ABD’nin Kudüs adımını atarken, birbirini tetikleyecek bu gelişmelerin fitilini ateşlediğini hesap etmediği düşünülemez. Kudüs kararı ABD için diplomatik bakımdan da “akıl dışı” gözükmektedir. Çünkü, İsrail’i bir kenara koyarsak, bölgedeki ve dünyadaki ABD müttefikleri içinde bu karardan memnun olacak tek ülke yoktur. Bu noktada özellikle Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerinin köşeye sıkışacağı açıktır.

 

“Kudüs kararı”nın kısa vadede Suriye’yi memnun edeceğini bile söyleyebiliriz. Bu karar bölgede ve dünyada Suriye’nin dostlarını ve destekçilerini artıracaktır. Bölgede İsrail’in de işe karışacağı daha büyük bir savaşın patlak verecek olması ise, zaten 7 yıldır yıkıcı bir savaşın tam ortasında varlığını koruyan Suriye için çok fazla şey değiştirmeyecektir.

YENİLGİYİ, SAVAŞI BÜYÜTEREK DURDURMA HESABI

 

Bu durumda şu soruları gündeme gelmektedir:

 

ABD, dünya çapında dostlarını azaltıp düşmanlarını çoğaltacak bu kararı niçin almıştır?

 

ABD, bölgede dünyanın büyük güçlerinin karşı karşıya geleceği bir savaşı; bir çeşit dünya savaşını göze almış mıdır, ya da alabilir mi?

 

Böyle bir savaşın yenen gücü olabilir mi?

 

Bugünkü dünya güçler dengesinde, ABD’nin böylesine büyük bir çatışmadan galip çıkmayacağı kesindir. Dünya çapındaki bir hesaplaşmadan ise, galip çıkmamak da bir yana, ağır yenilgiyle çıkacağı, en başta ABD’yi yönetenlerin bildiği bir gerçektir.

 

O halde ABD bu “bombayı” niye attı?

 

Durup dururken Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilân edilmesi, bölgede terörü, istikrarsızlığı ve zincirleme olarak savaşları tırmandıracağına göre, ABD buna neden ihtiyaç duydu?

 

Herhalde Trump’ın seçim vaadi listesinde yer aldığı için değil...

 

ABD’de ve “Batı demokrasileri”nde seçim programlarına konan 10 vaadin 8’inin, yerine getirilmemek üzere programa konduğunu, seçilenler kadar seçmen de bilir.

 

O halde neden?

 

Sorunun bir tek yanıtı gözüküyor: 2013’ten bu yana bölgede yenilgi süreci yaşayan ve son bir yıl içinde yenilgisi iyice belirginleşen ve hızlanan ABD, durumu lehine çevirmede, savaşı ve terörü tırmandırma dışında bir seçenek kalmadığına hükmetmiş bulunmaktadır.

 

 

ABD ORTADOĞU’DA SAVAŞI NEREYE KADAR TIRMANDIRABİLİR?

 

Nereye kadar ve kimleri kapsayacak kadar tırmandırma?

 

Kendisini bölgede yenilgiye götüren gelişmeleri durduracağını öngördüğü düzeye kadar...

 

Bu gelişmeleri durdurma gücüne sahip, ama bölge çapında başlayıp hızla büyüyecek bir savaşa, hazır olmadıkları için, boylu boyunca girmekten çekinecek devletleri kapsayacak kadar...

 

Şimdi de şu soruların yanıtlarını arayalım:

 

ABD’nin bölgede yenilgisini başlatan ve giderek hızlandıran gelişmeler nelerdir?

 

İzledikleri siyasetler ve giriştikleri eylemlerle ABD’nin yenilgisine neden olan devletler hangileridir?

 

 

ABD YENİLGİSİNİ HAZIRLAYAN DEVLETLER ve OLAYLAR

Kestirmeden söyleyelim: ABD’nin yenilgisini hazırlayan devletlerin başında Rusya ve Türkiye gelmektedir.

 

Rusya’nın 2013’den başlayarak “sahaya inmesi” ve Ortadoğu’da ABD’nin karşısına dikilmesi... Yine aynı tarihlerde, bir numaralı yöneticisinin BOP Eşbaşkanlığından çekilmek ve giderek BOP’un karşısına geçmek zorunda kaldığı Türkiye’nin, adım adım PKK ve FETÖ’yü etkisizleştirme ve temizleme, ardından ABD ve BOP için yaşamsal önemdeki “Kürt koridoru”nu yarma eylemleri...

 

ABD yenilgisini hazırlayan ve hızlandıran eylemler de bunlar oldu.

 

ABD’nin yenilgi sürecini, biraz daha geriden başlayarak incelediğimizde karşımıza çıkan tablo şudur:

 

Afganistan ve Irak işgalinden, onu izleyen “Arap Baharı” ve Mısır’da Müslüman Kardeşler’i iktidara taşıma operasyonlarından geçerek gelinen Suriye iç savaşı, aynı zamanda ABD’nin bölgede inişe geçmesinin de başlangıcı oldu.

 

Beşar Esat liderliğindeki Suriye halkı, ABD’nin çeşit çeşit terör örgütleri ve başlangıçta Tayyip Erdoğan’ların da desteğiyle Suriye’nin üstüne çullanmasına karşı çetin bir direniş gösterdi.

 

İran, Hizbullah’la birlikte, Suriye savaşının başlamasından beri zaten bölgedeki ABD’ye karşı direniş safında yer aldı.

 

Rusya da başından itibaren Suriye’ye destek verdi.

 

Fakat onun desteğinin savaşın kaderini değiştiren düzeye yükselmesi, yukarıda belirttiğimiz gibi, Suriye sahasında doğrudan yer almaya ve yanına Türkiye’yi de çekmeye başlamasıyla gerçekleşti.

 

Bölgenin bu iki güçlü ülkesinin, aralarına İran’ı da alarak geliştirdikleri işbirliği ve ittifak, ABD’nin bölgedeki yenilgisini durdurulamaz bir noktaya sürükledi. Dahası, giderek de hızlandırdı.

 

Kuşkusuz bu işbirliği ve ittifak, inişli çıkışlı bir seyir izledi. Ama adım adım ilerleyerek 2015’ten sonra sağlam bir zemine oturdu.

 

Bu ittifak, ABD’yi BOP’ta önemli bir müttefikten (Türkiye’den) yoksun bırakmakla kalmadı. Rusya, Çin ve İran’la işbirliğine yönelen Türkiye’nin adım adım ABD/BOP karşıtı cepheye geçmesine de yol açtı.

 

Bilindiği gibi bu gelişme, ABD liderliğindeki Suriye karşıtı “Koalisyon Güçleri” inisiyatifinde yürütülmeye çalışılan “Cenevre Süreci”nin devre dışı bıraktı. Ortadoğu’da inisiyatifin Suriye dostları “Astana Güçleri”nin eline geçmesini sağladı.

 

 

BARZANİ REFERANDUMU HAMLESİ TERS TEPTİ

 

Bu gelişmeyi ABD, Barzani’yi sahaya sürüp, “bağımsızlık referandumu” hamlesiyle frenlemeye kalkıştı.

 

ABD hesaplarına göre “bağımsızlık referandumu”, İran ve Türkiye’nin dikkatinin Suriye’nin kuzeyinden Barzani’ye kaymasına yol açan; Rusya bir ikilemle karşı karşıya bırakan; “Kürt koridoru” savaşında cepheyi genişleten ve sonuçta Rusya-İran-Türkiye blokunda çatlama yaratan bir rol oynayacaktı.

 

Çatlatmaya çalıştığı blokun oluşmasından beri çaresizlik içinde oyun geliştirmeye çalışan ABD’nin bu hamledeki hiçbir hesabı tutmadı.

 

Referandum oyunu ABD’nin bölgedeki yenilgisini geri dönülmez noktaya taşıyan ve hızlandıran Rusya-İran-Türkiye blokunu çatlatmak yerine, Irak’ın da dâhil olmasıyla daha da genişletti ve sağlamlaştırdı. Bu ABD hamlesinden tipik bir Batı Asya ittifakı çıktı.

 


KİLİT ÜLKE TÜRKİYE

 

ABD başından (2013’ten) beri, bütün bu gelişmelerde kilit ülkenin Türkiye olduğunu doğru olarak saptadı. Bu nedenle karşı hamlelerinin çoğunu, Türkiye’yi oluşmakta olan Batı Asya blokundan koparma üzerine kurdu.

 

Rusya uçağının düşürülmesi ve Rus Büyükelçisinin öldürülmesi provokasyonları, Türkiye’nin Suudi Arabistan-Katar üzerinden mezhepçi temelde oluşacak İran karşıtı bir cepheye çekilmesi girişimleri, FETÖ-NATO darbe kalkışması, SGD/PYD maskesiyle PKK’nin pervasızca silahlandırılması, hep bu amaca yönelikti.

 

Barzani referandumunun boşa çıkarılmasını, “Astana Güçleri”nin Suriye’de barışı sağlamaya dönük daha etkin hamleleri izledi. Dahası, Türkiye’nin Afrin’e müdahale etmesi ve AKP yönetiminin Suriye ile yeniden resmi ilişkiye geçmesi gündeme geldi.

 

Bunların, ABD aleyhinde işleyen sürecin daha da hızlanmasına yol açacağını en başta ABD bildiği için, gündeme gelen gelişmelere tepkisiz kalmadı. Tepkiler, NATO tatbikatında “düşman hedef” yerine koyma, Rıza Sarraf davasından Türkiye’ye ambargo kararı çıkarma tehditleri ile ifade edildi.

 

Bu tepkiler, Türkiye’nin Avrasya’da kurulmakta olan “Yeni Dünya”nın önemli bir devleti olması yönündeki gelişmeyi durdurmak yerine daha da hızlandırdı.

 

 

SAVAŞI BÜYÜTME NARASI

 

ABD Kudüs kararı ile, bu hızlanmayı seyretmeyeceğini; bu gelişmeye savaşı tırmandıracak hamlelerle yanıt vereceğini ilân etmiş oluyor. Kudüs kararı, Türkiye odaklı caydırma ve teslim alma girişimlerinden bir sonuç alamayan ABD’nin, kurulmakta olan ABD denetimi dışındaki ve ABD egemenliğini sınırlayacak “Yeni Dünya”yı önlemede, çıtayı yükseltip, Çin, Almanya ve Rusya’yı hedef aldığını göstermektedir. Büyük bir Avrasya ittifakı temelinde kurulmakta olan ABD denetimi dışındaki “Yeni Dünya”nın kilit ülkeleri, Rusya, Çin, Almanya, Türkiye ve İran’dır.

 

ABD’nin Ortadoğu’da batağa saplanmasına yol açan İran, Rusya ve Türkiye, bölgede ABD tarafından bugüne kadar başvurulan terör örgütleri kullanma, vekâlet savaşları örgütleme, iç yıkıcılık geliştirme gibi yöntemlerle dize getirilemedi.

 

Bunlar, bu direnmede Çin’in önemli desteğini arkalarına aldılar. Son yıllarda Çin ve Rusya odaklı olarak Almanya da Avrasya’ya kaymaya ve ABD denetiminden çıkmaya başladı. Çin ve Almanya’nın izlediği siyaset, ABD’nin Ortadoğu savaşını kaybetmesine yol açan Rusya-İran-Türkiye blokunun oluşmasında ve genişlemesinde olsun, Avrasya’da ABD denetimi dışına çıkan “Yeni Bir Dünya”nın kurulmasında olsun, belirleyici rol oynamaktadır.

 

Kurulacak Çin-Rusya-İran-Türkiye-Almanya eksenli “Yeni Dünya”, Ortadoğu’da kaybeden ABD’nin dünya çapında da kaybetmesini sağlayacaktır.

 

 

HEDEF: ÇİN, ALMANYA, RUSYA

 

ABD şimdi, başta Çin ve Almanya olmak üzere, Avrasya güçlerini Ortadoğu’da patlatacağı büyük çaplı bir savaşta boy ölçüşmeye çağırmaktadır. Zincirleme olarak bir dizi çatışmayı tetikleyecek “Kudüs kararı”nı, böyle bir savaşın fitilini ateşleme olarak düşündüğü anlaşılmaktadır.

 

Özellikle Çin ve Almanya, önümüzdeki hiç değilse 5-10 yıllık siyasetlerini, devletler arasındaki büyük savaşlara taraf olmadan barışçı büyüme üzerine kurmuş dünya devletleridir.

 

ABD onların, Ortadoğu’da patlayacak ve nerede duracağı belli olmayacak büyük bir savaşın tarafı olmaktan kaçınacaklarını hesap etmektedir.

 

Aynı şekilde, Ortadoğu’da belli sınıra kadar aktif olsa da, Rusya’nın da büyük çaplı ve ABD-İsrail bloku ile doğrudan savaşacağı bir çatışmadan sakınacağını düşünmektedir.

 

Bu hesapların sonucu olarak ABD, hem Ortadoğu’daki yenilgisini durdurmak için, hem de dünya çapındaki yenilgisini önlemek için, çareyi, Çin, Rusya ve Almanya’yı, güreşemeyeceklerini tahmin ettiği bir savaş minderine çağırmakta bulmuştur.

 

ABD, eğer Çin, Almanya ve Rusya’yı, sonu dünya savaşına varacak bir bölge savaşı ile korkutup geri adım attırmaya razı olursa, arkalarında bu ülkelerin olmayacağı kilit ülke Türkiye’nin de, inatçı İran’ın da, direnen Suriye’nin de hesabını kolayca göreceğini düşünmektedir.

 

 

KUDÜS KARARI: ŞANTAJ KARARI

 

“Kudüs kararı”, bugünkü durumda Çin, Almanya ve Rusya’ya karşı bir şantaj kararıdır.

 

Kudüs kararının, özellikle bu üç devletin, direnerek ABD’nin Kudüs blöfünü boşa çıkarmak yerine, bu şantaja boyun eğerek onu yatıştırmaya kalkacakları; oturacakları pazarlık masasında ise, ABD’nin onlardan, yenilgisini hiç değilse geciktirecek bazı tavizler koparacağı varsayımına dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Oysa kararın açıklanmasından hemen sonra hem dünyanın her yerinden yükselen tepkiler, hem de bu devletlerin yaptığı açıklamalar, hiç de ABD’nin beklediği sonucu doğuracak yönde değildir.

 

Bu nedenle bu varsayımın bir çaresizlik ve kumarcı varsayımı olduğunu; bunun üzerine kurulu kararın da, bir şantajdan, bir blöften fazla bir anlam ve değer taşımadığını söyleyebiliriz.

 

Bu üç devletin de içinde olduğu Avrasya Bloku direnirse, ABD’nin işi bir dünya savaşı çılgınlığına götürmesi de mümkün değildir.

 

Böyle bir çılgınlığın, ABD’nin toptan yok olmasına veya en azından İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Almanya’nın durumuna düşmesine yol açacağını, herkes kadar Çin, Rusya ve Almanya yöneticileri de bilmektedir. Yine bu ülkeler yöneticileri, ABD egemen sınıfları içinde, Trump’ı da seçtiren güçlü bir kesimin bu sonucu görecek kadar dengesini kaybetmediğini ve böyle bir çılgınlığın karşısında yer alacağını da bilmektedirler.

 

ABD 1990’dan sonra dünyaya meydan okumuş ve 21. yüzyılın bir Amerikan yüzyılı olacağını ilân etmişti. Daha 8-10 yıl öncesine kadar gücünden sual olunmayan bu emperyalist devlet, yüzyılın ilk çeyreği dolmadan çöküşle yüz yüze gelmiş bulunuyor. Ve bunu önlemede artık o kadar çaresizdir ki, dünyayı, kendisiyle birlikte havaya uçuracağı bir intihar bombacısının çılgınlığıyla tehdit etmektedir.